Biteviye Yalnızlık

Hakiki yalnızlık ne birbaşınalıkla başlar, ne de orada biter. Hakiki yalnızlık, varolan değil, varedilen bir vaziyet.
Hakiki yalnızlık ne birbaşınalıkla başlar, ne de orada biter. Hakiki yalnızlık, varolan değil, varedilen bir vaziyet.

Kimsesizlik başka bir şey, yalnızlık daha başka. İnsanın bilerek veya gafletle çevresini daraltması ve giderek kimsesizleşmesi başka, kalabalıklar içerisinde bile derin bir yalnızlığa gömülmesi daha başka. Hakiki yalnızlık, ne birbaşınalıkla başlar, ne de orada biter. Hakiki yalnızlık, varolan değil, varedilen bir vaziyet. Galiba insan en esaslı tercihini tam da bu kapının eşiğindeyken yapmada: Ya o güne değin edindiği ama her nasılsa kendisini bir türlü doyuramayan dünya nimetlerini çoğaltarak derinlerindeki o boşluğu tatmin yolunu seçecektir veya kendine ruhunu teskin edecek hakiki bir manâ bulacaktır. O manâyı bulamamayı kabullenmenin adı intihar. Bulduğunu vehmetmeninse yaşamak.

Güya moderniteyi tenkid maksadıyla modern insanın yalnızlığından dem vururuz habire. Buradaki modern insandan kasdımız da çoğun sadece Avrupalı.

Efendim bilmem şu kadar intihar oranları filânla da bu sahte veciz görüşümüzü desteklemeye gayret ederiz. Amerikalı’nın da, Rus’un da, Avustralyalı’nın da ve hatta Japon ile Güney Koreli’nin de Avrupalı’yla yarışan intihar oranlarını bilmezden geliriz. İntihar vak’alarını çaktırmadan bir tek yalnızlığa bağlama gafleti de cabası.

Ne yaman bir körlük: Avrupa insanı yalnız kaldığı için intihar etmedeymiş. Anlamanın çetinliğine rağmen ithamın kolaycılığına da sığınarak intiharın hakiki müsebbibinin insanın hayatına bir manâ katamamaktan neşet ettiğini de gözbağcılığıyla örtüverdiğimizi bile görmeyiz.

  • Hâlbuki hayat, bizatihi manâsız ve sefil bir sürünmeden ibarettir. Bu düsturu kabullendikten sonra dahi kabulü zor hakikat şu: Hayattan zevk almak ile sürünmekten zevk almak, bir ve aynı şey.

Bizatihi manâsız ve sefil bir sürünmeden ibaret hayata manâsını da, kıymetini de veren insan. İnsanın zatına, yekdiğerine ve tanrısına yüklediği manânın mahiyeti, kendisine bahşedilen bu lütfu aynen kabul veya reddini mümkün kılmada.

İnsan Niçin İntihar Eder?

Bir de gaflet ehli var. Hayata, hayatına bir manâ bulması icap ettiğini bilmezden gelenler ehli.

Eskiden bizde bu ehli handiyse bir tek cehli mürekkep mensupları teşkil etmekteyken şimdilerde bu gaflet için birinci şart, handiyse diploma sahipliği hâline gelmiş durumda. Mevcut tedris anlayışımız, insanımızdaki bu manâ boşluğunu doldurmadığı gibi, ihtiyacını da hissettirmiyor; hatta bu ihtiyacı 50 bin türlü usûlle mahirane bastırıyor. Öğrenme arzusunun kıtlığı, bilme iştiyakının kaybı ve keşfetme şevkinin yokluğu, insanımızı herhangi bir kırık-dökük manâ kalıbına bile taşıyamadığı gibi, başka diyarlardaki modern insanın derinden hissettiği manâ eksikliğini de, bu manâ eksikliğinin doğurduğu intihar gibi çıkmaz sokakların ıstırabını da idrakten pek uzağa düşürüyor.

Dışımızdaki milletlerde gördüğümüz bu intihar vak’alarının çokluğu, sahip bulunduğumuzu vehmettiğimiz manânın eksikliğinden kaynaklanmakta hâlbuki.
Dışımızdaki milletlerde gördüğümüz bu intihar vak’alarının çokluğu, sahip bulunduğumuzu vehmettiğimiz manânın eksikliğinden kaynaklanmakta hâlbuki.

Dışımızdaki milletlerde gördüğümüz bu intihar vak’alarının çokluğu, sahip bulunduğumuzu vehmettiğimiz manânın eksikliğinden kaynaklanmakta hâlbuki. Onlar bu manâ yokluğunu hissettikçe hayatlarına son vermekteler; bizse bu manâ yokluğunu bastırdıkça hayata sarılmaktayız. Güya mensubiyet iddia ettiğimiz manâ âleminin zıddına dünya nimetlerine kavuştukça saadete erdiğimizi birbirimize teşhir ederek tatmin gayretindeyiz.

Ve yalnızlığımızı kendimizden gizlemek için binbir türlü sun’i çare türetmekteyiz.

Birbaşınalık ve Yalnızlık Farkı

Gelgelelim kimsesizlik başka bir şey, yalnızlık daha başka. Daha belirgin ifadesiyle insanın bilerek veya gafletle çevresini daraltması ve giderek kimsesizleşmesi başka, kalabalıklar içerisinde bile derin bir yalnızlığa gömülmesi daha başka.

Hakiki yalnızlık ne birbaşınalıkla başlar, ne de orada biter. Hakiki yalnızlık, varolan değil, varedilen bir vaziyet.

Elbette insan çığlık çığlığa ve yapayalnız doğar; yani garkolduğu yapayalnızlıktan kurtulacağı zehabıyla dünyaya gelir. Ve orada bir müddet kendisini annesiyle bir bütün hissederek o âna değin gömüldüğü derin yalnızlığı bir müddet unutur. Sonra da büyüdükçe birbaşınalığı talep eder. Anneden kopmak ister; ardından da vakti gelince aileden sahiden kopar. Artık yalnızdır güya.

Yani hür.

Ama o da ne? Onca istediği ve nihayet hakkettiği yalnızlık, pek de hayalini kurduğu gibi değildir. Gelgelelim bu sefer de evlilik, çoluk-çocuk, meslek, kariyer ve öteki imkânlar, bir vakitler onca istediği yalnızlığın pek de matah bir şey olmadığını farkettirir kişiye. Daha doğrusu birbaşınalığın. Her ne kadar bu vaziyetteki kişi kendi durumunu yalnızlıkla izah etse bile bilmekteyiz ki bu durumun hakiki adı yalnızlık değil, birbaşınalık.

Galiba insan en esaslı tercihini tam da bu kapının eşiğindeyken yapmada: Ya o güne değin edindiği ama her nasılsa kendisini bir türlü doyuramayan dünya nimetlerini çoğaltarak derinlerindeki o boşluğu tatmin yolunu seçecektir veya kendine ruhunu teskin edecek hakiki bir manâ bulacaktır.

Manâsızlık Tefriki

O manâyı bulamamayı kabullenmenin adı intihar. Bulduğunu vehmetmeninse yaşamak.

Yalnızlığın hakikati, başkalarından kurtulunduğunda kavranılmaz ki. Tersine kişi ancak etrafında başkaları bulunduğunda yalnızlığını idrak ve belki de ihsas edebilir. Yalnızlığını, yani etrafını kuşatan onca değere rağmen derinlerinde hâlâ tatmin bulmamış o manâ kıtlığını.

Yalnızlık bir lütfu İlâhi’dir hâlbuki. Rabbimiz bizi yalnızlığa terkeder ki biz o yalnızlık içerisinde, yalnızlığın dipsiz derinlikteki karanlıklarına mı garkolacağız yoksa o yalnızlıktayken bile ilkin gözümüzü karanlığa alıştırdıktan sonra o karanlıktaki ışığı seçip O’na doğru mu ilerleyeceğiz?

Yalnızlık bir lütfu İlâhi’dir hâlbuki.
Yalnızlık bir lütfu İlâhi’dir hâlbuki.

Nefsimizin karanlığı da dünyanın cilvelerinden bir cilve. İmtihanımızın safhalarından küçücük bir safha. Karanlığa tahammül edemeyen biri nasıl olsun da aydınlığa tahammül etsin!

Demek ki yalnızlık hakikatte karanlık demek değil; tersine, o karanlığın içinde belli-belirsiz seçilebilecek aydınlık kırıntılarının izini sürebilecek ve böylelikle belki de nura kavuşabilecek yola revan olabilmek demek.

  • Şurası da muhakkak: Klâsik insanın zıddına modern insan, bu kısa süreli imtihanın daha ilk safhalarından biri sayılabilecek yalnızlık merhalesinde pek kolay tökezleyebilmekte. Çünkü insan yalnız kaldığında kendini görmeye başlar. Kendini, yani serapa karanlığını. Belki de insanı çaresizliğe ve akabinde de intihara sürükleyen işte bu iç karanlığı.

Ben idraki yalnızlık idrakiyle başlar. Ve ona verilen manâyla teşekkül eder. Başka bir ifadeyle ben, yalnızlık kabulünden ibaret. Yalnızlık kabulünden ve yalnızlığa muamelesinden. Yahut yalnızlıkla!