Lübnan: Rahat yüzü görmeyen ülke
Lübnan Cumhuriyeti, 1,5 milyon mülteciyle birlikte 6 milyonu aşan bir nüfusa sahip. Etnik açıdan Arap olarak büyük oranda homojen görünse de din ve mezhep çeşitliliği açısından Ortadoğu’daki en karmaşık ülkelerden biri. Günümüz itibariyle nüfusun yaklaşık yüzde 40’ı Hristiyan, yüzde 29’u Şii, yüzde 25’i Sünni, yüzde 6’sı Dürzi. Ülkede 1932 yılından bu yana nüfus sayımı yapılmadığı için bütün bu rakamların tahmini olduğunu söylemek gerekiyor.
Son iki yüz yılda ilginç demografik değişimler geçiren ülke, 1861’de kurulan Cebel-i Lübnan Hristiyan idaresi ve Beyrut limanının Avrupalı devletlerin ilgisine mazhar olarak gelişimiyle çevredeki Hristiyan Arap nüfus için cazibe merkezi haline geldi. Hristiyan nüfusun bilhassa Beyrut eksenli inanılmaz yükselişi ve ülkenin elit tabakası haline gelmesi bu dönemin ürünü.
1948 yılında İsrail devletinin kurulması bütün coğrafya için olduğu kadar Lübnan için de bir dönüm noktası oldu. Arap-İsrail çatışmaları ülkelerinden göçmek durumunda kalan Filistinli mültecilerin çevre ülkelere ve tabii ki Lübnan’a sığınmalarına yol açtı. Ülkeye gelen Müslüman mülteciler ile nüfus dengesi bu defa Müslümanların lehine değişmeye başladı. FKÖ gibi silahlı yapıların da Lübnan’ı merkez edinmesiyle bir Müslüman-Hristiyan çatışması kaçınılmaz hale geldi.
1975 yılından 1990’a dek süren iç savaşta Lübnan, bilhassa başkent Beyrut bir harabeye döndü. Bilanço ağırdı, 150 bin Lübnanlı bu savaşta can verdi. 1976 yılında Arap Barış Gücü olma bahanesiyle ülkeye giren 30 bin Suriye askeri nedeniyle ülke yaklaşık 30 yıl Esed iktidarının gölgesinde yaşadı. Fakat 2005 yılında eski başbakan Refik Hariri'nin suikastı halkı sokaklara dökünce Suriye askeri ülkeden çıkmak zorunda kaldı.
Lübnan bir türlü kendini toparlayamadı. 12 Temmuz 2006’da yaşanan kriz ile birlikte İsrail hava saldırıları başkent Beyrut başta olmak üzere ülkeyi yeniden harabeye çevirdi. Zor durumdaki ekonomi bu hadiseden büyük darbe aldı.
4 Ağustos 2020’de Beyrut’ta meydana gelen liman patlaması öncesi ülke zaten borçlarını ödeyemediği için iflas bayrağını çekmiş vaziyetteydi. Asgari ücret 675 bin Lübnan lirası. Merkez Bankası’nın 1992’den bu yana değişmeyen resmi kuruna göre 450 dolara karşılık gelen bu rakam, çarşı pazar fiyatlarıyla 75 dolara inmiş durumda. Yoksulluk yüzde 50’yi çoktan aştı, halkın dörtte biri temel gıda ürünlerine bile doğru düzgün ulaşamıyor. Yakıt temini dövize bağlı olduğu için son zamanlarda başkent Beyrut'a günde ancak 6 saat elektrik verilebiliyor.
Patlamayla birlikte ülkenin dış dünya ile en önemli irtibat noktası Beyrut limanı neredeyse yok oldu. Lübnan'ın buğday tüketiminin yüzde 90'ının ithalata dayalı ve tüm ithalat Beyrut limanı üzerinden gerçekleşiyordu. Liman aynı zamanda depolama işlevini de yerine getiriyordu. Şu an itibariyle ülkede 1 aylık yiyecek stoğu bulunuyor. Fiyatlar ise ateş pahası. Beyrut valisi Mervan Abbud, patlamanın ülke ekonomisine verdiği zararı 10 ila 15 milyar dolar civarında açıkladı.
Lübnan’ın en büyük sorunu ise patlamaya neden olan hatalar zincirinde görüldüğü gibi “yönetim beceriksizliği.”
Depolama ve liman güvenliğinden sorumlu kişilerin ev hapsine alınmasıyla hadisenin üzeri kapatılmak istenebilir. Neden derseniz, ipin ucunu çektiğiniz zaman bütün yönetim mekanizması suçlu çıkıyor çünkü.
2014 yılından bu yana gümrük yetkililerinin limandan çıkartılmasını talep ettikleri halde 2 bin 750 tonluk amonyum nitratı, ülkenin en hayatî noktasında yıllar boyunca tutma ahmaklığı Lübnan yönetimini anlatan en iyi örnek.
Olan 150 civarındaki ölüye, 5000’e yakın yaralıya oldu. Umarız bu sayılar daha fazla artmaz. Ürdün Sismolojik Gözlemevi, patlamanın 4,5 şiddetinde bir depreme eşdeğer olduğunu bildirmiş. Bu, patlamanın fizikî tahrip şiddeti sadece. İşin sosyoekonomik boyutu da hesaplanırsa Beyrut patlaması 10 şiddetinde bir deprem, hem Beyrut, hem de Lübnan, hem de bölge dengeleri için.
Allah daha beterinden korusun.