Âyin de bitti, insanlık da!

Âyin de bitti, insanlık da.
Âyin de bitti, insanlık da.

Türkçeye çevrilen bir Kant felsefesi kitabında Hümanizmi, “insancılık” diye çevirmiş çevirmen ve “devirmen efendi”!

Bu kadar çarpıklık karşı uçta da karşımıza çıkar: Bu ülkenin edebiyat profesörleri, Mevlânâ’nın, Yunus’un nasıl büyük hümanistler olduğunu ballandıra balllandıra anlatırlar!

İnsanın nutku kesiliyor gerçekten: Mevlânâ’yı, Yunus’u hümanist olarak gören adam, hümanizmin de, Mevlânâ’nın ve Yunus’un da ne olduğunu, neler yaptıklarını, neyi temsil ettiklerini de bilmiyor demektir. Daha da vahimi ve trajikomik olanı da, bilmediklerini de bilmiyor olmaları!

Ürpertici gerçekten.

Çorak ülkenin kaçınılmaz olarak posası çıkmış ürünleri bunlar!

Aslî günah teorisi

Hümanizm, insanın olmadığı yerde zuhûr eder. Batı’da insanın hür iradesi, kilise tarafından ipotek altına alınmıştır: Aslî günah akîdesi, (original sin, fall from grace=aslî günah, düşüş, yani Lütuf Sahibi Tanrı’nın Lütfu’ndan Tard Edilmek), insanı işlemediği suçlardan sorumlu tutuyordu.

Aslî Günah teorisini özetle şöyle tarif edebiliriz: İnsan yaratılıştan suçludur, yasak meyveyi yemiştir ve dolayıyla günahkârdır. Bu sebeple bütün insanlar doğuştan günahkâr olarak doğar.

Oysa suç da, günah da şahsîdir, temelde, esas itibariyle. Ya da şöyle söylemeli belki de: İnsan, işlemediği suçlardan sorumlu tutulamaz. Bir insanın işlediği suç kendini bağlar, nesilden nesle bütün insanlığa geçen, bir suçu fiilen işlemeyen kişiye de sirayet eden, aktarılan bir fiil olarak görülemez.

Sâbite neresi, değişken nereye düşer?

“2500 yıllık Batı uygarlığı, bir ifrat ve tefrit hikâyesidir.” der büyük tarihçi William McNeil. Zıt kutuplar arasında gidip gelmenin, sürüklenmenin, nefes nefese yaşamanın, doğal olarak haksızlıkların, zulümlerin ve tecavüzlerin tarihi.

Batı uygarlığı; başka medeniyetlere, kültürlere ve dinlere karşı yıkıcı olmadan önce kendisine karşı yıkıcıdır. Hegel’in “yaratıcı tahripkârlık” dediği şey, iki boyutuyla da gerçek oldu dünya ölçeğinde. Ama bir farkla: Yaratıcılığı daha ziyade Batı için, tahripkârlığı ise insanlık için söz konusu oldu.

Batı toplumlarında refah hâkim olurken, Batı emperyalizmi dünyanın kaynaklarını tepe tepe kullanmakta, tarumar etmekte ve dünyayı yoksullaştırmakta bir sakınca görmedi.

Paganizm, dolayısıyla sekülarizm, Batı uygarlığının itici gücü olduğu için, Batı uygarlığının yanlış ve yanıltıcı bir yerde temellenmesine, yanlış temeller üzerinden yükselmesine ve yükselirken de kendini de insanlığı da yanlış yerlere sürüklemesine yol açmıştır.

Pergelin sabit ayağı, “sâbite”ye değil, “değişken”e kilitlendiği için, Batı uygarlığı pergelini şaşırmış ve insanlığa pahalıya mal olmuş bir uygarlıktır.

“Değişken”i sâbite katına yükseltmek bir şiddet eylemidir: Ontolojik olarak varlığın düzenini bozmak ve anlamını yok etmek, hem ontolojik hem de epistemolojik şiddetin hayatın her alanında kol gezmesine, hayata hükmetmesine yol açar. Her şeyin çığırından çıkmasının nedeni bu ontolojik ve epistemolojik şiddettir.

Bu şiddet, hayatı ve hakikati yerle bir edecek varoluşsal bir şiddettir. Şiddetin şiddeti, aşırılığı; insanın fıtratını, tabiatını, tabiatın tabiatını, hayatın anlamını ve düzenini yok eder. İnsanı ruhsuzlaştırır ve vicdanını yok eder. Gazze bunu ispat eder: Bütün insanlığın gözünün önünde çocukların, masumların, savunmasız insanların katledilmeleri normal bir davranış gibi görünür ruhunu yitiren vicdansız insana.

Ama bu durum, insanın günah galerisini şişirir. Şişen günah galerisi eninde sonunda patlayacaktır. Günah galerisi infiali besler, yeri ve zamanı gelince infial patlayıverir. Patlayan infial, günah çıkarma eylemine ve işlemine dönüşür. Gazze’deki soykırım hâdisesinde patlayan infial, Batılı büyük şehirlerde, özellikle de üniversitelerde tam anlamıyla büyük bir günah çıkarma hâdisesine dönüşmüştür.

Dün kilisenin, kilisede papazın üstlendiği bu günah çıkarma eylemini; bugün genelde sanat, özellikle de roman ve ardından sinema üstlendi. Ama şimdi, geldiğimiz noktada medyalar üstleniyor; hem televizyon, gazete gibi konvansiyonel medyalar hem de daha çok da ürpertici bir şekilde, sosyal medyalar, elbette ki.

Açılma korkusu

İletişim biliminin piri Marshall McLuhan, iletişim araçlarının insanın uzantıları olduğunu söylemişti. Üstadın bu tespiti akademide ve entelektüeller arasında büyük gürültü kopardı ve bitmek bilmeyen tartışmalara yol açtı.

Yeri gelmişken hemen söylemekte fayda var: McLuhan, Kanadalı bir Katolik’tir. Çözümlemelerinde Katolik psişesinin izlerini görmek mümkündür. Katolik psişesi, Avrupa’daki en derin, en diyalektik, en otantik ve en verimli psişedir aslında.

Katoliklik, Avrupa düşüncesinde hem en “kadîm olan”ın hem de en “mistik, derinlikli ve otantik olan”ın ortaya çıkartılmasında etkili olmuştur.

Katolikliğin Avrupa düşüncesinde, sanatında ve daha spesifik olarak da psişesinde gördüğü işlev, diyalektiktir: Katolikliğin içe kapanmacı, korumacı tabiatı, Protestanlığın patlak vermesine yol açtı: Protestanlık, liberalliğin, dışa dönüklüğün, yeniliğin ya da daha yerinde bir ifadeyle; nevzuhurlığun, neseb-i gayr-ı sahihliğin kaynağıdır Avrupa’da.

Açılma korkusu, Batılı psişeye büyük tazyik yapmış hatta hükmetmiştir. Kilise Çağları’nda dışa açılma korkusu, modernlikle birlikte ise içe açılma korkusu, Avrupalı insanın hattı harekâtının, yapıp ettiklerinin itici gücüdür.

İki infial, iki günah çıkarma âyini

Batılılar, Gazze’den sonra -medyatik ve ya da değil- günah çıkarma âyinleri bile yapamayacaklar!
Batılılar, Gazze’den sonra -medyatik ve ya da değil- günah çıkarma âyinleri bile yapamayacaklar!

İnfial, tabii bir sosyal tepki biçimidir. Medyatik infial, yapay olarak üretilen yapay, yapay olduğu için de sahte bir âyindir aslında. Seküler bir âyin: Ayartıcı, kışkırtıcı, baştan çıkarıcı ve pornografik.

Medyatik infial, yeni medyaların, özellikle de sosyal medyanın yaptığı en büyük ilk âyindir. Patlama âyinidir bu. Günah çıkarma âyini ise, bunun kaçınılmaz sonucu olarak gerçekleşen durulma, sâkinleşme âyini.

Medyatik infial âyininde de, kilisedeki günah çıkarma âyininde de insan, hem kendini kandırır hem de sahte bir tanrı rolü oynar.

İki âyin de yapaydır. Gösteridir. Gösteri olduğu için yapaydır. Yapay olduğu için de gösteriye dönüşür. Yitirileni ya da daha doğru bir ifadeyle yok edileni geri getirmez.

Günah çıkarma; tevbe değildir, af dileme değildir. Tevbe ya da af dilemeyle insan, Yaratıcı’ndan, yitirdiği hasletleri yeninden iade etmesini, yeniden elde edebilmeyi, kazanabilmeyi, bozulan fıtratını yeniden onarabilmeyi talep eder. Tevbe eden, af talep eden insanın bu isteği, talebi yerine getirilir.

Günah çıkarma âyini; şımarıklığın, kibrin zıvanadan çıkmış ve çaresizliğe dönüşmüş, acıklı hâlidir. Kişi, günah çıkarma âyininde Tanrı’dan günahlarının bağışlanmasını ister gibidir ama gerçek hiç de böyle değildir. Kişi, kilisede, günah çıkartan papaz üzerinden; medyada ise gerçeği katleden gladyatörlere dönüşen medyatörler üzerinden aslında Tanrı rolünü oynar.

Böylelikle infial ve günah çıkarma âyinleri, yeni ve daha normalleşmiş, meşrulaştırılmış hükümranlık kurma biçimlerinin araçlarına dönüşür.

Batılılar, günah çıkarma âyini bile yapamayacaklar!

Batılılar, Gazze’den sonra -medyatik ve ya da değil- günah çıkarma âyinleri bile yapamayacaklar!

Yapamayacaklar; çünkü geleceğin tarihi, Batı uygarlığını çok kötü yazacak: İnsanlığın müşterek medeniyet mirasının ve ilkelerinin hepsini yerle bir eden, tarihten silen bir vampir olarak hatırlayacak ve anacak!

Başkasına, farklı olana hayat hakkı tanımayan, insanlığın bütün birikimlerine, bütün kutsallarına, bütün inanç, düşünce ve kültür biçimlerine saldıran bir vandal olarak anlatacak!

Tarihte ilk defa bütün insanlığın geliştirdiği, “din”i merkeze alan ya da din ekseninde gelişen bütün inanç, kültür ve medeniyet biçimlerinin yeşerttiği ortak medeniyet tecrübesinin dışına çıkan marjinal bir tecrübe Batı uygarlığı tecrübesi.

Bunun altını çizmek gerek. Sanki tarih; sadece Batılıların yaptığı ya da Batılılar gibi yapılan bir insanlık tecrübesi. Evet, böyle bir algı var: Bu algı başından sonuna kadar sahte bir algı. Batılılar, hiçbir zaman insanlık tarihinin merkezinde olmadılar, marjininde oldular. Bütün dünyaya hâkim oldular, bütün kıtalara, denizlere, karalara hatta semaya uzandılar ama insanlığın ortak birikiminin, merkezî tecrübesinin dışında oldular.

Batı dışında geliştirilen insanlığın müşterek tecrübesi; Çin’den Amerika kıtasındaki tecrübelere, Mısır’dan Akdeniz havzasındaki kültürlere kadar bütün insanlık birikiminin geliştirmeyi başardığı en genel müşterek medeniyet tecrübesi; insanı Tanrı’ya veya tabiata ait bir varlık olarak tarif etmiş, konumlandırmış.

Batı uygarlığı, tarihte ilk defa din-dışı uygarlığın bütün insanlığa hükmettiği ve kendisini, değerlerini dayattığı bir uygarlık. Batı uygarlığının geliştirdiği paradigma, insanı Tanrı’ya, tabiata ve bütün varlığa hâkim olan bir varlık olarak konumlandırıyor.

Ortaya çıkan sonuç tam anlamıyla felaket oluyor: Tarihte ilk defa, “Tanrı fikri”ne, “hakikat fikri”ne, tabiata, bütün dinlere, medeniyetlere, kültürlere büyük bir saldırı gerçekleştiriliyor.

Ayartıcı ve geçici olanı kutsayarak, insanın inanma ihtiyacını kendi icat ettiği sahte tanrılara, “mutlak sahte”nin hükümran olduğu, algının, aklı; algılar üzerinden üretilen sahte kutsalların kutsalları çarmıha gerdiği din-dışı kutsallıklarla insanlığı imajların, kültlerin, ayartıların ve hazlarının kölesi haline getiren sarkastik, dolayısıyla insanlığın insanlığını yitirmesine yol açan, sonra da kendi kuyusunu kazıyan, kendi ölümünü hazırlayan bir Frankenstein olarak yazacak geleceğin tarihi Batılı emperyalistleri!

Bütün denizleri ve karaları sömürgeleştiren, bütün kıtaları, kuraların maddî-manevî kaynaklarını, yer altı yer üstü doğal gaz ve petrol yataklarını yağmalayan, insanlığın onca çileyle, mücadeleyle, savaşla geliştirdiği en değerli hazineleri dinlerini, kültürlerini tarumar eden bir canavar olarak kaydedecek!

Emperyalist!

Sömürgeci!

Soykırımcı!

Yağmacı!

Tecavüzcü!

Ama insan hakları, demokrasi, özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi kavramları diline pelesenk etmekten çekinmeyecek kadar şımarık bir hegemon olarak lanetle anacak! Günah çıkarma ÂYİNİ bile yapamayacak! Gazze’de mazlumlara, insanlığın gözünün içine baka baka kan banyosu yaptıranlar için günah çıkarma âyini, kan banyosu âyinine dönüştü artık! Günah çıkarma âyini de bitti, insanlık da Batı için!

Vesselâm.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım