Her kötülüğe karşı kullanışlı bir kalkan - İstanbul Sözleşmesi
‘Aile kurumunu zayıflatmak, çocukların cinsel gelişimine zarar vermek ve eşcinselliği normalleştirmek’ için çalışan ve her eleştirildiklerinde İstanbul Sözleşmesi’nin arkasında saklanan eşcinsel ve feminist örgütler, imtiyazlarını kaybetme korkusuyla daha da saldırganlaştı. ‘Kadın hakları’ kılıcı ve İstanbul Sözleşmesi kalkanıyla aile kurumuna saldıran radikal örgütler ve onların hamisi AB kurumları, sözleşmeden çıkmak isteyen ülkeleri tehdit etmeye başladı.
Avrupa Birliği’nin dayatmalarıyla 2011 yılında İstanbul’da imzalanan ve bu nedenle de adı ‘İstanbul Sözleşmesi’ olan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” önünü açtığı tehlikelerin daha iyi görülmesiyle nihayet Türkiye’deki miadını doldurdu. AK Parti ve Cumhurbaşkanlığı’ndan son zamanlarda yapılan açıklamalar da Türkiye’nin bu tuzaktan kurtulmak için resmi olarak harekete geçtiğini gösteriyor.
Sözleşmenin 9 yıl sonra bir anda yeniden gündeme gelmesi ise, sözleşme her ne kadar ‘kadına şiddet’ konusunda düzenlenmiş olsa da, bunun arkasında saklanan eşcinsel örgütlerin ve bunların militanlarının son zamanlarda toplumu terörize etme çabasından kaynaklanıyor.
Önce eşcinsel örgütlerin bu yılki sokak eylemlerinde provokasyonun dozunu kaçırması, ardından Netflix’in başını çektiği eşcinsel lobisinin dayatma ve zorlamaları sözleşmenin maskesini düşürdü. Konuyu ilk gündeme getiren isimlerden Numan Kurtulmuş’un “Bizimle asla uyuşmayan iki husus var. Biri ‘toplumsal cinsiyet’ meselesi, diğeri de ‘cinsel yönelim tercihi’. Bu iki meselenin LGBT gibi marjinal unsurların ekmeğine yağ sürecek kavramlar olduğu ya da onların arkasına sığınarak faaliyet yapabilecekleri alanlar olduğu görülüyor” sözleri, sözleşmedeki gizli tehlikenin artık kendini ele verdiğini gösteriyor.
Tehlike O Gün Fark Edilmedi
2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi, yeter imza sayısına ancak ulaştığı için 2014 yılında yürürlüğe girdi.
10 ülke ile başlayan macera, bugün 46 ülkenin imzasıyla geniş bir yaygınlık kazandı. Ama imzalayan ülkelerin hepsi de bu sözleşmeyi uygulamak zorunda değil. Sadece 32 ülke sözleşmeyi onaylayarak uygulamayı taahhüt ediyor. İngiltere’nin başını çektiği bir grup ülke ise, ‘dostlar alışverişte görsün’ kabilinden imzayı attı ancak hükümlerini uygulamak için bir taahhütte bulunmadı.
Sözleşmeye çekimser yaklaşan ülkelerin en büyük itirazları iki başlıktan kaynaklanıyor. Birincisi kadına şiddeti zaten iç kanunlarıyla engelleyebilecekleri; ikincisi ise adı konulmamış ‘toplumsal tehdidin’ daha önceden fark edilmesi.
Türkiye ise 2010’dan sonra çıkardığı kanunlarla kadına yönelik pozitif ayrımcılığı AB standartlarının bile üzerine taşıdı. Hatta 2012 tarihli 6284 sayılı yasa, bugün bile dünyada eşine az rastlanır bir ‘pozitif ayrımcılık’ örneği olarak gösteriliyor. İstanbul Sözleşmesi de, o günlerin ‘pozitif ayrımcılık’ rüzgarıyla topraklarımıza girmişti.
‘Eşcinsel Ve Feminist Lobisinin İşi’
İmzalandığı günlerde tehlikesi fark edilemeyen sözleşme, özellikle son aylarda eşcinsel örgütlerin radikal faaliyetleri için bir kalkana dönüşünce, tepkilerin de odağı oldu. Sadece Türkiye’de değil Avrupa’da da sözleşmeyi ‘aile mefhumunu zayıflatmak, çocukların cinsel gelişimine zarar vermek ve eşcinselliği normalleştirmek’ için kullanan ve bu faaliyetleri için her eleştirildiklerinde İstanbul Sözleşmesi’nin arkasında saklanan eşcinsel örgütler, imtiyazlarını kaybetme korkusuyla daha da saldırganlaştı. ‘Kadın hakları’ kılıcı ve İstanbul Sözleşmesi kalkanıyla aile kurumuna saldıran radikal örgütler ve onların hamisi konumundaki AB kurumları, sözleşmeden çıkmak isteyen ülkeleri tehdit etmeye başladı.
- Sözleşmeden çıkmak için en etkili adımı atan Polonya’nın Başbakanı Polonya Başbakanı Zbigniew Ziobro, sözleşmenin aileyi yıkmaya çalıştığını belirterek yasal adımları atacağını açıkladı. Ziobro, sözleşme için en açık ve yerinde tanımı da şu sözlerle yaptı: “Bu sözleşme eşcinsellerin ideolojisini meşrulaştırmak isteyen feministler tarafından yapılmıştır”
Sinsi Fikirlerin ‘Gargat Ağacı’
Türkiye’nin sözleşmeden çıkacağının açıklanması, feminist ve eşcinsel lobisinin Türkiye ayağını da harekete geçirdi. Özellikle sosyal medyada saldırgan kampanyalar düzenlendi. Önce feminist örgütler tarafından mor çerçeveli bir logo hazırlanarak sözleşmeye destek verenlerin sosyal medyada görünür olması sağlandı. Logo’nun ‘kadına şiddete karşı’ olduğu algısıyla, konu hakkında fikri olmayan gruplar da ‘mor çemberin içine’ çekildi.
- ‘Mor çerçeveliler’ geçtiğimiz hafta sosyal medyadaki ilk eylemlerini ‘kürtaj haktır’ başlığıyla yaptı. Kürtajla ilgili herhangi bir tartışma olmamasına rağmen, konu gündeme getirilerek bebek katlini meşrulaştırmak isteyen binlerce mesaj atıldı. Üstelik Türkiye’deki kürtaj serbestisi, Avrupa’daki pek çok ülkeye nispetle üzücü derecede geniş olmasına rağmen. Kampanyaya katılanların ortak noktası ise, kürtajı savunurken İstanbul Sözleşmesi’nin arkasına saklanmasıydı.
Yine geçtiğimiz hafta uluslararası düzeyde başlayan “#ChallengeAccepted” kampanyası da ilginç bir boyuta dönüştü. Sosyal medyadaki diğer ‘challenge’lardan farklı olarak kimin kime meydan okuduğu ya da kimin hangi meydan okumayı kabul ettiği belli olmayan kampanyanın ana teması ise ‘meydan okuyan güçlü kadın’ imajıydı. Bu kampanyanın Türkiye’deki bayraktarları da yine feminist ve eşcinsel örgütlerle İstanbul Sözleşmesi savunucularıydı.
Asıl Meydan Okuma Da Geldi
Sosyal medyadaki meydan okumaların arasında, önemli bazı şirketlerin açıklamaları dikkat çekti. TUSİAD, Koç Grubu, Sabancı Grubu, Borusan, Zorlu gibi büyük şirketler, İstanbul Sözleşmesine destek adı altında yayınladıkları bildirilerle feminist grupların kampanyasına katıldı. ‘İstanbul Sözleşmesi yaşatır’ sloganıyla Türkiye’deki iç kanunları hiçe sayan ve feminist manifestoya destek veren bu şirket ve kurumların ortak özelliği ise, Türkiye’nin en büyük reklam verenleri olması. Eşcinsel/feminist lobisi ile ‘normal insanlar’ arasındaki kutuplaşmada ellerindeki ekonomik gücü kimden yana kullanacağını ilan eden bu şirketler, böylece sözleşmeden çekileceğini açıklayan yetkililere de ‘challenge accepted’ demiş oldu.
Kadın hakları savunuculuğu maskesiyle ekonomik meydan okuma yapan şirketlere itiraz ise yine kadınlardan geldi. Pek çok kadın, yönetim ve beyaz yaka kadrosunda tesettürlü kadınları çalıştırmadığını, hatta mütesettir gençleri staja bile kabul etmediğini kendi deneyimleri ve örneklerle anlatarak özellikle Koç grubunun gerçek yüzünü bir kez daha ifşa etti.