Libya’da Arap Baharı’nın Anatomisi
Zulüm, yoksulluk, yolsuzluk, insanları yerinden etme ve tutuklamalar artık son bulmalı. İnsanlar yeni bir protesto dalgası için çoktan hazır durumdalar. Sadece kendilerine umut ışığı verecek bir lider arıyorlar. Lider olmadan bir devrimin başarıya ulaşamayacağını anladılar çünkü. Lider yoksa kargaşa vardır. Libya’yı ve Arap Baharı ikliminde diğer Arap ülkelerini asıl vuran da işte bu kargaşadır.
Muhammed Buazizi’nin çaktığı kıvılcımla önce Tunus, sonra Arap dünyasının farklı noktalarında patlak veren devrimler ve protestolar dalgasının üzerinden on yıl geçti. Bu dönem Arap Baharı olarak kayıtlara geçti. Bu beklenmedik protestoların arkasında yolsuzluk, ekonomik durgunluk ve geçim darlığının nefes aldırmayacak duruma gelmesi gibi insanları cebinden vuran sebeplerin yanı sıra, aman vermeyen bir siyasi baskının en kısık sesli muhalefete bile tahammül edemeyen zorbalığı yatıyordu. Arap coğrafyasında işler iyi gitmiyordu.
Fakat Libya’nın durumu diğer Arap ülkelerinden biraz farklıydı. Kaddafi yönetimi İslamcılar ile arayı düzeltmiş, onları hapisten çıkarmaya başlamıştı. Ülkede yatırımlara hız verilmiş, işsizliği büyük ölçüde bitiren şehircilik, eğitim ve sağlık projeleri tatbik sahasına konulmuştu. Basın özgürlüğünde de ciddi ilerlemeler kaydedilir olmuştu. Öyleyse Libya’da niçin hadiseler patlak verdi derseniz, iki ana sebebi olduğunu söylemek mümkün. İlki, ülkede bütün vatandaşları kapsayan bir şemsiyenin yani temel haklar ve özgürlükleri belirleyen bir anayasanın mevcut olmayışıydı. İkincisi ise başkent Trablus’taki Ebu Selim Hapishanesi’nde tutuklu bulunan 1.200 (bin iki yüz) siyasi mahkumun bombalar ve kurşunlarla infaz edilmesi oldu.
Tıpkı salgın hastalık gibi
Rejimlere karşı ayaklanmalar, tıpkı bir ülkeden diğerine yayılan salgın hastalık gibi. Mısır’da Cemal Abdünnasır’ın Kral Faruk’a, Irak’ta Abdülkerim Kasım’ın Haşimi Krallığı’na, Suriye’de Baas Partisi’ne bağlı askeri komitenin mevcut idareye ve peşinden Libya’da Kaddafi’nin Kral İdris es Sunusi’ye karşı yaptıkları darbeler bunun bir göstergesi. Bu darbelerin mantığı neydi? Zira meseleye Libya açısından bakarsak, uzun yıllar süren İtalyan sömürgeciliğinden kurtulmuş, ilim ve medeniyet yolunda büyük bir gelişme kaydetmeye başlayan bir ülke söz konusuydu.
Arap ülkelerinin çoğunu teslim alan protestolar, peş peşe çıkan orman yangınları gibi yayıldıkça yayıldı. Neticede protestocular ile güvenlik güçlerinin çatışması kaçınılmaz bir hale geldi ve peşinden ölümler gelmeye başladı. “Halk rejimin düşmesini istiyor” parolasıyla süren protestolar, silahların gölgesinde güçlü bir görüntü veren askeri rejimlerin aslında ne kadar zayıf ve kırılgan olduğunu da ortaya koyarken, aynı zamanda baskıcı polis zihniyetinin halkı sonsuza dek dizginlemede başarısızlığa mahkum olduğu da görüldü. Sokağın yumruğu, her türlü donanıma sahip rejimin güvenlik güçlerini darmadağın etti. Halkın gücünü hafife alanlar sonunda oturdukları koltuktan alaşağı oldular.
Arap zihniyetini esir alan 3 dar çerçeve
O zamanlar, insanlar her şeyin daha iyiyi doğru gitmesi umuduyla, ülkelerine karşı duydukları sevgi ve tutkuyla, fakat yaşadıkları toplumların sosyolojisini tamamen unutarak, ulaşması pek mümkün olamayan bir hayale doğru yöneldiler. Arap birliğini sağlamayı, Arap coğrafyasını karanlıklardan aydınlığa çıkarmayı, medeniyeti, kalkınmayı ve özgürlüğü gerçekleştirmeyi düşlüyorlardı. Fakat farkedemedikleri şey, Arap zihniyetinin eskiden olduğu gibi üç dar çerçeveye sıkışıp kalmış olmasıydı:
- - Akide (körükörüne inanç),
- - Kabile (körükörüne kayırmacılık)
- - Ganimet (çalışıp üretme değil yağma kültürü)
- Değişim mekanizmasına kafa yormak
Değişim sloganıyla meydanlara toplanan kitleler, sert karşılık görüp ölümle yüzleşince bile değişim mekanizması üzerine kafa yormadılar. Zira değişim de ancak bir liderin etrafında örgütlenerek gerçekleşebilirdi. Demokratik yolla seçilecek bu lideri ortaya çıkarmak da kolay değildi. Devrim hesabına her biri kendi programına sahip bulunan ideolojilerin çekişmesi kaçınılmazdı. Üstelik bütün bu hesaplar, devrimin rejime galip gelmesi ihtimaline dayanıyordu. Aksi takdirde zaten rejim galip geleceği için geride binlerce cesetten başka bir şey kalmayacaktı. Değişime kafa yorulmadığı takdirde rejim sarsılsa bile “derin devlet” yani eski rejimin kalıntıları, çoğunlukla da ordu mensubu generaller, boşluktan istifade edip sahneye çıkacak ve devrimi içerden yıkmış olacaktı.
Batı kendine demokrat
Nitekim bu rüya uzun sürmedi. Kitleler çok geçmeden AB ve BM gibi kurumların temsil ettiği uluslararası siyaset mekanizmasının stratejileriyle yüzleşmek durumunda kaldılar. Bu mekanizmanın Arap meselesini ele alış şekli farklıydı, olaylara bakış açısı farklıydı. Derken Arap Baharı, kanlı bir “Arap Kışı”na dönüşüverdi.
Arap halkları demokrasi masalıyla kandırılmıştı. Hakları, hukukları çiğnendiği vakit BM’nin kendilerinin koruyucusu olacağına inanmışlardı. Fakat acı gerçekle yüzleştiler ve gördüler ki, uluslararası siyaset mekanizmasını elinde tutan büyük devletler sadece çıkarlarının peşindeydi. Onlar için prensipler ve özgürlükler öncelik taşımıyordu. Evet, demokrat oldukları kesindi. Ama bu demokrasi şemsiyesi sadece kendi ülkelerini kapsıyordu, dışardakileri değil.
Birbiriyle çatışan gruplar
Libya’da barışçıl geçiş dönemi ve seçim sürecinin sorunsuz geçmesiyle birlikte iktidar Milli Kongre’ye devredilmiş ve 40 yıllık askeri yönetimin ardından ülkede ilk kez adil seçimler yapılmıştı. Fakat dış güçlerin müdahalesiyle halkın birliği parçalandı. Demokratik gidişat kirli para ve basın yoluyla sabote edildi. Kaddafi sonrası eski rejime bağlılıyla bilinen güvenlik birimlerinin ortadan kaldırılması nedeniyle oluşan boşluğu maalesef ülkenin dört bir yanında milis güçleri doldurmaya başladı. İslamcılar ile militarist güçler arasında silahlı çatışmalar baş gösterdi. Ülkenin doğusuyla batısı tamamen ayrıştı. İki ayrı meclis, iki ayrı ordu ortaya çıktı. Taraflar birbirlerini suçlayarak ülkede muhalif avına çıktı. Özgürlükler baskılandı, tutuklamalar ve cinayetler gündeme geldi. Bütün bu kargaşa ülke ekonomisini feci şekilde çökertti, Libya dinarı pula döndü. Sıradan vatandaş geçim derdine düştü. Ülke boyunca elektrik ve su kesintileri görülmeye başlandı. Hafter’e bağlı kabilelerin müdahalesiyle petrol üretimi durunca herşey daha kötüye gider oldu.
Devrimin bir kuralı olmalı
Devrim kelimesi oldukça gevşektir. Bir taraf diğerine galip gelince yani misyon tamamlanınca, hele ki ortada herkese yerini tayin eden bir kural yoksa, iş ganimeti saymaya gelince ortalık karışır. Zira iktidar koltuğu sadece bir kişiyi taşır. Koltuğun birden fazla talibi olduğunda dünkü devrim dostları bir anda amansız düşmanlara dönüşüverir.
Netice itibariyle Libya’ya hükmeden her iki taraf da Akdeniz bölgesinde stratejik hedefleri ve bu hedeflere uygun projeleri bulunan müttefikler edindi. Fransa, Odysseia Şafağı denilen NATO operasyonu vasıtasıyla Kaddafi karşıtı Libya devrimine destek vermişti. Sonradan Hafter’in yanında saf tuttu. Mısır ve BAE de binlerce Libyalıyı katleden, ülkeye harabeye çevirip sosyal dokuyu paramparça eden Hafter’in yanında yer almakta tereddüt göstermedi.
İslamcılara gelince, başta Libya halkı da onlarla beraberdi. Fakat bazıları o kadar uç noktaya savruldu ki silahlanarak aşırılık yanlısı belaya dönüştüler. Bazıları da Makyavelist bir yaklaşıma bürünüp “Sivil Devlete Destek” parolasıyla kendi siyasi gündemlerinin peşine düştüler. Ülkeyi yangın yerine çeviren yolsuzluğu ise hiç mesele edinmediler. Dahası bizzat kendileri bu yolsuzluğun içinde yer aldılar. Sivil devlet tezine yakın duran liberal kesimin çoğu da özgürlükler endişesiyle bunlara destek verdi.
Silahlar akl-ı selimi susturdu
Arap Baharı vesilesiyle yaşanan devrimleri sömürgeci devletlerin oyunlarından ibaret görmek doğru bir yaklaşım olmaz. Fakat şu da bir gerçek; eğilen bir sırta binmeye çalışan çok olur. Libyalılar kendi devletlerini kurup demokratik bir platformda ilerleyebilirdi. Fakat eli silah tutan çok olunca rüyalar pek gerçekleşmiyor. Şu anda ülkeye siyaset değil silahlar yön veriyor.
- Bu silahları bir araya toplayıp ülkenin ordusunu yeniden kurma teşebbüsleri de her defasında başarısızlığa uğruyor. Bunun nedeni, dışardan beslenen medya organları.
Ülkedeki tarafları barışa çağırmak yerine, birbirlerine daha da bilenmelerini sağlamak için ellerinden geleni yapıyorlar. İnsanlar medyaya inanıyorlar ve bir taraf tamamen galip gelirse diğerini hain veya terörist damgası vurmak suretiyle bertaraf edeceğine ikna olmuş durumdalar. Akl-ı selimin sesini silahlar susturmuş vaziyette.
Meşru Milli Mutabakat Hükümeti, Hafter’in Trablus kuşatmasını Türkiye’nin yardımıyla sona erdirince Libyalıların çoğu Hafter yanlılarının “terörizme karşı savaş” sözlerinin ne kadar boş olduğunu gördü.
Artık çok iyi biliyorlar ki, Hafter dış güçlerin maşasından başka bir şey değil. Libyalıların kanlarını, üstelik kendi topraklarında dış güçlerin menfaatine boş yere döküyor.
Lider yoksa kargaşa vardır
Geçen seneler boyunca yaşananlar, insanlara yanlış düşüncelerini düzeltme, gerçek kimliklerini arayıp bulma ve bilhassa siyaset arenasında canlı tecrübeler yoluyla bedava dersler verdi. Ülkede meydana gelen hadiseleri kavrama noktasında herkes için gerçekler ortada. Zulüm, yoksulluk, yolsuzluk, insanları yerinden etme ve tutuklamalar artık son bulmalı. İnsanlar yeni bir protesto dalgası için çoktan hazır durumdalar. Sadece kendilerine umut ışığı verecek bir lider arıyorlar. Lider olmadan bir devrimin başarıya ulaşamayacağını anladılar çünkü. Lider yoksa kargaşa vardır. Libya’yı ve Arap Baharı ikliminde diğer Arap ülkelerini asıl vuran da işte bu kargaşadır.