Yerleşik düşünce ve şiir
Adına ister "insanların özgürce birlikte yaşayabileceği ideası", isterse "geleceğin kolektif hayatı" diyelim özgürlük, şiire mündemiçtir. Bir özgürlük vaadi olarak çağdaş şiir, yaşamaya değer bir dünyaya dair umudu besler.
Şiir insanların bir arada güvenle yaşayabileceği bir dünyayı düşünülür kılar. Bir özgürlük vaadi olarak şiir, geleceğin kolektif hayatına ve aklını başına almış insanların itibar gördüğü bir dünyaya olan ümidi teyit eder. Çünkü insanın yapıp ettikleri arasında bir tek şiir, haksızlığa, yani hakikatten yoksun bırakılmış olmaya karşı duran azınlığın sesi olagelmiştir. Şiir, varoluşu baştan sona kat eden apaçık yalanlara karşı cevaptır. Ne var ki gerçek kurtuluşun reçetesi şiirde değildir. Şiir bize bir arada güvenle yaşayabileceğimiz bir dünyanın harcını temin etmez. Şiirin haksızlığa uğratılanlara aşıladığı ümit eyleme dökülmedikçe dünya, onu hakikatten yoksun bırakanların eğlence yeri olmaya devam eder. Gerçekten yaşanmaya değer, aklıselimin üstün tutulduğu bir dünya inşa edebilmek için yerleşik düşünce denen şeyin yerle bir edilmesi gerekir. Temelini kestirmeci bir mantıkla yoğrulan bireysel ve kolektif deneyime borçlu olsa da yerleşik düşünce, genel geçer yargılardan başkaca bir şeye denk düşmez. Hakikate yönelik derin bir araştırmadan ziyade yaygın görüşlerin sonucu olan genel geçer yargılarsa körlük, benmerkezcilik, çıkar ve boş inançlar tarafından kuşatılmıştır.
Körlük: İnsanların çoğu görebildikleri, işitebildikleri, elle tutabildikleri şeylere inanır. Hakikat onlar için yalnızca kendi kuruntularının ateşiyle şekil verilendir. Mitlerin terk edildiği bir çağda bu ateşi ideolojiler körükler. Körlük, görme yetisinden yoksun oluş değil, nesnenin ötesindeki apaçık hakikati seçememektir. İdeoloji insana göremediği şeyleri göstermeyi vaat eder. Bunu gerçekleştirebilmek içinse insanın yabancılaştığı o hakikate muhtaçtır. Dolayısıyla ideoloji, bütünüyle hakikatten yoksun olduğu için değil, hakikat olan ile olmayanı aynı potada erittiği için geçersizdir. Genel geçer mantık ise çağımıza özgü masallardan başka bir şey sayılamayacak olan ideolojilere tutunur. Bu anlamda ideoloji denen şey, yalnızca yanılsama üreten, yanlış kanıları içi boş göstergeler olarak çoğaltan makinedir. Bu seri üretim mantığına boyun eğen insanlık için barış içinde yaşanılabilecek bir dünya düşüncesi hayalden ibarettir. Hangi ideolojik kutba mensup olursa olsun insanı böylesi bir hayalden özgürlüğü tahayyül edilir kılan bir şiir uyandırabilir.
Benmerkezcilik: İnsanların çoğu meselelere kendi açısından bakar. İnsanın bir meseleye kendi açısından bakmasından daha doğal ne olabilir diye düşünülebilir. Heraklitos, insanların bilgiyi daha büyük ve ortaklaşa yaşadığımız dünyada değil de, kendi küçük dünyalarında aradıklarını söyler. Bunlar için asıl mesele, özvarlığını koruma, kendi türünün, cinsinin çıkarını savunma kaygısından öte bir anlama gelmez. Empati kurduklarında dahi bu tür insanlar kendi benliklerinden sıyrılmayı bir türlü beceremez. Çok az insan da vardır ki kendisini yok etme pahasına olguya, numene, hakikate işaret eder. Her alanda yaşanan yozlaşmanın temelinde bu nadir insanın sözünün genel geçer anlayış tarafından değersizleştirilmesi olgusu yatar. Oysa insan, kendilik bilincine varıp da benlikten sıyrılmayı başardığında özvarlığına değer katar. Çünkü benlik insanla varlık arasındaki ilk perdedir. İşte bu perdenin kalkmasıyla insanoğlu şereflenmiş olmakla kalmaz, ayrıca milletin, mekanik bir birlikteliğin değil, kolektif bir bilincin eseri olduğu hakikati de ona kendini açar. Bireysel hakikati kolektif hakikate bağlayan şiirse zaten bu bilince açılan bir geçittir.
Çıkar: İnsanların çoğunu bir araya getiren temel dürtü ortak çıkardır. Çıkar kavramı metaa yönelen arzuya (talep) karşılık gelir. Çıkar, ilk bakışta, özel mülkiyet planında karşımıza çıkar. Daha ziyade mikro iktisat evreninde, tüketiciler, şirketler, endüstriler düzeyinde varlık bulur. Yararlılık, eşdeğerlilik, farklılık mantığı üzerine yerleşen çıkar, hak edilmemiş olanı talep ettiğinde dünya yaşanılır bir yer olmaktan çıkar. Böylece tasmasını bütün bir insanlığa düşman kesilen düzenin tuttuğu çıkar (faiz), yalnızca üretim imkânlarına kayıtsız olmakla kalmaz, tüm insani değerleri yutan bir canavara da dönüşür. Temelini çıkarsızlıkta bulan şiirse böylesi bir vahşete karşı köklü bir itirazdır. Zira mevcut düzenle suç ortaklığını reddeden şiir hiçbir insani otoriteye yaslanmaz. Şiir, diğer insani yapıların aksine, kendi yasalarını yalnızca kendinden çıkarır.
Boş inanç: İnsanların çoğu boş inançların esiri olarak ömrünü tüketir. Tarih ve gelenek diye önümüze sürülen birçok şey boş inançları besler. Böylece boş inanç denen şey, adım adım düşünen değil, edilgin bir aklı işaret eder. Edilgin akılsa, başkalarınca güdülmekten başkaca bir şey bilmez. Kant'ın söylediği gibi "edilginliğe, dolayısıyla usun özerksizliğe yatkınlığına önyargı denir." En büyük önyargı ise boş inançtır. Şiirsel düşünüm beklentilere uygun bir anlam üretmediğinden önyargıları boşa çıkararak mevcut kalıpları yıkar. Çünkü mantıksal dizgeleri askıda bırakan şiir için tek talimat, herhangi bir talimat olmamasıdır.
Adına ister "insanların özgürce birlikte yaşayabileceği ideası", isterse "geleceğin kolektif hayatı" diyelim özgürlük, şiire mündemiçtir. Bir özgürlük vaadi olarak çağdaş şiir, yaşamaya değer bir dünyaya dair umudu besler. Yine de bu umutla birlikte köklü bir memnuniyetsizlik de şiirsel düşünceye perçinlenmiştir. Bu anlamda şiir yerleşik düşünceyi ele geçirmiş güçlerce kuşatılan dünyaya, dünyanın hâlihazırda aldığı şekle köklü bir itirazdır. Oysaki mevcut dünyanın yasalarıyla bağdaşmayan şiirin karşısında bir de dünyanın sıradanlığına dekoratif katkılar sunan bir anlayış vardır. Bu yüzden denebilir ki yalnızca öcünü alan şiir, yani dünyaya tutunan değil, hakikatten yoksun bırakılmış bir dünyadan koparak gelen şiir, yaşama dünyasından koparılmış olan hakikati geri döndürebilir.