Gaz vanaları
Bu kusursuz kuduruşun tek sebebi var, onların yalanlarına inanmayacağımızı bilmeleri. Yalan uydurup, ‘bu yalanı gerçekleştirin’ diye emrediyorlar adeta. Sonuç, Türkiye Ayasofya’nın bereketini görüyor. Bu gazdan gaza geçenler de kış müjdelerini peteğin dibinde çorap kuruturken izlerler artık.
Şuraya demli bir yazı bırakayım diye uğraştığım doğrudur. Daha önce de yazmıştım kötülük altın çağını yaşıyor. Kibir, şeytanın omuzlarına basıp yükseldiğini zannettiğindir. Göğe değil aslında kibirsizliğine bakarız. Kuşların kanadıyla silinip paklandığının farkında olan o ihtişamlı vefanın toprağıdır gök. Yağmurunu saklar ama kaybetmez. Rahmet kabına sığan bu muhteşem tevazunun zirvesidir gök. Topraksa gömülüp berzah derslerine çalıştığınız hasat ofisi. Zikriniz kadar rahatsınız, fikriniz artık dünyada asılı.
- Bir de su’dur en kibirsizi akıcı ve yalın. Avuçlarınıza sığdırdığınızın kibri sorulmaz. İlmini bilirseniz sizi boğmaz, bir duruşa sahipseniz sizi sürüklemez. Su derviştir. Su inandıklarımıza iman eden. Hz. Musa’nın asasıyla bakarsanız su size yoldur. Nuh’un gözüyle bakarsanız sırtında taşır sizi. Size dolar, size taşar. İyi bir dinleyicidir su.
Yine nereye gideceğim bu sözlerle. İnsan ayakları altına serilen sonsuz nimetlerin kibirsizliğinden nasiplenmediği sürece, böbürlenerek yürümenin kerametini kendinden sayar.
Böbürlenerek yürümek... Selamsız bir yüz, sabahsız bir ifade, küçük dağların büyük işletmecisi bir tüccar insan. Ne de çok sever bazen aşağılarda dolanıp yükseklere seslenmeyi. Kendini yeniden yoğurur insan, pembeleşinceye kadar kavurur ve afiyetle savrulur da yine de bu dağılmışlığı yüksek kelimelerle izah eder kendine.
Son zamanlarda ne çok parmak sallayanımız var. Ne çok “Ben demiştim” putları diş kırıyor ağzımızda. İnsan, hakikatin dolduruşuna gelseydi yalanla taşar mıydı bu kadar? O nefsimiz, ah o içimizdeki şeytanın köşeli koltukları. O iterek kaptığımız köşelerden rezilce sızıyor oluşumuz.
Birbirimizin üzerine toz kaldırmaktan bazen çamurun nereden sıçradığını göremiyoruz. Çok az kalmışız. Gerçek, yalanın kursağında yutkunma anına kadar harekete geçmiyoruz.
Sol kibri alçaklıktan kurtulmak için takoza ihtiyaç duyan kısa zekâlılığa dönüşüyor. ‘Doğal gaz’ diyorsun, bir anda gaz vanası oluyor hepsi. Bir tanesi ‘damak çikolata etmez bu müjde’ diyerek komple damak zekâsını ortaya koyuyor. Anlayacağınız bu ülkenin zenginliği sadece şeref züğürtlerinin çenesini yoruyor.
Bu kusursuz kuduruşun tek sebebi var, onların yalanlarına inanmayacağımızı bilmeleri. Yalan uydurup, ‘bu yalanı gerçekleştirin’ diye emrediyorlar âdeta. Yani sinekliği olan penceresine takıyor, olmayan da sanırım bu haşerat ekibin detone kanatlanışına maruz kalıyor.
İçinde varlık gösteremediğin iyi huyların yokluğu seni sarsmayacaktır da. Dünya boyama kitabı, sende olan kadar sıvayacaksın, o boşluğu küçük bir çocuk gibi dışarı taşıracaksın. O çevirip çevirip durduğun naylon koltuğun dönsün, sen değil. Sen dönünce duracağın yeri de sana benzetiyorsun.
Şimdi hatırlarsanız kendini aydın zanneden el feneri bir kesimin insanlarına eşelediği batağın suyunu püskürtmeye çalıştı.
- Şimdi genç kızların çeyiz seti parasını kaptırdığı 2500 liralık leblebi pazarcısı Yılmış Özdil de doğal gaz vanasının başında dönüp duranlardan. Nevşin’le ortak beyin hücresi kullanıyorlar sanırım. Yahut da bölüşüyorlar. Yürüyen gaz sancısı hepsi. Kimi morardı kimi allı güllü boyandı.
Sonuç, Türkiye Ayasofya’nın bereketini görüyor.
Bu gazdan gaza geçenler de kış müjdelerini peteğin dibinde çorap kuruturken izlerler artık.