Derinin rengi var, paranınsa yok
Banker bir büyüme, yükselme, hatta devasalaşma masalı. Zenci bir kapitalist üzerinden kapitalizmin son düzlükteki devleşmesinin. Ama şunu unutmamak mecburiyetindeyiz: Adına ister kapitalizm deyin, isterseniz de sermayedarlık; farketmez. Doların rengi her yerde daima yeşil. Ve dünyanın bütün sermayedarları tek millettir; rengine bakılmaksızın.
Banker (The Banker) adlı film ABD Senatosu’nun Devlet Operasyonları Komitesi’nin toplantısıyla açılır. Mesele de federal hükûmetin hangi bankaları sigorta kapsamına alacağının karara bağlanması.
Açılış konuşmasındaki ilk cümlelerden biri mühim: Bankalar hem Amerikan rüyasının, hem de kapitalizmin temel taşını teşkil eder. Demek ki neymiş, nerede banka varsa orada kapitalizm var demekmiş. Başka bir ifadeyle, siz adına ister faiz, isterse şu-bu deyin, mühim değil; bir bankadan bahsettiğinizde aslında düzayak kapitalizme, dolaylı yoldan da Amerika’ya hizmet eden bir mekanizmadan sözetmektesiniz. Bunun lâmı-cimi yoktur.
Bahsettiğim açılış konuşmasının akabindeki cümle şu minvalde: Banka sahiplerinin tecrübeleri, karakterleri ve dürüstlükleri, devlet tarafından mevcut kanunlarla yeterince garanti altına alınmamıştır. Bunu düzeltmenin vakti gelmiştir. İşte film, kapitalizmin bugünkü şahlanışını hazırlayan en önemli yapıtaşlarının döşenmesini temsil eden bir hikâyeye dayanmakta.
Yaşanmış hadiselerden esinlenilerek çekildiğine hususen işaret edilen 2020 tarihli yapımın yönetmeni George Nolfi. Samuel. L. Jackson, Anthony Mackie ve Nia Long ise başlıca rollerde. Filmde olaylar 1965’in Washington’unda geçer. Bernard Garret ve Joe Morris adlı iki zenci bankerin, sistemin gediklerinden istifade ederek sıkı birer kapitaliste dönüşmelerinin hikâyesi...
Açılışın ardından hızla 1939’ların Teksas’ına döneriz. Çarşının ortasında tezgâh kurmuş küçük bir zenci ayakkabı boyacısına. Ona ayakkabısını boyatan brokerların konuşmalarını küçük defterine kaydeden çocuk, sadece rastgele kulak misafiri olduklarıyla yetinmez; bazı iş görüşmelerini de gizlice dinler ve notlarını alır.
Bernard yükselmeyi kafasına koymuştur bir kere.
Yükselmenin yegâne şartı
Derisinin rengine, önündeki boya sandığına, sistemin ve devletin ona ortaklaşa biçtiği ‘kader’e ve bilumum toplum engeline rağmen çocuğun gayesi bellidir: Beyazların nasıl para kazandığını öğrenmek! Babasının “Zenciler bu şekilde para kazanamaz.” kabul ve ihtarına rağmen üstelik. O da vakti gelince bu engelleri daha rahat aşacağını düşündüğü bir yere gider: Los Angeles’a.
- Bernard zeki biridir. Ve burnu iyi koku alır. Bildikleri üzerinden bilmediklerini doğru hesap ederek uygun seçeneği bulmaktaki mahareti, varolan durumdan yakın geleceği doğru tespitteki öngörüsü onu, karısı ve çocuğuyla birlikte taşındığı bu yeni yerdeki ilk yatırımında yalnız bırakmaz.
Bir emlâk yatırımıdır bu. Ama parası, mülkü satın almaya yettiği hâlde mecburi tamirata yetmez. O da bir ortak bulur. Ortağı binanın sahibi İrlandalı bir beyazdır elbette. Amerika’da başka bir nevi zenci yani.
Gerard İrlandalı ortağıyla şehrin o kesiminde birçok mülk satın alır. Karsının fiili ve fikri desteğiyle adamımız hızla malvarlığını arttırır.
Ve akabinde de gelsin paralar.
Beyaz bir zenci
Filmde bir de Gerard’ın karısının akrabası başka bir zenci vardır; onun ikinci ve esas ortağı Joe Morris. Bernard’ın zıddına bu adam tam manâsıyla derisinin dışında ‘beyazlaşmış’ bir zenci görüntüsü verir. Ne ki melekler şehrinde cin gibi girişimciler kadar böylesi çürüklere de ihtiyaç vardır. Bernard’ın zıddına Joe sokaklardan gelmedir ve üzerindeki fiyakalı kıyafetlere, pahalı puroya ve parlak saatine rağmen hâlâ zencidir; zengin bir zenci. Bernard ise derisinin rengini unutmak istemektedir. Ve karşısındakine de unutturmak...
Onca ufak-tefek (veya kocaman) maniaya rağmen genç girişimcimiz başarı merdivenlerini hızla tırmanır. Her ne kadar vakti zamanında beyazlar kapitalizmi zencilerin kafataslarına basarak kurmuşlarsa bile arada bir-iki çıkıntı zencinin, sistemin çarklarını çözmesine pekâlâ müsaade edilebilir.
Hikâye bu ya, her şey sürgit iyi gitmez. Gün gelir İrlandalı ortak ölür. Aralarındaki anlaşmaya göre bizim zenci her mülkün yarısına sahiptir. Ama resmiyette. Yani tapuda işler öyle değildir tabii ki. Çünkü zencilerin mülk edinmesi kanunen yasaklanmıştır. Ortağının karısı bu durumdan istifade etmekten çekinmez ve bütün mülkleri yok pahasına bizimkinden satın almak ister.
Ne ki adamımız kapitalist bir ruhla doğmuştur ve yepyeni bir çözüm üretmekte gecikmez. Üretmekte, evet.
- Banker bir büyüme, yükselme, hatta devasalaşma masalı. Zenci bir kapitalist üzerinden kapitalizmin son düzlükteki devleşmesinin. Ama şunu unutmamak mecburiyetindeyiz: Adına ister kapitalizm deyin, isterseniz de sermayedarlık; farketmez. Doların rengi her yerde daima yeşil.
Doların!
Ve dünyanın bütün sermayedarları tek millettir; rengine bakılmaksızın.
Kapitalizm öldü mü? Kalbimizde mi yaşıyor?
Film bize banka, bankacı, faiz, vade farkı, kâr payı gibi meşru, yarı meşru ve gayrımeşru meseleler üzerine bir kere daha düşünme imkânını da vermekte.
Filmin kapitalizmi cidden eleştirdiğini düşünmek safdillik olur. Veya hâlen daha devam eden zenci ırkçılığını. Filmde bu minvalde gördüğümüz, bazı kapitalistleri överken bazılarını yermekten ibaret. Ama bir sistem olarak kapitalizm mi? O hep baki kalacak. Bu benim görüşüm değil; mevcut düzenden, hakiki manâda müşteki olmayanların, gizli veya aleni kabulü.
- Kapitalizmin ölümsüzlüğü inancının tam zıddına, şimdilerde iyice moda başka bir görüş daha var: kapitalizm öldü.
Hani son haftalarda, belki biraz da umutsuzluğun karamsarlığını bir nebze olsun dağıtabilmek maksadıyla “Artık yeni bir dünya doğuyor. Eski dünya öldü. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” şeklinde bir terane tutturduk ya. Hatta bazılarımız hakikatin haddini iyice aşıp “Biz geldik, geliyoruz. Heyt beee!” naraları bile atıyor. Acaba bu kişiler Banker’i izlediklerinde bahsettikleri o değişimin bizim için hiç de hayır getirmeyeceğini; korona virüsüyle birlikte yaşadığımız bu süreç sonrasında kapitalizmin çökmeyeceğini, tersine, çok daha zalimane ve kanun tanımaz bir kudrete bürüneceğini farkedebilirler mi? Bir filmdeki her şey tamamen film icabı mıdır yoksa?
Öte yandan kimileri Banker adlı filme bambaşka bir gözle bakıp çok farklı çıkarımlarda bulunabilir. Meselâ dünya çapında bir iş başarabilmek için bizde eksik ve fazla şeyler neler? Hangi lüzumsuz yüklerimizden bir ân evvel kurtulmamız ve hangi eksikliklerimizin artık farkına varmamız icap etmekte?