Büyük afet çoktan başladı: Bitiş 2030
Türkiye’nin nüfus dolayısıyla nüfuz meselesini ilk dile getiren rahmetli Sabahattin Zaim hoca ve Sabri Akdeniz idi. İslam dünyasında meseleyi yine ilk ele alan Mevdudi merhumdu. Gelinen noktada, TÜİK’in veri yayınlaması ve bunların haberlere şeklen yansımasının ötesinde, Türkiye’nin yok olan nüfus ve nüfuzu, dağılan aile düzeni, kısırlaşan erkek ve kadınları, artan tüp bebek merkezleri, kariyer uğruna ötelenen evlilikler, erken menopoz ve nihayetinde maazallah yok oluşa doğru giden süreç pek de kimsenin umurunda değil.
Plandemi sürecinde ‘bugün şu kadar insan öldü’ diyerek sürekli olarak insanlar sadece koronadan ölüyormuş gibi sunulması tümüyle bir algı yönetimi ve korona PR’ından ibaret.
Aradan bir yıl geçti ve gerçekler gün yüzüne çıkıverdi. Meğer koronadan kimse ölmemiş. Belki şöyle söylemek daha doğru: Hiçbir virüs kimseyi öldürmezmiş! Öldüren şey; yanlış tedavi, gereksiz ilaç kullanımı, kötü beslenme veya gıda vasfını kaybetmiş ürünlerle beslenme… Hepsinden mühimi de; ölüm vaktinin gelip çatması.
İstatistik, nereden bakmak isterseniz sizi oraya götürür. Rakamların büyüklüğü ise her zaman yanıltıcı olabilir. Chatham House ve Lancet dergisinden Richard Horton’a göre “Tıp dünyasında yayınlananların çoğu doğru değil, bilimsel yayınların çoğunun belki yarısı yalan…”
İşte bu nedenle, verilere bakmamızı istedikleri yerden değil, bakılması gereken zaviyeden bakmak ve okumak gerek. Mesela, Türkiye’nin 2019 ve 2020 resmî ölüm ve doğum rakamlarına baktığımızda, ölenin iki katından fazla doğan var. Bu bizim için nüfuz artışı mı yoksa azalması mı demektir?
Ayrıca AB’ye göre, daha yüksek doğum ve ölüm rakamı Türkiye’yi kurtarır mı?
Koronaya rağmen ölüm azalmış
Koronanın ölümcül olduğunu milyar kere işittik ve bu yüzden hem korktuk, hem de iflasa sürüklenme uğruna kapandık, kapatıldık. Sadece biz değil, İsveç, Burundi ve Tanzanya hariç tüm dünya. Çin’i ise hiç konuşan yok. Oradan çıktığı ileri sürülen korona, nedense ve ne hikmetse Çin’e zarar vermedi. Zarar şöyle dursun, Şubat 2020 itibariyle uğramadı bile…
Kimse meselenin Çin yönünü sorgulamıyor.
Mesela geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanı Koca, 2019’un ilk 8 ayında toplam ölümün 297.275 olduğunu, 2020’nin ilk sekiz ayında bu rakamın 303.262 olarak gerçekleştiğini, yıllık beklenen yüzde 2,2’lik artış oranı eklendiğinde 2020’nin ilk 8 ayındaki beklenen ölüm sayısının 303.815 olması gerektiğini söyledi.
Medya bu rakamlar üzerinden bir süreç okuması veya değerlendirmesi yapmadı veya yapmayı akıl edemedi. O halde o medyanın bir mensubu olarak bu sayılara gelin birlikte bakalım. Sonra da doğum rakamlarına geçeriz.
- Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun verilerine göre:
- 2018’de 426.449
- 2019’da 435.941 kişi ölmüş.
Ölenlerin yüzde 54,6'sı erkek, yüzde 45,4'ü ise kadınmış. 2018’den 2019’a geçildiğinde Bakan beyin dediği gibi yüzde 2,2 gibi bir ölüm artışı yaşanmış.
2020’de ise 445,500 kişinin ölmesi gerekiyor, yüzde 2,2’lik artış oranına göre. Peki, nasıl gerçekleşmiş. Tam da beklendiği gibi değil, daha az ölüm yaşanmış.
Ölüm artıyor, doğum azalıyor
Ölenlerin yüzde 54,6'sı ile doğanların yüzde 51,3'ü erkekmiş. Zîra erkeklerin yükü çok ağır. Bu yüzden beden çabuk çöküyor. Zamane kadınlarının pek çoğu ise feminist akım ve propagandaların etkisiyle yüklerini ağırlaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Cenâb-ı Hakk (c.c.) ise kadın-erkek dengesi için olsa gerek daha çok erkek çocuk lütfediyor.
Ölümler her yıl şimdilik yüzde 2,2 artarken, doğumlar ise nisbi olarak azalıyor. Evli çift başına çocuk sayısı 1,73’e kadar geriledi.
Doğum sayıları
- Yıl Doğum Evli çift başına
- 2018 1.252.745 2,0
- 2019 1.183.652 1,88
- 2020 1.091.143 1,73
Bu rakamlar Fransa’nın bile altına düştüğümüzü gösteriyor. Yani felaket kapıda değil, felaket her yerimizi sarmış.
- • Erkekler en az 50 milyon canlı, güçlü ve aktif sperm hücresine sahip olması gerektiği hâlde, 10 milyon ortalamasına gerilemişken,
- • Evlilikler devlet ve âileler eliyle, okuma, iş, servet, kariyer vs gibi dünyalıklar yüzünden geciktirilirken,
- • Nafaka zulmü sürerken,
- • Âile değerleri tahrip edilerek toplum düzeni bozulurken, sorarım size, kim çocuk sahibi olmak ister?Hadi istedi diyelim, olmayan sperm veya kifayetsiz yumurta ile bu nasıl mümkün olacak?
Büyük afet çoktan başladı: Bitiş 2030
Şimdilik Avrupa Birliği üye ülkelerinin 1,56’lık çocuk ortalamasından iyiyiz diye sevinebiliriz. Lâkin 2030’da doğacak çocuk sayısı 2017’nin tam yarısı olacak. Çünkü her yıl doğum hızımız ortalama yüzde 7 düşüyor. Ölümler ise yüzde 2’den çok fazla artıyor. Yani 2030’da 2 kişi kişiye bir çocuk ancak düşecek. Bu gidişle 2040’da kınadığımız Batılılardan bin beter olacağız. Çünkü onlar çocuğa yatırım yapmaya çoktan başladı.
- Yıl Doğum Evli çift başına
- 2018 1.252.745 2,0
- 2019 1.183.652 1,88
- 2020 1.091.143 1,73
- 2021 1.091.143 1,73
- 2022 1.014.763 1,68
- 2023 943.730 1,63
- 2024 877.669 1,58
- 2025 816.232 1,53
- 2026 759.095 1,49
- 2027 705.959 1,44
- 2028 656.542 1,40
- 2029 610.584 1,36
- 2030 567.843 1,32
Nüfusun yenilenme düzeyinin alt sınırı olan 2,10’a biz daha 2016’da gelmişiz. Felaketi tarif için “yok oluş”tan” veya “kendi elimizle kendi kıyametimiz”den başka cümle bulamıyoruz.
Hiçbir şeyi muhafaza edemediğimiz gibi, düşmanlarımıza benzeme uğruna İslam’ın emrettiği nesil emniyeti emanetini de kaybetmiş bulunuyoruz. İç ve dış düşmanlar bu rakamlarımızdan çok memnundur, peki biz memnun muyuz?
Diyoruz ki, “artık yeni ev, okul, yol, köprü yapmamıza gerek yok. Çünkü o evi kiraya vereceğiniz, o okula göndereceğiniz, o yol ve köprüden geçecek nesliniz olmayacak”. Bilmem anlatabildik mi?
Neden gündem olamıyor?
Türkiye’nin nüfus dolayısıyla nüfuz meselesini ilk dile getiren rahmetli Sabahattin Zaim hoca ve Sabri Akdeniz idi. İslam dünyasında meseleyi yine ilk ele alan Mevdudi merhumdu. Gelinen noktada, TÜİK’in veri yayınlaması ve bunların haberlere şeklen yansımasının ötesinde, Türkiye’nin yok olan nüfus ve nüfuzu, dağılan aile düzeni, kısırlaşan erkek ve kadınları, artan tüp bebek merkezleri, kariyer uğruna ötelenen evlilikler, erken menopoz ve nihayetinde maazallah yok oluşa doğru giden süreç pek de kimsenin umurunda değil.
Defaten yazdık ve gerekirse bin kere daha kayda geçireceğiz. Sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zaman zaman konuya dikkat çekmesi ile yetinmek meseleyi çözmez. Ülkemizde her geçen gün artan pestisit, antibiyotik, kortizon ve ağrı kesici kullanımı ile işlenmiş gıda tercihi veya dayatması ve de ölümcül deterjanlar insanları kısırlaştırıyor. Siyasetin buna çare üretmek gibi bir mükellefiyeti var. Aksi halde maazallah yarınımız olmayabilir!
Türkiye’nin yıl yıl azalan TÜİK’e ait grafiği
TÜİK’E ait AB’nin 2018 yılına dair aile başına çocuk ortalamasına grafiği