Beyrut’un acısı İstanbul’undur!

Lübnan Türkiye’dir, yeniden sırtlanların eline geçerse bundan en çok Türkiye zarar görür.
Lübnan Türkiye’dir, yeniden sırtlanların eline geçerse bundan en çok Türkiye zarar görür.

Geçtiğimiz hafta Beyrut’ta yaşanan felaketin nihai gerekçesi henüz bilinmiyor ise de gerçek nedenini herkes biliyor. Osmanlı’nın beş asır hüküm sürdüğü topraklarda kurt-kuş bile huzur içinde yaşayıp giderken, Katolik Vatikan ve Protestan İngiliz misyonerlerinin, hassas coğrafyalarda yürüttükleri faaliyetler ne yazık ki, bugünkü yaşanan facialara zemin hazırlar.

Osmanlı’nın kimsenin din ve diline müdahale etmediği topraklarda, Batılı, özellikle de İngiliz ve Fransızların lisan ve kültürel infazı sonrasında ortaya çıkan trajedi, İslam topraklarında yaşananların yegâne müsebbibi.

Buna rağmen, Batının haz vaadi ve ifsad edici uygulamaları karşısında yenilen insan akıllanmaya niyetli gözükmüyor. Bunun için Lübnan örneği yeter de artar.

Şöyle bir düşünün, bir asır önce Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Filistin’de, Mısır’da, Tunus’ta, Cezayir’de, Nijerya’da, Mali’de, Kenya’da ve benzer ülkelerde kim vardı?

İngiliz ve/veya Fransız… Yahut da İtalyan…

İkinci cihan harbi ile güya buralardan ayrıldılar ve bu ülkeler güya bağımsızlık elde etti.

Charles De Gaulle
Charles De Gaulle

Oysa gerçeği Charles De Gaulle, ülkesi Fransa, Cezayir’den çıkarken şöyle itiraf edecekti: “Biz oradan çekileceğiz ama şunu bilin ki, yerimize bıraktığımız yönetici elit, bizim çıkarlarımızı bizden daha iyi koruyacaktır.”

İnancı, kavmi, rengi, lisanı fark etmeksiniz, zihni kölelik ne yazık ki, bu ülkeler başta olmak üzere pek çok devlet ve millet için geçerli.

Beyrut’un son yarım asırda yaşadıkları bile bu kölelerin akıllanması için yetmediği ortada. Denize düşen yılana sarılır misali -bindirilmiş kıtalar şeklinde bile olsa- Macron’a gösterilen tezahürat akıllanmaya niyetli olunmadığına da işaret ediyor.

4 Ağustos’ta patlamanın gerçekleştiği Liman’ın işletmecisi; Fransa, İsrail, İran ve Rusya ile birlikte Suriye’de Esed rejimini ayakta tutmaya çalışan Hizbullah.

4 Ağustos 2020 Beyrut patlaması.
4 Ağustos 2020 Beyrut patlaması.

Lübnan’ın Türk düşmanı Hıristiyan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’da Hizbullah’ın desteklediği bir kişi.

Yani Mişel Avn, Hizbullah, Fransa, İsrail ve diğer istihbaratlar ittifak etmiş suç ortakları.

Diğer taraftan konu, Akdeniz’den ve Türkiye’den bağımsız değil. Lübnan halklarının sokak gösterilerinde ve yazı hayatında dile getirdiği Türkiye özlem ve arzusundan da bağımsız değil.

Macron’un şimşek hızındaki ziyareti, kâtilin cinayet mahallinden ayrılamamasından farklı yorumlanamaz.

Türkiye’nin gelişmesi, bölgedeki artan gücü, Müslüman diğer mazlum halkların üzerinde yükselen nüfuzu zalimleri endişeye sevk ediyor.

  • Ülkedeki siyasî kargaşa, iktisadî çıkmaz ve Beyrut’u cehenneme çeviren patlama bir kez daha göstermiştir ki, Müslüman Türk’ün olmadığı yerde huzur mümkün değil. Yani Lübnan’ın kurtuluş reçetesinde tek bir seçenek var: O da, Türkiye ile ittifak veya birleşme.
Kaddafi ve Mursi ile Türkiye arasındaki Akdeniz işbirliği sonrasında yaşananlarla, Lübnan ile Türkiye arasındaki Akdeniz görüşmeleri bu patlamadan bağımsız okunamaz.

O halde geçmişte Libya için söylediğimiz, “Libya Türkiye’dir, düşerse…” kapak cümlemizi şimdi de Lübnan için söylüyoruz: Lübnan Türkiye’dir, yeniden sırtlanların eline geçerse bundan en çok Türkiye zarar görür.

Kimse unutmasın ki, Türkiye insanlığın son umut kalesi.

Türkiye olmadan kimse huzur beklemesin. Çünkü bu sırtlanların kimseye huzur getirmek gibi bir derdi yok. Aksine herkesi kendi cehennemlerine sürüklüyorlar.

Beyrut, Ortadoğu’nun Paris’i değil, İstanbul’u olmalı!

Vesselam!