ZİHNİMİZDEKİ RESİMLER

ZİHNİMİZDEKİ RESİMLER
ZİHNİMİZDEKİ RESİMLER

Bir düşüncenin belirmesi resim çizme aşamalarına benzer. Bir şeyi düşünmek, o şeyin resmini hafıza sandığımızdan bulup çıkarmakla başlar. Sonra o resmi zihnimizde evirip, çeviririz. Onu başka bir şeye iliştirir, başka bir şeyin üstüne, altına, arkasına, önüne veya yanına koyarız.

Son zamanlarda dikkat ediyorum “tahmin etmek, zannetmek, tasavvur etmek, tahayyül etmek” gibi bir çok fiilin yerine sadece “düşünmek” fiilini kullanıp geçiyoruz. Oysa bu kelimeler, hele “tasavvur” ve “tahayyül” ne güzeldir! “Tasavvur” kelimesi Arapça “svr” masdarından gelir. “Görünmek, biçim, resim” anlamındadır. “Sûret” kelimesi de bu köktendir. Biz “insan yüzü” anlamındaki “sûret”i dilimizde “surat” yapmışız. Bir de “resmetmek, çizmek, detaylarıyla aktarmak” anlamında “tasvir” var. “Tahayyül” ise “hayal etme” demektir.

  • Hayal etmenin bir kısmı tezekkür, yani hatırlamaktır.

“Düşünme” eylemi tek bir tür eylem değil. Nazar var, teakul var. İdrak, tefekkür, tezekkür, tedebbür, tasavvur, tahayyül var, var oğlu var... Hepsi farklı düşünme türleri ve seviyeleri... Peki nasıl tefekkür ederiz? Bence tefekkürün ortaya çıkış süreci tahayyül-tezekkür-tasavvur şeklindedir. Fikretmek önce tahayyül ile, yani hayal etmek ile başlar. Hayal etmenin bir kısmı tezekkür, yani hatırlamaktır. Daha evvelden zihinde depolanan bazı bilişsel, duygusal ve ilhâmî bilginin işbaşına çağrılmasıdır. Çoğunlukla tasavvur bu hatırlanan bilgiyle iç içe olur. Yani hayal suretleştirilir. Zihnimizde bir resim belirir. İşte o resme “mefhûm” ya da “kavram” denir.

Aslında bir düşüncenin belirmesi resim çizme aşamalarına benzer. Bir şeyi düşünmek, o şeyin resmini hafıza sandığımızdan bulup çıkarmakla başlar. Sonra o resmi zihnimizde evirip, çeviririz. Onu başka bir şeye iliştirir, başka bir şeyin üstüne, altına, arkasına, önüne veya yanına koyarız. Tahayyülden tasavvura geçtiğimizde ise o resmi bir ilişkilendirme ve bağlama-bağıntılama-bağdaştırma ameliyesi yaparız. Nitekim resmin özgünlüğünü oluşturan şey odağa alınan bir nesnenin, hem kendi özellikleriyle, hem de diğer nesnelerle ilişkisinin kurulmasıdır. Yoksa herkes elma resmi çizebilir. Ama onları özgün yapan şey zihnin algıladığını ve tercih ettiğini hangi düzen içinde aktarabildiğidir.

  • Tasavvur mefhumların özüdür.
Zihnimizdeki bu resmi bulma veya resmetme işlemi bir anda olduğu gibi yıllarca sürebilir. Zihin tuvalindeki başladığımız resim belki biter, belki de yarım kalır. Belki de o resmi beğenmeyip gerisin geri hafıza sandığımızın içine sokuştururuz. Düşünceyi ifade etmek aslında dilimizle, bakışlarımızla, kalemimizle, fırçamızla veya ses tellerimizle zihnimizde şekillendirdiğimiz o özgün resmi sergiye çıkarmak demektir. Bazen o yarım tefekkür başka bir tefekkür seferinin kaynağı olur, ya da o sefere yoldaşlık eder. O zaman da “bu fikir şimdi aklıma nerden geldi?” diye kendi kendimize şaşarız.

Tasavvur mefhumların özüdür. Mefhumlar yani kavramlar düşüncenin yapıtaşıdır. “Kavramlar ve Anlamlar” derslerimde öğrencilerime sağlam bir düşünce örneği olarak düzgün, ölçülü, sıralı ve güzel bir tuğla duvar resmini gösteririm. Duvar düşünce ise, onu oluşturan tuğlalar kavramlardır. Düzgün bir düşünce sağlam, ölçülü, doğru ve güzel kavramlardan oluşur. Her bir tuğlanın sağlam, ölçülü, doğru ve güzel olması yetmez. Ayrıca tuğlalarla inşa edilen duvarın temeli, yani insanın müktesebatı çok önemlidir. Ayrıca, en güzel tuğlaları yamuk yumuk dizerseniz o duvar kırılgan olur. Demek ki o tuğlaları hangi usul ile dizdiğiniz, yani düşünce düzenini nasıl kurduğunuz da önemlidir. Yoksa sağlam, ölçülü, doğru ve güzel tuğlalardan da yapılsa o düşünce duvarı çatlar ve yıkılır. Tuğlaların güzel de olması gerekir dedik. Peki güzel düşünce veya düşüncenin güzelliği nedir? Sağlam, doğru ve tutarlı bir usul ile elde edilen düşüncenin aynı zamanda belagat ile ifade edilmesidir. Filozofların ve mütefekkirlerin etkileyici olmalarının sırrı sadece sahip oldukları muhakeme gücü, bilgi birikimi, tahayyülat, tasavvurat, mantık değildir. Aynı zamanda belagat, yani söz söyleme sanatındaki yetkinlikleridir.

Gelelim tasavvura... Tasavvur, tasvir ile ilgili. Kişilerin, olguların, olayların olduğu gibi değil göründüğü gibi tasvir edilmesi, “ben gördüğüme inanırım” diyen sekülerizmin miladı olan Rönesans’ın modasıdır. Bu çağdan başlayarak Eski Yunan ve Roma esas alınarak gerek resimde, gerek heykelde tasvire dayalı bir anlayış yayıldı. O dönemden itibaren kiliseler Hazreti İsa’nın, Hazreti Meryem’in, meleklerin, vb. resimleri ve heykelleriyle doldu. Mitoloji, insanın tanrılaştırılması veya tanrının insanlaştırılmasıdır. Tasvir, zihni gaibi âlemi kaldıramayan insanların avuntusudur. O yüzden mitoloji bir tasvir galerisidir. Nitekim Michelangelo’nun Vatikan’daki Sistine Chapel’in kubbesine çizdiği “Yaratılış” resminde Tanrı, çıplak Âdem ile parmak parmağa dokunan yaşlı bir adam olarak gösterilir. 19. asırda Romantik ve yeni Helenistik resim akımının temel konusu ise mitolojideki tanrılar, tanrıçalar, perilerdi. Aynı zamanda İncil ve Tevrat’taki peygamber kıssalarının tasviri, yani süretlendirilmesi de modaydı. Bu tasvir modası resim ve heykel ile başladı, 19. asırdan sonra giderek görsel sanatlara yani tiyatro, opera, bale ve sinemaya kadar uzandı.

Batı’da sanat tasvir üzerine, İslâm sanatında ise daha çok temsil üzerine gelişti. İlki gerçekliğin birebir kopyalanıp tekrar üretilmesi, ikincisi ise gerçekliğin soyutlanarak stilize edilmesine dayanır. Temsil, soyut tefekkürün bir ürünüdür. Reel hayattaki nesnelerin görüntülerinden ziyade içimizdeki çağrışımlarının resmedilmesi fikrine dayanır. Batı “gerçeklik” diyerek girdiği sûretperestlik yolundan ancak 19. asrın ortalarından itibaren çıkabildi. Böylece temsil, tasvirin önüne geçti.

Zihnimizdeki resimlerin doğru resimler olması çok önemli. Yanlış tasavvur, yanlış tefekküre yol açar. Meselâ günümüzde Hindular’ın dini selamlama biçimi olan “namaste” dindar insanların bile hem görsel dağarcığına, hem de günlük eylemlerine sinmiş durumda! Başka bir facia da yapay zekâ ile üretilen resimlerde yaşanıyor. Dini içerikli bazı Youtube kanallarındaki video kapaklarına yapay zekâ ile yapılan melek, sahabe, imam, hoca, evliya resimleri konuyor. Fakat bu melekler Hıristiyanların ikonografisindeki gibi çiziliyor. Âlim ve veliler ise genellikle sapkın Dürzî veya Ahmedî tipinde oluyor. Elbette yapay zekâ ona beslenen kavramları imgelerle eşleştiriyor, sentezliyor. Peki yapay zekânın ürettiği böyle görselleri sorgulamadan kullananların aklı nerede? Bu gibi imgeler yaygınlaştıkça genç nesillerin dini algılama ve tahayyül biçimleri de ifsad olacaktır.

Kısacası tefekkür, tahayyül ve tasavvur itikadımızı doğrudan etkiliyor. Meselâ “işçinin hakkını terini alınteri kurumadan veriniz” hadisi... Eminim buradaki “işçi”yi duyunca çoğumuzun zihninde yolda, fırında, sokakta, inşaatta çalışan ve ve alnı terleyen bir işçi resmi canlanıyor. Oysa yazar-çizer de, bürokrat da, esnaf da, doktor da işçidir. Ama onlar güneş altında ellerinde kazma-kürekle çalışmadıkları için zihnimizde “alınteri sahibi” olarak belirmiyorlar. O yüzden bu meslekleri hadisin kapsadığı meslekler arasında düşünmüyoruz. Belki de bu sebepten fikir ve sanat ehline hak ettikleri itibarı ve maddi karşılığı vermeyiz. Gençliğimden beri dini yayın sahibi patronların yazar-çizerlere böyle muamele ettiklerine çok şahit oldum. “Zaten bunlar ne iş yapıyor ki?” diye onların emeğini ve birikimini küçümserlerdi. Anlaşılan zihinlerindeki bu çarpık “işçi” resmi onların cep hesaplarına daha uyuyordu!

Başka bir örnek daha verelim: “Taşın altına elini koymak” deyimi. Bu deyimi okuyunca veya duyunca zihninizde nasıl bir manzara canlanıyor? Sanırım çoğumuzun aklına büyük bir taş resmi geliyor. İnsanların o taşın altına ellerini koyduğunu, ellerinin o taşın altında kalıp ezildiğini hayal ediyoruz. Oysa bu deyim, taşın altındaki ellerin zarar görmesine işaret etmez. Taşı yardımlaşarak kaldırıp bir yere taşımak anlamındadır. Bu deyimin zihnimizde beliren resmi yanlış olunca kim artık elini taşın altına koymak ister ki?

Bu yazıda bahsettiğimiz tefekkür silsilesi esas olarak günlük basit düşüncelerden en karmaşık bilimsel, sanat ve felsefi düşüncelere kadar böyle işliyor. Ama “bugün ne yesem?” sorusuna karşı zihnimizin işleyişi ile, “benim bu dünyadaki işim ne?” sorusuna karşı işleyişi farklı. İkincisi birincisine göre daha katmanlı, derin ve bütünleşik... O yüzden eğer hikmet anlamında varlığımızı köklendirecek düşüncemizin gelişmesini istiyorsak aklımıza, zihnimize, idrakimize önem vermeliyiz. Hayal etmeye, hatırlamaya, tasvir etmeye, temsil etmeye ciddiyetle yaklaşmalıyız. Bir şey çok önemli: Biz müminler için her tefekkür,onu başlatan niyet ve onu âleme çıkaran eylem ile değer kazanır. Tefekkür; Hakkın yarattığı ve murad ettiği, O’nun Rasûlünün (sav) de bildirdiği ve gösterdiği usul üzerine olursa makul ve makbuldür. Yoksa kâfirlerin, zâlimlerin ve sahtekârların da akılları var, onlar da düşünüyorlar!

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım