Arap Baharı’nın 10. Yılı Sisi Mısır toplumuna ihanet etti
Askeri darbeyle birlikte rejim, Mısır toplumunda ifsadı yaygınlaştırmak için medya ve sanatı itina ile kullanmaya başladı. Dizilerde, sinema filmlerinde, piyasaya çıkan şarkılarda yasak ilişkiler ve müstehcenlik doruğa çıktı. Ne kadar ipsiz sapsız, haydut ruhlu tip varsa rejim tarafından sanatçı unvanı verilerek gençlere rol modeli olarak sunuldu. Ekranlar toplumun manevi değerlerini berhava etmek için şiddet, cinayet, uyuşturucu ve cinsî münasebet görüntüleriyle dolduruldu. Koca Mısır toplumu sanki bir avuç sahte kabadayı ile fahişelerden oluşuyordu. Aile kavramı darmadağın edildi, yozlaşmış işadamları makbul sayıldı.
Tipik Mısır yüz hatlarına sahip yirmi yaşında bir kızdı. Hayatın getirdikleriyle mücadelesi tenini güneşin rengine boyamıştı. Onu gördüğünüzde sıradan halkın yaşadığı semtlerden gelen, serazat şekilde günlük atışmalara giren, belki erkeklere bile posta koyan kızlarından biri olduğunu anlardınız. İnce, narin hatları ne kadar belirginse, sesi de o denli alışılmadık bir sertliğe, erkeksi bir tona sahipti. Buna rağmen beni, Tahrir Meydanı'ndaki oturma eylemine dahil olmadan önce tebessümle karşılayıp üstümü aradı. Kendisi “Öfke Cuması (28 Ocak 2011)”ndan 11 Şubat’a, ülkeyi demir yumruğuyla yöneten Hüsnü Mübarek iktidardan düşene dek meydan yatıp kalkmıştı.
Oturma eylemine yapılan saldırılardan birinde onu birden önümde buldum. Mübarek rejiminin adamlarına karşı tereddüt etmeden ileri atılıyor, alnından darbe almasına karşın bunu umursamıyordu. Oysa elinde de kurşun yarası vardı. İlerleyen adam seline korkusuzca dalarken bir yandan beni korumak için yana çekiyor, lisan-ı hal ile adeta “Sen bu tür kavgaların insanı değilsin” diyordu.
Bir meydan ve özgürlük rüyası
Meydanda gecelediğimiz günlerden birinde devrimciler ısınmak için küçük bir ateşin etrafında halka olmuştu. Sohbetler ediliyor, hep birlikte gülünüyor, devrim adına özgürlük ve umut şarkıları söyleniyordu. Özgürlük hayaliyle kalplerin ve direnme kararlığının bir araya toplandığı, meydanın kaldırımlarını yastık edinen bedenlerin üzerlerine sadece birer karton alarak rüyalara daldığı bu müstesna tabloyu temaşa etmek için biraz dolaştım. Üzerinde battaniye bulunan pek az kimse vardı. Onlar da bunu cömert bir şekilde arkadaşlarıyla paylaşmışlardı.
Onu, meydanın bir köşesinde kaba giysiler içinde buldum. Oturm eylemini sabote etmelerinden emin olmak için sabahın köründe kadınların üstünü başını arayan, saldırıya uğradığımızda beni kollayan kız işte oradaydı. Kendi ülkemde yeni bir vatan arıyormuş gibi araziyi teftişe çıkmışken beni çekip yanına oturttu. Onu ailemden biri gibi hissettim. Meydanda oturma eylemi yapanlar tek bir beden gibiydiler. Ve o kız benim bir parçam gibiydi.
Yanına oturdum ve meydandakilere hayrına sıcak içecek dağıtan adama, ona da bir bardak içecek getirmesi için seslendim. Sohbete başladık, fakat beni bir sürpriz bekliyordu. Zira bu kız, “Bulak Dekrur” mahallesinin çeteci zorbalarından biriydi. Kazancını çarşı pazarda onu bunu tartaklayıp gasp ederek, kimi zaman da hırsızlık yaparak çıkarıyordu.
Devrimin ruhu her şeyi güzelleştirdi
İşte bu noktada meydan gözüme daha farklı göründü. Devrim sadece despot bir rejimi yıkmakla kalmamış, insanları ve toplumu dönüştüren bir güce dönüşmüştü. Düşünsenize, insanların şerrinden çekindiği bir çeteci hırsızı, meydanın güvenlik sorumlusu, oturma eylemi yapanları canı pahasına koruyan birine çevirmişti.
Bu meydanda zenginler ile fakirler, bilim adamlarıyla hiç okul yüzü görmeyenler kaldırım taşlarının üzerine yan yana uzanmıştı. Gece aynı battaniyeleri paylaşıyorlar, sabah kalktıklarında hep birlikte meydanı temizleyip yemek hazırlıyorlar, yaralananlara ilk müdahaleyi birlikte yapıyorlardı. Kim kadın-kim erkek, kim Müslüman-kim Hristiyan, kim İslamcı-kim solcu, kim sufi-kim selefi... Bütün ayrı gayrılıklar bu meydanda son bulmuştu. Kimin ne olduğu kimsenin umurunda değildi. İnsanları ilgilendiren yegâne şey özgürlüktü. Ülkenin şu despot rejimden artık kurtulması gerekiyordu. O müthiş kalabalıkta tek olumsuz hadise yaşanmadı. Tam aksine büyük bir saygı havası hakimdi. Çadırlar rahat etmeleri için kadınlara tahsis edildi. İslamcı, solcu, liberal erkekler hep birlikte, Ocak ayının o keskin ayazında yan yana dışarda uyudu.
Tahrir Meydanı, devrimcilerin rüyalarını süsleyen “Özgür Mısır’ın minyatür bir modeliydi adeta.
“Başını dik tut, çünkü sen Mısırlısın”
İşte o an, “özgürlük” kelimesinin gerçek mânâsını kavradım. olduğunu anladım. Çünkü özgür insan anavatanına karşı bir aidiyet duygusu hisseder. Bu vatana sunacağı herşeyin aslında kendisine ve çocuklarına fayda olarak geri döneceğine inanır. Vatan, insana haysiyetini ve şerefini verir. Buna karşılık vatan için ciddi şekilde çalışmak, vatana sadık olmak ve yeri gelince hayatını onun uğrunda vermek gerekir. İşte bu yüzden Ocak Devrimi’nin sloganı şöyleydi:
“Başını dik tut! Çünkü sen Mısırlısın!”
Devrik Cumhurbaşkanı protestoları kargaşa ortamına çekmek için hapishaneleri boşaltıp suçluları serbest bıraktığında tüm Mısır halkı aralarında iş birliği yapıp evleri, sokakları, semtleri, şirketleri ve bankaları korumak için halk komiteleri kurdular. Güvenlik işini bizzat üstlenip kargaşaya mahal vermediler.
Şimdi ne durumdayız?
25 Ocak devriminin üzerinden tam 10 yıl geçti. Bahsi daha önce geçen “Bulak Dekrur” mahallesindeyiz. İşsiz bir öğretmen, okuldan çıkacak öğretmen hanımını bekliyor. Peki, niçin? İşlek bir caddenin ortasında, o insan kalabalığı içerisinde önce bir tartaklayıp daha sonra defalarca bıçakladıktan sonra boğazını kesmek için. Bu alçakça fiilin sonrasında ne yapıyor? Zavallı kadını o halde kaldırımın ortasına terkedip polisin gelmesini beklerken, üstüne bir de sigara tüttürüyor.
Mevzu sadece işlenen suçun iğrençliği değil. O suç işlenirken yoldan geçen yüzlerce kişinin, etrafta bulunan onlarca esnafın, mahalle sakinlerinin vurdumduymaz tavrı kan donduruyor. Hiçbiri kurbanı korumak için kılını bile kıpırdatmadı. Sadece bir kişi, evet bir kişi, hadisenin videosunu çekip Facebook’ta yayınladı. 10 yıl içerisinde bir toplumun nereden nereye geldiğini görebiliyor musunuz? Nerede o Tahrir Meydanı’nı dolduran, ülkesinin geleceği için güzel hayaller kuran nezih topluluk, nerede günümüzün hissiyatını yitinmiş Mısır toplumu?
Evet, koca bir toplumu kökünden değiştirmek için Sisi rejiminin yedi senesi yetti. Mısır’daki suç oranı Arap ülkeleri arasında dördüncü, Afrika kıtasında ise sekizinci sıraya yükseldi. Aile içi suçlarda 2019 yılı rakamları yüzde 33.5’i gösteriyor. Mısır Millî Sosyal ve Suç Araştırmaları Merkezi'nin açıkladığı rakam bu. Dünya Sağlık Teşkilatı verilerine göre Mısır, 2016 yılındaki 3799 intihar vak’ası ile Arap ülkeleri arasında başı çekiyor.
Mısır toplumu paramparça
Mısır Göç ve İstatistik Merkezi rakamları, ülkede her saat başı 27 boşanma vak’ası bildiriyor. 2014-2017 yılları arasında ülkeden göç edenlerin oranında geçmiş döneme nispetle yüzde 70.4 gibi muazzam bir artış var. Rakama vurulduğunda bu 10.2 milyona karşılık geliyor. Sisi rejimi 2013 Temmuzunda askeri bir darbeyle göreve gelmeden önceki rakam 6 milyon civarıydı. Neredeyse iki misli artış var. Mısırlılar ülkelerinde artık bir gelecek görmüyor, ülkeden kaçıyorlar. Bu kaçışın tamamen kanuni yollardan olduğunu sanmayın lütfen. 2017 yılında, aralarında 151 çocuğun bulunduğu 1773 Mısır vatandaşı, kaçak yollardan Avrupa’ya gitmek isterken Akdeniz’in sularında boğuldu. Bu rakam da Yasadışı Göç ve İnsan Ticareti ile Mücadele Ulusal Komitesi'ne ait. Kaçak yollardan ülkeden kaçmak isteyenlerin yüzde 58’ini 18 yaş altı çocukların oluşturması işin daha da yürek yakan boyutu. Ucunda ölüm olduğunu bile bile Sisi’nin mahvettiği Mısır’dan kaçıyor bu insanlar!
- Mısır’ın içinde bulunduğu durum, Abdurrahman el Kevakibi’nin “Tabaiğ-ul İstibdad ve Mesariğ-ul İstiğbad / Despotluğun Karakteri ve Kölelikle Mücadele” adlı kitabında ne güzel özetlenmiş. Kevakibi diyor ki:
“Despot, kötü ahlakın yayılmasını bizzat üstlenir. Ahlaki yozlaşmanın tıpkı bir ekin böceği gibi toplumun bünyesini tahrip etmesini sağlar. Hastalık ilerler, tedavi ise zorlaşır.”
Aynen üstadın dediği gibi: Fesat ehli bir zorba, özgür ve dürüst insanların üzerine nasıl yönetici olabilir? Çünkü bir despotun yapacağı ilk şey, toplumun değerler sistemini yozlaştırmak, toplumu bir arada tutan unsurları parçalamak ve insanların ahlakını bozmaktan ibarettir.
Böylece karı-koca ile kardeşler bile artık birbirlerine güvenemez hale gelirler, toplum birlikteliği bozulur ve yegane güç olarak bizzat despotun kendisi kalır. Kimseye güvenmeyen bireylerden oluşan toplumlar, kimseye hesap da soramazlar. Kendilerine tayin edilen sınırlar içerisinde, vakitlerini boş yere harcayarak ömür süren yığınlar vardır sadece.
Kamusal alanda ifsat
Askeri darbeyle birlikte rejim, Mısır toplumunda ifsadı yaygınlaştırmak için medya ve sanatı itina ile kullanmaya başladı. Şarkıcılardan biri çıktı, “Biz bir halkız, onlar başka bir halk. Bizim bir Rabbimiz var. Onların ise başka Rableri var” diye bir kelam edebildi. Dizilerde, sinema filmlerinde, piyasaya çıkan şarkılarda yasak ilişkiler ve müstehcenlik doruğa çıktı. Ne kadar ipsiz sapsız, haydut ruhlu tip varsa rejim tarafından sanatçı unvanı verilerek gençlere rol modeli olarak sunuldu. Ekranlar toplumun manevi değerlerini berhava etmek için şiddet, cinayet, uyuşturucu ve cinsel münasebet görüntüleriyle dolduruldu. Koca Mısır toplumu sanki bir avuç sahte kabadayı ile fahişelerden oluşuyordu. Aile kavramı darmadağın edildi, yozlaşmış işadamları makbul sayıldı.
İş sadece medya söyleminde de kalmadı. Askeri darbe rejiminin lideri Sisi, Mısır’ın vizyonunu yerin dibine dek indiren ilginç sözler söyledi. Ne dedi mesela?
- “Biz zaten çok fakir bir toplumuz.”
- Başka?
- “Yitik bir ülkede eğitim ne işe yarar?”
- Başka?
- “Sizi nasıl doyurabilirim, bilemiyorum. Kendimi satabilsem satardım. Mısır’ı yiyin!”
- Başka?
- “Mısır sırtını açtı, omuzları çıplak kaldı.”
- Bu son sözüyle Ocak Devrimi’ni günah olarak görüyor, Mısır’ı bir fahişeye benzetiyordu!
Sisi, 25 ocak’ı unutma!
Güya eğitimde, sağlıkta, ulaşımda reformlar yapacaktı. Öyle söylüyordu. Sıradan Mısırlı vatandaş, hergün tren kazalarında ve düzgün olmayan yollarda can veriyor. Hastanelerde yangınlar çıkıyor. Sağlık sisteminin ne kadar çürük olduğu korona salgınıyla daha bir anlaşıldı. Eğitim kalitesi itibariyle Mısır çoktan dünya listelerinden silinip gitti.
Fakat bütün bunlar Sisi gibi bir despota zarar verebilir mi? Tam tersine, bu kötü şartların tümü oturduğu koltuğu daha da sağlamlaştırır. Ne pahasına? Ocak Devrimi’nin “Özgürlük-Sosyal Adalet-Haysiyet” sloganı pahasına.
Tarih, ibret alanlar için bir derstir. Özgürlük, Allah’ın insan fıtratına yerleştirdiği bir değerdir. Kalpte sadece bir tohum olarak kalmaz, gün geçtikçe boy verir ve kocaman bir ağaca dönüşür. Bu ağaç, toplumu ve ülkeyi bağrına basar, gölgesinde barındırır. Despotlara ise sadece biraz mühlet verir. 25 Ocak Devrimi, bunun en büyük delilidir.