Atatürk’ten kadınlara 8 Mart mesajı: “Askerlik yapmayana oy da yok!”
Dünya Kadınlar Günü 8 Mart’ta konu dönüp dolaşıp Atatürk’e geliyor ülkemizde. Tarih yazımının ilkokullarda genç dimağlara dahi ezberlettiği bir tez yakamıza yapışmış durumda: “Milletvekili seçme-seçilme hakkını kadınlara Atatürk bahşetti.” Hakikaten öyle mi? Bir karşı tez ileri sürmek mümkün mü? Peki kadınlar sivil bir mücadelenin sonunda seçme-seçilme hakkını almış olabilirler mi?
Soruların cevabını ilk elden kaynaklar ışığında aramak doğru olur. Cumhuriyet modernleşme doğrultusunda kadınlara yeni bir misyon yüklemiş, onları modernleşmenin parçası kılmak için kolları sıvamıştı. Yalnız kamusal alanda değil, geleneksel alanda da kadın yeniden tanımlanıyordu. Devlet elit tabakadan kadınların kamusal alana girmelerini desteklerken, alt gruptaki kadınlar “düzen, disiplin ve rasyonellik” getiren ev kadınları olarak modernleşmenin parçası kılınacaktı.
Kız enstitüleri, akşam kız sanat okulları gibi araçlarla “anaç ve üretken” Türk kadını çıkarılmak isteniyordu. Oysa üst sınıfa mensup kadınlar ön plana çıkartılıp nitelikli mesleklere yönlendirilirken, alt sınıftaki kadınlar ellerinin hamuruyla çalışkan olmaya sevk ediliyordu. Cumhuriyet’in eşitlikten anladığı buydu.
1923’ün başlarında, Cumhuriyet henüz ilan edilmemişken kadınların siyasî hakları Meclis’te tartışılmaya başlanmıştı bile. 3 Nisan 1923 tarihli oturumda bunu görmek mümkün.
Dert yeni alevlenirken 15 Haziran 1923’te Nezihe Muhittin öncülüğünde Kadınlar Halk Fırkası adıyla siyasî bir örgüt kuruldu. Nezihe Muhittin’in toplumsal etkinliklerine II. Meşrutiyet döneminde başlamış öncü bir kadın hakları savunucusu olduğunu belirtelim.
KHF’nın amacı, kadınlara siyasî ve sosyal haklarını kazandırmak, Meclis kürsüsünden bu hakları savunmaktı. Fakat kuruluş aşamasında olan Halk Fırkası sebebiyle “halk fırkası” adının KHF tarafından kullanılması “bölücülüğe” yorulmuş, kadınlara parti değil de cemiyet kurmaları önerilmişti. Öyle görünüyor ki siyasî iktidar “kadınların hakları aranacaksa onu yalnız biz ararız” düsturundan hareket ediyordu.
Başka yollar ve çareler aranması gerektiği kısa sürede anlaşıldı. Nitekim yine Nezihe Muhittin öncülüğündeki Kadınlar Halk Fırkası kurucu heyeti, Türk Kadınlar Birliği (TKB) adlı bir dernek kurmaya karar verdi. 7 Şubat 1924’te dernek kuruldu.
Fakat KHF kuruluş tüzüğü tamamen değiştirilmiş, göze batan, rejime rahatsızlık veren hak ve talepler geri çekilmişti. Tüzükteki, kadınların “hukûk-i siyâsiyye”sinin (siyasi haklarının) alınmasına dair 2. madde kaldırılmış, yerine kadınları çağdaşlaştırma amacı getirilmişti. Siyasete müdahil olma düşüncesi görünürde feshediliyordu. Ne var ki, kadınların haklarından kolay kolay feragat etmeyecekleri zamanla ortaya çıkacaktı.
TKB iktidar dışında başka şeylerle de mücadele etmek zorundaydı. Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi kadın hakları savunucularına karşı alaycı ve aşağılayıcı bir tavır takınıyor, gazetedik imzasız yazı ve karikatürlerde kadın hakları savunucuları aşağılanıyordu. TKB mücadelesini sürdürüyordu sürdürmesine ancak gelecekte onu başka kötü sürprizler bekliyordu.
Haklarını söke söke aldılar
1927’ye gelindiğinde TBMM’de kadınların seçme ve seçilme hakları ile askerlik yapıp yapamayacakları tartışması devam ediyordu. 21 Haziran 1927 günkü oturumda Hakkı Tarık (Us) şunları söyler:
“Efendim, intihap (seçim) hareketleri başladığı zaman taraf taraf kadınların da mebus olmak için, mebusluk intihabatına iştirak etmek için hareket aldıklarını görüyoruz... Yalnız mebus olmak, mebusluk intihabına iştirak etmek vatanî bir mesele ise, memleketin müdafaasına iştirak etmek de öyle bir hak, öyle bir vazifedir.”
Hakkı Tarık’a cevap veren Recep Peker, itiraz etmemekle birlikte demokrasi geliştikçe cinsiyet farkı gözetilmeden hak ve ödevlerin eşitleneceğini, ancak henüz o aşamaya gelinmediğini söyler:
“Anaların evlâtları yetiştirmek hususunda yapmakta oldukları vazaifle (görevlerle) bugünkü Türk vatanını fiilen müdafaaya iştirak ettiklerini söylemek lâzımdır.” Peker annelerin bir tür askerlik yaptığını ifade ederken askerlik hizmeti ile siyasî haklar arasında ilişki olduğunu örtülü olarak da olsa kabul eder.
Aynı oturumda Yunus Nadi de kadınların İstiklal Savaşı’na katılmak ve asker erkekleri yetiştirmekle vatanî görevlerini yaptıklarını söyler. Tuhaftır, Yunus Nadi gazetesindeki kadın hakları savunucularını alaya alırken Meclis’te kadın hakları savunucusu kesilmektedir.
Meclis’te alevlenen tartışmalara paralel olarak Atatürk “Kadınların siyasî hakları, ancak zorunlu askerlik hizmeti karşılığında verilebilir” söylemini açık bir şekilde ifade etmeye başlar. Şunu belirtmek gerekir ki, Meclis’teki tartışmalardan habersiz olması imkânsızdır. Hatta bu tartışmaların arkasında kendisinin olduğunu ileri sürmek abartı olmaz.
Müfid Yüksel’in Derin Tarih’in 12. sayısında neşrettiği belgeye burada yeniden değinmekte fayda var.
Atatürk, 1 Şubat 1931’de İzmir Kız Muallim Mektebi’ne yaptığı ziyarette öğretmen Nezahat Hanım’a kadınların siyasî seçim hakları ve asker olmalarıyla ilgili sorular sorar. İlginçtir, Nezahat Hanım bir kadın olarak kadınların ilk görevinin askerlik olduğunu, siyasî hakların sonra gelebileceğini söyler. Bunun üzerine Atatürk, siyasî haklarını isteyen kadınların askerlik de yapmaları gerektiğini belirtir.
Asker olmak isteyen kadınlar dışında, eşitliği siyasî hak olarak gören ve bu doğrultuda taleplerde bulunan kadınlar da vardı. Atatürk’ün 30 Haziran 1933’te Ankara Hukuk Fakültesi’ni ziyareti sırasında bir kız öğrenci bu taleplerini korkusuzca dile getirmişti. Atatürk de bunun üzerine “Pekâlâ, niçin mebusluk istiyorsunuz da askerlik istemiyorsunuz?” diyerek ona ve onun gibi düşünenlere cevap vermişti.
Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan anayasa ve yasa değişikliklerinin hemen öncesinde, Kasım 1934’te Ankara Kız Lisesi ziyareti sırasında da benzer görüşlerini tekrarlamıştır: “Vatandaşın en büyük hakkı seçim ve büyük vazifesi de askerliktir... Mebus seçer ve mebus olursunuz; fakat aynı zamanda asker de olacaksınız.”
Atatürk’le görüşmeye giden kadın heyetleri her seferinde aynı nasihati alıp elleri boş, geldikleri gibi geri dönüyorlardı. Kadınlar Atatürk’ün terslemelerine rağmen pes etmeyeyeceklerdi. TKB’den İffet Halim Oruz, da onunla görüşmüş ve Türk kadınına siyasî hakların verilmesini istemişti.
1934 sonlarında Ankara’da düzenlenen TKB’nin toplantısı tam bir gövde gösterisine dönüşmüştü. Toplantı sonunda kadınlar hep birlikte Meclis’e izinsiz bir gösteri yürüyüşü yaparlar. Meclis’in önüne gelen kadınlardan “Atatürk bizimle görüşmeden buradan bir yere ayrılmayız” sesleri yükselir. Atatürk çağırır kendilerini; görüşmeyi başaranlar, dileklerini aktarırlar.
Kadınların hak arayışı mı etkili oldu bilinmez ama Atatürk’ün düşüncesi bu sırada değişmiş, yaklaşan milletvekili seçimlerinde seçme seçilme haklarının tanınacağına söz vermiştir. Nitekim 1934 Aralık’ındaki seçimlerde kadınların seçme ve seçilme haklarının tanındığını görürüz.
Erkek gibi savaşmalılar
Bu tarihî başarının altına imzasını atan TKB’nin akıbeti ne mi oldu? 1935’te Türkiye’de bir kadın kongresine ev sahipliği yapmak için dünyadaki feministlerle işbirliğine girip Almanya’da yükselmekte olan Nazi tehdidine karşı bildiri yayınlayınca buna tabiatıyla müsamaha gösterilmedi, uygun (veya uydurulan) bir gerekçeyle kapatıverildi. Gerekçe açıktı:
Cumhuriyet kadınlara bütün haklarını verdi, artık örgütlenmelerine lüzum kalmamıştır.
Kadınlara hakları verilse de Atatürk, kadınların asker olmaları gerektiği fikrini zihninden silip atamamıştı. Meşhur sofralarından birine tanıklık eden Münir Hayri Egeli, Atatürk’ün “Dünyada Türklerden başka hiçbir memleket asker kadın geleneğini yürütüp getirmemiştir” dediğini ifade eder. Anlaşılan o ki, kadınların asker olmalarını, savaşta “erkek” gibi mücadele etmelerini çok arzu ediyordu.
İnönü’ye gelirsek, o da farklı düşünmüyordu. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan Anayasa değişikliği görüşülürken şu sözleri dikkat çekicidir:
“Fakat bir memlekette ki, yurdun her tarafı istilâya uğradığı zaman, kadınlar ateş altında erkeklerle beraber omuz omuza çalışırlar, memleketin geri kalan kısmını korumak ve beslemek için tarlanın kara toprağından yiyecek çıkarmağa çalışırlar, elbette bu mevcudiyetlerin yurdun her köşesinde ve her tabakasında söz söylemeğe hakları vardır... Her hangi bir ülkede kadınlar bu kadar ağır imtihanlar geçirmişse, orada da kadınlar elbette bizim kanunen verdiğimiz haklara kavuşacaktır. Şart, evvelâ kadınların, bizim kadınlığımız gibi çetin imtihanlardan geçmiş ve daha çok çetin imtihanları göğüslemek için bileklerinde, akıllarında ve yüreklerinde kuvvet olduğunu ispat etmiş olmalarıdır.”
İnönü’ye göre verilen siyasî haklar kadınların İstiklal Savaşı’nda sunduğu hizmetin karşılığının ödenmesidir.
Askerlik dersi mi?
Kadınların subay kadrosuna alınma girişimleri olmuşsa da Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın onaylamaması üzerine tasarı askıya alınmıştı. Bununla birlikte bir kapı açılmış gibi görünüyordu. Havacılık ve Spor dergisinde (Sayı 201, 5 Birinciteşrin, s. 1442) yer alan bir yazıda yedek subay askerî memurlar kanunundan kadın tayyarecilerin yararlanabilecekleri yazıyordu.
O dönemde kadınlara askerî eğitim verildiğini de hatırlatalım. Kültür Bakanlığı Kültür Kurulu’nun 30 Eylül 1937 tarihli kararıyla 1937-38 ders yılından itibaren ortaokulların 2. ve 3. sınıflarındaki kız öğrenci ve kız öğretmen okulları meslekî 1., 2. ve 3. sınıf öğrencilerinin haftada birer saat askerliğe hazırlık dersi görmelerinin uygun görüldüğü kararlaştırılmıştı.
Türk kadını askerdir!
1929-30 Türk Tarih Tezi’nin formüle edildiği yıllardı. Geçmişe ilişkin objektif bilgi vermekten çok, kurucu kadronun ülkenin geleceğine dair özlemlerini yansıtan Tarih Tezi ile tarih yeniden yazıldı.
Bu bağlamda “asker kadın” temelinde Türk kadını da yeniden tanımlandı. Kadın haklarını savunmak, mitlerle örülü Türk geçmişine dayanarak milliyetçi efsaneyi pekiştirmeye de yardımcı oluyordu.
Türk Tarih Tezi, Orta Asya’da kadının erkeğe eşit olduğunu ve erkekle birlikte omuz omuza çarpıştığını iddia ediyordu. Orta Asya’daki Türk geçmişi üzerinden kadın erkek eşitliği savunulmaktaydı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında yazılan birçok kaynakta bu iddiaları görmek mümkün. Mesela Atatürk’ün Türk Tarih Kurumu tarafından hazırlanan Hindistan Tarihi adlı esere yazdığı haşiyede şu cümleler yer alır:
“Bundan sonra Türk ırkı, kadınlarını, erkeklerin yapmağa mecbur olduğu askerlik vazifesi dahil, bütün hizmetlere teşvik ederse, Etilerde, İskitlerde, Amazonlarda olduğu gibi kendi ırkından başkalarının hiçbir yardımına muhtaç olmaksızın büyük millî ülkülerine başlı başına ve müstakil olarak yürümek kabiliyetini ihraz edebilir (kazanabilir).”
Bu kanıtlar ışığında kadınlara siyasî hakların Atatürk tarafından bahşedilmediği, aslında sivil bir mücadelenin sonunda elde edildiği, tabiri caizse kadınların bu hakları söke söke aldığı söylenebilir. İlginç olan şu ki, bu bilgilere rağmen kadınlara seçme ve seçilme hakkını Atatürk’ün lutfettiği yazılıp çizilmeye devam ediliyor.
Kadınların siyasî talepleri karşısında Atatürk’ün, kendilerinin ilk önce asker olmaları gerektiğini belirtmesi, onlardan erkeklerle omuz omuza çarpışmalarını istemesi gerçeği ise korkarız sürüldüğü hasır altında daha nice seneler boyu kalacağa benziyor.