İran Türkleri tarihi dönüm noktasında
İran Türkleri hâlihazırda rejimin reform yapamayacağını ve dağılmaya mahkûm olduğunu çok iyi biliyor. Fakat mevcut muhalefet gruplarıyla (Fars Milliyetçileri, Saltanatçılar, Solcular) aynı yolda yürümenin mümkün olamayacağının da farkında. İçeride memnuniyetsizlik arttıkça özerk bir Azerbaycan talebi daha da yüksek sesle dillendirilmeye başlanacak. Karabağ meselesi, işte tam da bu noktada tarihi bir dönemeci ifade ediyor. Şiiliğin çimento olduğu zamanlar kırk yıl öncede kaldı. Türkiye’den bakanlar işte bunu göremiyor.
İran; Türkiye'nin en eski ve en önemli komşularından biri olmasına rağmen Anadolu’da hep kapalı kutu olarak anılageldi. Birçok benzerliğe rağmen İran, en basit tabiriyle bilinmiyor, yeterince ilgi görmüyordu. Ta ki, Suriye krizinin patlak vermesine kadar. Ankara'nın Tahran ile çıkar çatışması yakınımızdaki uzağın fark edilmesini sağladı.
- 1979 devrimiyle birlikte Anadolu’da “İslam ülkesi” etiketiyle servis edilen İran putu, Tahran’ın Esed rejimini on binlerce insanın kanı pahasına savunmasıyla aniden çöktü. Gelişen hâdiseler, İran'ın içine de bakma gereği duyurdu ve asırlardan beri hep var olan İran Türkleri âdeta yeniden keşfedildi.
Fakat ve ne yazık ki, İran Türkleri âdeta “karanlıkta fil tarifi” yaparcasına Türkiye'de anlatılmaya başlandı. Nüfusları, coğrafi dağılımları ve en çok da Şii Mezhepçi yönetimdeki yerleri merak edildi. Diğer konularda olduğu gibi İran Türklerini öğrenme sürecinde de çoğunlukla gerçek bilgi yerine resmi bilgiler esas alındı. İki kadim komşunun Ortadoğu'dan sonra bu defa Güney Kafkasya'da, Karabağ'da yolları kesişince coğrafyadaki Türk ağırlığı kendini göstermeye başladı.
Suriye’de kamuoyunun tüm itirazına rağmen zerre yolunu değişmeyen İran, Karabağ'da Türklerin baskısı sonucunda geri adım atmak zorunda kalarak söylem değişikliğine gitti. İşte bu noktada, gözden gelinemez İran Türkleri gerçeği kendini âdeta dayattı.
Karabağ, İran Türkleri’ni öne çıkardı
Türkiye ve İran, Ortadoğu'nun ardından bu sefer de Kafkasya'da karşı saflarda yer alıyor. Türkiye Karabağ konusunda net bir şekilde Azerbaycan'ın yanında yer alırken, İran'ın Ermenistan safında pozisyon aldığı bilinen bir gerçektir. Tahran 90'lı yılların başından beri Karabağ'ın işgal sürecinde aldığı pozisyonu kararlılıkla sürdürüyor. O vakitler İran ciddi propaganda neticesinde kamuoyunu tarafsız ve hatta Azerbaycan'dan yana olduğuna ikna etmek açısından başarılı gözükmüş olsa da, bugün halkı tarafsız olduğuna ikna edemiyor. Üstelik söylem değişikliğine rağmen. İran yönetimini söylem değişikliğine zorlayan en bariz sebeplerin biri muhakkak Güney Azerbaycan faktörüdür.
Peki, Güney Azerbaycan neresi?
Bingöl Dağlarından kaynaklanan ve bin küsür kilometre yol aldıktan sonra Hazar Denizine dökülen Aras (Azerbaycan deyimiyle Araz) nehri, Güney Azerbaycan hikâyesinin de başlangıç noktasıdır. Aras nehri 1828’de Rus İmparatorluğu ile İran [Kaçar Hanedanlığı] arasında yapılan Türkmençay Antlaşması ile sınır olarak kabul edildi. Böylelikle Aras, Azerbaycan coğrafyasını ikiye ayırdı.
1918’de Azerbaycan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan edince Azerbaycan adı güneydeki etkisi yüzünden Kaçar hükümetinde ciddi rahatsızlığa sebep oldu. Aynı korku 1990’larda Sovyetler Birliği dağılıp Azerbaycan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan edince tazelenmiş oldu. Mantık basitti, Aras’ın kuzeyi [Azerbaycan Cumhuriyeti] güçlendikçe Aras’ın güneyine ilham kaynağı oluyordu. O gün bu gündür, tüm teferruatıyla konu aşağı yukarı aynı şekilde devam ediyor.
Türklere ‘Azeri’ yaftası vurdular
Pehlevi Hanedanı iş başına geldikten sonra yeni bir ulus devlet anlayışı dizayn etti. Pehlevi’den öncesine dek “İran'ın Muhafaza Edilmiş Ülkeleri” ismiyle anılan ülkede tek meşru ve resmî görüntü Fars etnik kimliği üzerinden verildi. İran’ın kuzey batısını tamamen kaplayan ve merkeze kadar uzanan Azerbaycan bölgesinde, Aras’ın kuzeyinde bir özerk devlet ortaya çıkacak ve sonunda ayrılacak gözüyle bakıldı.
Dönemin Dışişleri Bakanı Ali Akber Salehi’nin Türkiye ziyaretindeki sözünü baz alacak olursak, İran nüfusunun en kötü ihtimalle yüzde 40’ı Türklerden oluşuyor. Pehlevi döneminin Fars milliyetçisi politikalarından bile o kadar etkilenmeyen halk, yakın zamana dek kendini sadece Türk olarak tanımlıyordu. Ancak zamanla Azerî, Azerî Türkü, Azerbaycan Türkü gibi bir sürü farklı ibareler ortaya çıktı.
Tahran sevmedi, Ankara görmedi
İran’daki Türklerinin yoğun bir şekilde yaşadığı topraklar, hemen Türkiye sınırından başlayıp Aras nehrinin kenarından devam ediyor, Hazar Denizinden Tahran’a dek iniyor. Türklerin böylesine büyük bir coğrafyada asırlardan beri yaşamalarından açıkçası Tahran yönetimi pek hazzetmedi. Fakat asıl tuhaf olan, Ankara’nın bu devasa Türklüğü görememesi oldu. Bu Türklük, ancak son zamanlarda, Karabağ meselesinde İran’ın Ermenistan’ı desteklemesi sayesinde göze batmaya başladı.
İletişim çağı İran’ı fena yakaladı
İletişim imkânlarının böylesine zengin olmadığı zamanlarda içerde yoğun propaganda ile İran Türklüğünü bir şekilde hipnotize etmeyi başaran İran yönetimi, Ermenistan’ı gönül rahatlığıyla destekliyordu. Fakat günümüz şartları Tahran’ın artık bu kadar açık pozisyon almasını engelliyor. Çünkü Azerbaycan’ın güneyinde yaşayan Türkler arasında Ermenistan’a gönderilen tırları gösteren videolar paylaşılıyor. Evet, üzerinden bir ay geçmiş olsa da Tahran, Ermenistan’a giden tırlar konusunda kamuoyunu bir türlü ikna edebilmiş değil.
Gürcistan sınırlarını Ermenistan’a kapatınca Erivan’ın imdadına İran koştu. Hâl böyle olunca İran'da Türkler ayaklandı ve Tebriz’den Tahran’a değin tüm baskılara rağmen geniş protestolar gerçekleşti. Türkler, yönetimin Ermenistan’a verdiği desteği protesto ettiler. Tüm itirazlara rağmen hâlâ Ermenistan ile sınırını açık tutan tek ülke olsa da İran mecburen geri vites yapmak zorunda kaldı. Yine bilindik taktik devreye girdi, Ali Hamaney’in yıllar önce hangi şartlarda söylediği dahi bilinmeyen “Karabağ İslam Toprağıdır” cümlesi etrafında yoğun propaganda yürürlüğe kondu. Ancak netice itibariyle İran Türkleri, Tahran rejimini geri vitese zorlamakla ilk defa gerçek anlamda ağırlığını ortaya koymuş oldu.
Çimento unsur Şiilik mi?
Asırlardan beri komşu İran’da yaşayan on milyonlarca Türkün varlığından bihaber olanların yaptıkları yorumlara bakınca şaşırmamak mümkün değil. İran’ın mezhepçi karakteri ve yayılmacı politikaları özellikle Suriye krizinden sonra dikkatleri üzerine çekti. Bu nedenle Türkiye’de İran analizleri bir hayli yoğunluk kazandı. Fakat nicelik artarken nitelik neredeyse unutuldu. İran’ın her yaptığını mezhepçi karakteriyle açıklamaya çalışmak büyük yanlışlara yol açtı ve sonraki yanlış okumaları da beraberinde getirdi.
Bunun en bariz örneği Karabağ hâdisesi oldu. İran’ın Karabağ konusunda Şii Azerbaycan'ın karşısına geçip Hıristiyan Ermenistan’ın yanında yer alması kifayetsiz yorumların deyim yerindeyse iflahını kesti. İran konusunda her şeyi mezhepçi karakteriyle açıklamaya çalışanlar, konu Azerbaycan olunca şaşırıp kaldılar. Televizyonlarda ahkâm kesenler, 30 yıllık işgal boyunca Erivan’ın yanında duran sanki İran değilmiş gibi meseleyi hayretler içinde ele aldılar, bir türlü mânâ veremediler.
İşte bu tek boyutlu kısır bakış sayesinde bir sürü İran gerçeği de arada kaynadı gitti. Ali Hamaney’in Tebriz’de Türkçe şiir okumasını görüp “Devrim Lideri bile Türk” diyebildiler. Nedense Safevilerin Türk olduğunu hatırlayıp Çaldıran’dan bahis açtılar ama İran’da on milyonlarca Türkün varlığından niçin bihaber olunduğu sorusu kimsenin aklına bile gelmedi.
Türkler görmezden gelinemez
İran deyince Türkleri anmadan olmaz. Bu ne demek? İran nüfusunun en az yüzde kırkından söz ettiğimiz zaman 30-40 milyonluk bir toplumdan bahsediyoruz demektir. Bu toplumu, sıradan azınlık gibi görüp okumak bizi yanıltabilir. İran yönetimi de hep bu dengeyi dikkate alarak yürüdü. Türkleri kaybedince İran’ı kaybetmiş olacaktı çünkü.
Bu sebepten Türkler diğer etnik gruplar ile aynı kefede tutulamaz. Yönetim kendi bekâsı için Türkleri karşısına almamalıdır. Nitekim İran tarihi bunun acı tecrübeleriyle doludur. Mesela Pehlevi yönetimi Türkleri dışladı. Bunun neticesinde muhalif Türk kitlesini karşısında buldu. Devrimin lokomotif gücü Türklerin Pehlevi iktidarına duyduğu öfke oldu. Devrimin liderleri, bu öfkeyi Şah aleyhine seferber etmek için din olgusunu tepe tepe kullandılar.
Devrim sonrasında Türk toplumu büyük heyecan ve umutlarla doluydu. Ancak aradan geçen koskoca 40 yıla rağmen asgarî isteklerini bile elde edemediler. Özellikle son yıllarda ekonomik konular başta olmakla birlikte İran halkı yönetimden sıdkını sıyırdı, itirazlar yükselmeye başladı. Dış politikada sürekli alan kaybeden İran yönetimi içte de sorunlarla baş edemedi, çözüm olarak kendi halkına sarılmak yerine daha da saldırgan bir kimliğe büründü. Neticede soğukkanlılığını yitirdi, hata üstüne hata yaptı.
İran halkı ayakta
Düşürülen Ukrayna uçağı bu hataların en görünür olanı. Korona felaketinde iyice beliren basiretsiz yönetim, bardağı taşıran son damla oldu. İran’da halk ayakta, hayat pahalılığı nedeniyle atılan her sloganın ardından rejim değişikliği isteniyor. Yılların birikmişliği önlenemeyecek bir patlama noktasına doğru gidiyor. Tahran’ın tek yapabildiği biraz daha zaman kazanmaya çalışmak ve ABD ile masaya oturma hayalleri kurmak.
Ülkedeki itirazlarda her analistin dikkatini çeken bir konu var. İran tarihinde istisnasız tüm halk hareketlerinde öncü konumunda bulunan Türkler bu kez geri mi duruyorlar? Evet, ama bu son derece aktif bir itiraz biçimi. Sebebi ise çok net. İran Türkleri, büyük çoğunluğu yönetimden daha radikal Fars Milliyetçisi olan muhalefette bir türlü istediğini bulamıyor. Çok uzak değil, 40 yıl öncesinde başarısız bir tecrübe var. Kısaca Tebriz şunu düşünüyor: Bangır bangır Fars Milliyetçiliği yapan bir muhalefetle nereye varılır?
İran Türkleri hâlihazırda rejimin reform yapamayacağını ve dağılmaya mahkûm olduğunu çok iyi biliyor. Fakat mevcut muhalefet gruplarıyla (Fars Milliyetçileri, Saltanatçılar, Solcular) aynı yolda yürümenin mümkün olamayacağının da farkında. İçeride memnuniyetsizlik arttıkça özerk bir Azerbaycan talebi daha da yüksek sesle dillendirilmeye başlanacak. Karabağ meselesi, işte tam da bu noktada tarihi bir dönemeci ifade ediyor. Şiiliğin çimento olduğu zamanlar kırk yıl öncede kaldı. Türkiye’den bakanlar işte bunu göremiyor.
Peki, ne yapılmalı?
İran Türklerinin bir gözü Bakü’de ise diğer gözü de Ankara’da. Bugün Türkiye’nin verdiği destek ile otuz yıllık Karabağ sorununun çözüme doğru ilerlediğini görüyorlar. Bu iç açıcı manzara, Tahran’ın propagandası sonucu çözümünden umut kestiği nice meselede İran Türklerinin yeniden umutlanması demek. Nitekim İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi, Karabağ diplomasisi için yola çıkmadan önce Tebriz valisiyle saatlerce görüştü. Bunun ne mânâya geldiği ortada. Tahran Karabağ sorununun çözülmemesi için elinden geleni yapacak. Buna gücü yetmezse başarıyı hafifletmeye çalışacak, o da olmazsa sorunun çözülmesinde Türkiye’nin değil İran’ın etkili olduğunu Tebriz’de servis etmeye çalışacak.
- İran bu algı operasyonunu sadece Tebriz’de değil, Bakü ve Ankara’da da yapacak. Türkiye İran’da Türk olduğunu henüz keşfederken maalesef İran yıllar öncesinden Türkiye kamuoyuna yönelik harekete geçmişti bile.
- Türkiye’de İran Türklerine ilgi arttıkça;
- • “İran düşerse Türkiye düşer”
- • “İki ülkenin arası bozulur”
- • “İran devrim yapmış tek Müslüman ülkedir”
- • “Amerika’ya kafa tutuyor” gibi cümleleri daha fazla duyacağız.
İran’da domino taşları devrilmeden önce Ankara, İran Türklerini gereği gibi okuyup tanımak zorundadır. İran’da işler değişirse Türkler başka alternatiflere yönelmek durumunda bırakılmamalıdır. Türk dünyası için İran Türklüğünün önemi büyüktür, bu gerçek artık gözardı edilemeyecek boyuttadır.