Yeni ve sınırlı sayıda her şey!

Yeni ve sınırlı sayıda her şey!
Yeni ve sınırlı sayıda her şey!

Toplumların bunalım içerisinde olduğu dönemlerde, toplumu bir arada tutan “doğal bağlar” zayıflar ve kırılır. İnsanlar bu bağın kırılması sonucu artık hareketsizdir. Ânın kendisini kutsamaktan başka yapacak bir şey yoktur. Geçmiş ve gelecek, yerini şimdiler yığınına terk etmiştir. Yeni olmayan yeniler üretilmeye başlanmıştır; aşkın yenileri, unutmanın yenileri, anneliğin yenileri, hatırlamanın yenileri, yaşamanın yenileri… Bu yenileri, bir sonrakiler takip eder. Sınırlı sayıdadır bunlar ve son kullanma tarihleri çok yakın bir dönemdedir. Çünkü, bantta yerine gelecek “yeniler” beklemektedir.

  • Corrientes aguas, puras, cristalinas
  • Arboles que os estais mirando en ellas...
  • Coşkun akan saf, berrak sular,
  • Bakışınızın takılıp kaldığı ağaçlar…
  • Garcilaso de la Vega

Tahtadan, taştan, topraktan yapılmış bir yontu olarak “yeni”. Hayatın tam ortasında, her anda bizi işleyen ve dönüştüren yeni putumuz. Oysa bir puttan söz etmek için, putun uzun süre ikamet etmesi gerekir ve insanların ona inanması. Artık put, hızlı ve değişen şeyin adı. Ona hiçbirimizin inandığı yok, onun birkaç gün sonra bizi bırakıp gideceğini onunla ilk tanıştığımız anda biliyoruz. Kimsenin onu parçalayacağı da yok. Yine de birkaç günlük aşkımız, hayatımız, onsuz yapamadığımız… Bir yenisi gelince anımsamadığımız…

“Hafızanın görevi gerçeklikten kurtarılabilecek nitelikte olan her şeyi kurtarmaktır” demişti Octavio Paz bir söyleşisinde. Artık gerçeklikten kurtarabileceğimiz bir şey yok. Belki de gerçeği kurtarmalıyız.

Gelecek duygusunun kaybı ekonomiktir; geçmiş duygusunun kaybı ise kültürel. Şimdinin içine sıkışıp kalan, hiçbir yerinde uzun süre kalamadığımız, kısa vadeli ve kısa süren deneyimlerle devam ettiğimiz bu hayatta “tecrübe”den ne kadar bahsedersek bahsedelim, yaşadığımız hayat “kısa”dır.

“İnsan bir kere görür / Sonrası hep bakmak” demişti Seyidhan Kömürcü. İnsanın ömrü boyunca bir meseleyi kavradığını, bir hikâyesin olduğunu ve onu anlattığını, onu çoğalttığını söylerler. Dostoyevski tek bir şey anlatır; Tanpınar da öyle… Artık “bir kere görmek” yok hayatımızda, “sadece bakmaklar” var. Anlatacağımız, anacağımız, üzerine derin düşüncelere dalacağımız bir hikâyenin yerini, yerine gelecek “yenisini” bekleyen hikâyeler aldı -buna hikâye denebilirse-.

Keder ve aşk, bağımlılık ve neşe, üzülmek ve geçim sıkıntısı, saygı görmek ve unutulmak… Bütün bu duygular ve eylemler -iyi ya da kötü- nereden başlayacağımızı ya da nasıl mücadele edeceğimizi bilmediğimiz şeylere dönüştü. Çünkü, birden gelen yeni, insan hafızasını sıfırlar.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım