‘Ankara Kriterleri’ne dönme zamanı
Sevgili Reisimiz, birkaç defa ifade etmiştiniz, "Biz Kopenhag kriterlerinin adını, Ankara siyasi kriterleri olarak değiştirir, yolumuza devam ederiz." Lütfen artık kendimize gelelim... ‘Ankara Kriterleri'ne dönmenin zamanı geldi de geçiyor.
İfrat, ya da tefrit üzere oluyoruz.
Orta yolu, bir türlü bulamıyoruz.
Hâlbuki Rabbimiz, bizi 'vasat' bir ümmet yaratmış.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, bütün kanunlarımızı batıdan kopya ettik. Medeni Kanun İsviçre'den, Ceza Kanunu İtalya'dan, Cumuk’u Almanya'dan...
Cumhuriyet, yönümüzü tamamen batıya çevirmişti. Halkın batılılar gibi bir hayat sürmesi için kanun ve yönetmeliklerin tamamı, batıdan alınıyordu.
- Uğur Mumcu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını şöyle tarif ediyor: "Türk vatandaşı İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalya ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir."
Sağlık, ulaştırma ve bazı bürokratik işlemlerin kolaylaştırılmasında olağanüstü işler başaran AK Parti hükümetleri, maalesef hukuk alanında istenilen başarıyı henüz yakalayabilmiş değil.
Hatta bazı alanlarda Anadolu insanını örf, adet, gelenek ve dinden koparmak için özel gayret sarf edilmiş hissi uyandırıyor.
1926 tarihli eski Türk Ceza Kanunu; 440. maddesinde kadınlar, 441. maddesinde de erkekler için 'zina suçu'nu düzenliyordu.
Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemenin eşitliğe aykırı olduğu itirazı üzerine 23 Eylül 1996'da 441. maddeyi iptal etti. Mahkemenin verdiği 1 yıllık sürede yeni düzenleme yapılmayınca zina erkekler için suç olmaktan çıktı.
2004 yılında AK Parti, Türk Ceza Kanunu'nu tamamen yeniledi.
AK Parti, 'zina'nın tekrar suç sayılması için girişimde bulundu. Baykal, AK Parti'nin bu girişimini 'ihanet' ilan etti ve Avrupa Birliği de buna karşı çıktı. Böylece 'zina suçunu' ceza kanununa ekleyemedi. Bugün 'zina' suçu diye bir suç yok.
Bir başka garabet ise İstanbul Sözleşmesi...
İstanbul Sözleşmesi'nin insanlığa, Türkiye'ye ve İstanbul’a kurulmuş bir tuzak olduğu kanaatindeyim.
Neden derseniz...
İstanbul'un Müslüman toplumlar üzerinde bir saygınlığı var.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, Müslümanlara 'İstanbul' dediğinizde bir saygınlık bir ihtiram hissiyatına şahit olabilirsiniz...
Bu saygınlık ve ihtiramı yok etmeye yönelik bir girişimdir İstanbul Sözleşmesi...
“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 11 Mayıs 2011’de İstanbul’daki Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında kabul edildiği için adına 'İstanbul Sözleşmesi' denilmiştir. Orijinal metin İngilizce ve Fransızca olarak hazırlanmıştır.
Temmuz 2020 itibariyle 46 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmış, imzacı ülkelerden 32 tanesi sözleşmeyi onaylamış. Bu metni maalesef ilk onaylayan ülke Türkiye olmuştur.
Avusturya, Hollanda, Finlandiya, İsveç, Norveç, İsviçre, sözleşmenin bazı maddelerine itiraz etmiş; İspanya, Hırvatistan, Litvanya, Letonya, Polonya şerh koymuştur.
Rusya, Azerbaycan ve Vatikan sözleşmeyi imzalamamıştır.
Geçtiğimiz 4 Temmuz’da anayasa değişikliklerini halkoylamasına sunan Rusya'da, ilginç gelişmeler yaşandı.
Toplumsal Cinsiyet ve LGBT kavramlarının anayasa maddesi olarak yasaklanması yankı uyandırdı. Bu yasaklamaya me'haz kabul edilen şu yorum dikkat çekti: "Toplumsal Cinsiyet adlı cinsiyetin toplum tarafından dayatıldığı, insanların cinsiyetsiz olduğu, sadece erkek ve kadın değil, yüze yakın cinsiyet bulunduğu, bunların da birbirlerine eşit olduğu Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramı, İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen uluslararası BM anlaşmasına dayalı olarak yayılmakta. Rusya bunu bir Batılı işgal olarak gördüğü için karşı çıktı ve yayılan LGBT sapıklığını anayasa maddesi sayesinde gündemden kaldırdı."
İstanbul Sözleşmesi'nden birkaç maddeye dikkatinizi çekeyim:
- Üçüncü madde (b) fıkrasında, “Aile içi şiddet’ eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında meydan gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi anlamına gelir.”
'Partnerler' ne demek?
Şu mânâya geldiğini açıkça yazmıyorlar: Cinsel tercihlerine göre, erkek erkeğe veya kadın kadına homoseksüel ilişkilerde bulunan kişiler.
Bir başka garabet... Hatta garabet bile değil düpedüz 'tuzak'.
- Sözleşmenin orijinal metninde 'Domestic' olarak geçen kelime, Türkçe tercümede yumuşatılarak 'Aile' olarak tercüme ediliyor. Bu kelime “Ev içi her türlü arkadaşlık, ortak ev arkadaşlığı” mânâlarına gelir.
Hele hele 12. maddenin 1. fıkrası var ki bu madde toplumumuz için tam bir facia:
- “Kadınlar ve erkekler için, alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla, kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli tedbirleri alır.”
Bu madde resmen aileyi ortadan kaldırmak için konulmuş: "Kadınlar ve erkekler için, alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak..."
Sevgili Reisimiz, birkaç defa ifade etmiştiniz, "Biz Kopenhag kriterlerinin adını, Ankara siyasi kriterleri olarak değiştirir, yolumuza devam ederiz."
Lütfen artık kendimize gelelim...
'Ankara Kriterleri'ne dönmenin zamanı geldi de geçiyor.