Yapay zekâlar bizi nasıl anlar?
Dil, muğlak bir yapıdır. Doğal dil, gündelik hayatta kullanılan, her ülkenin kendi anadili içerisinde farklı kurallar, deyimler, şakalar ve kurallardan oluşan, anlaşılması zor bir yapıyı oluşturmaktadır.
Dünyamız, kelimelerden çevrili bir evren. Görülen ve görülmeyen her şeyin arkasında sistemsel ve muhatabının anladığı bir dil var. Matematik, sayıların dünyasında sistematik bir düzen kurma uğraşı. Fizik, doğa içerisindeki dengeyi anlamamızın sağlayan, insanlığa seslenen bir yapı olarak karşımızda duruyor. Biyoloji insanı, kimya evrenin ruhunu bize açan birer anahtar. Belki de Adem’e eşyanın hakikatinin öğretilmesi bir anlamıyla, bu dillerin de insana bahşedilmesi ve sadece konuştuğu değil anlayabildiği alternatif dillerin de insana verilmesinin bir açıklaması olarak okunabilir.
İnsanlığın en temel meselesi her zaman dil olmuştur.Birden çok milletin, her birinin farklı dil konuşmasını açıklamak için tarih boyunca teoremler ortaya atılmıştır. Babil Kulesi efsanesiyle birlikte, insanın hem tanrıya ulaşması için kullanabildiği tek yol ortadan kaldırılırken aynı zamanda birbiriyle anlaşamayacağı ya da birbiriyle anlaşması için çabaya girmesi gerektiği gibi bir açıklama ortaya atılmıştır. Tevrat’ın Yaradılış bölümünde “Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki birbirlerini anlamasınlar. Böylece Tanrı, onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.” cümleleriyle, yeryüzünde birden çok dil oluşması meselesine bir açıklama getirilmeye çalışılmıştır.
Kelimelerin varlığı insanı doğadaki diğer canlılardan farklı bir konuma koymakta, evrenin merkezinde düşünen bir varlık olarak insan fenomenini oluşturmaktır. Kelimeler hem anlama hem konuşma yeteneği vermesi bir yana aynı zamanda insana bir iktidar alanı ve buna bağlı olarak da meşru bir mücadele imkânı sağlamaktadır. Kelimeler ve genel anlamda dil, bir iktidar aracı olarak hep süregelmiştir. Orta çağa gelinceye kadar özellikle Batı’da elit sınıfın hakimiyetinde olan Latince okuma ve yazma pratiği, iktidarla halk arasında keskin bir sınır oluşturmuştur.
Matbaanın Gutenberg ile hâkim bir teknoloji olmasının en büyük alametifarikası da yine matbaanın yeni bir icat olması değildir. Zira tarihte çeşitli dönemlerde belirli matbaa sistemleri kullanılmıştır. Ancak Gutenberg matbaasıyla birlikte, dil üzerindeki iktidar değişmiş, artık anadilde yazılan metinler insanlığın eline geçmiştir. Bir anlamda, halkın kelimeleri de artık okunması kabul edilebilen meşru kelimeler haline gelmiştir. Bu da hem Aydınlanma sürecini başlatmış hem de Avrupa’da iktidarın değişmesindeki süreci mümkün kılmıştır. Postmodern dönemde de yine söylem önemli bir fenomen olarak öne çıkmış ve değişen kelimeler ve kelimelere yüklenen yeni anlamlarla, yani kurulan dille birlikte, farklı bir paradigma ortaya çıkartılmıştır.
Dilin sınırlarında yapay zekâ ufku
Avusturya doğumlu filozof Ludwig Josef Johann Wittgenstein dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır derken aslında hem kendi yükseldiği felsefenin sınırlılığını çizmekte hem de oluşacak yenidünya öncesinde önemli bir önerme ortaya koymaktadır. Gündelik hayattaki kelimelerin dünyayı anlamak için yetersiz olduğunu söyleyen Russell’a da dayanarak, anlamlı bir dilin önermelerden oluşacağını öne sürmektedir.
Yapay zekâ çalışmalarına baktığımızda da karşımıza Russell’ın dil sistematiği ve Wittgenstein’ın dünyanın sınırlarının kelimelerden oluştuğu önermeleri çıkar. Çünkü yapay zekâ tartışmalarında en önemli noktalardan ve problemlerden biri olarak karşımızda ‘doğal dil işleme’ yöntemleri durmaktadır. Bu alanda yapılan çalışmalar, bugünkü yapay zekâ sistemlerini gelişmesinde önemli bir çalışma alanı olarak her geçen gün önemini artırmaktadır.
Dil, muğlak bir yapıdır. Doğal dil, gündelik hayatta kullanılan, her ülkenin kendi anadili içerisinde farklı kurallar, deyimler, şakalar ve kurallardan oluşan, anlaşılması zor bir yapıyı oluşturmaktadır. Bu dilin anlaşılabilmesi ve anlaşıldıktan sonra karşı tarafa doğru çıktılar ulaştırılabilmesi son yıllarda sürdürülen yapay zekâ çalışmalarının en önemli meselesi olarak öne çıkmaktadır. Veri alanında yaşanan patlama ve her şeyin verileştirilebilir olması sayesinde dil modelleri noktasında çalışmalar yoğunlaşmış ve makine-insan ilişkisini dil temelinde en hatasız olacak şekilde çözmeye yönelik sistemler hayatımıza girmiştir. Bir anlamda, yapay zekâ sistemlerinde gelişen dil modelleri, yapay zekânın dünyasının sınırlarını geliştirmekte ve insanlık bir kere daha dil üzerinden yaşanan yeni bir devrime şahitlik etmektedir.
Bugün kullandığımız yapay zekâ sistemlerinin hepsi doğal diş işleme teknikleri etrafında geliştirilmiş dil modelleri üzerinden yükselmektedir. Dil modelleriyse basit bir şekilde dört temel noktayı hedef alarak çalışır. Bunlar dili tanımak, sözlük ve biçimbilim, dilbilgisel yapı çözümleme, anlambilimsel yorumlam, edimdilbilim ve söylem, dilüretimi süreçleridir. Yapay zekâlar bu aşamalardan sonra kullanıcıların “girdi olarak sunulan dilsel ifadeleri veri tabanlarında sorgulayıp, dilsel olarak çıktı üretme, doğal diller arasında çeviri yapma, göreve yönelik doğal dil üzerinden diyalog yürütebilme, verilen bir metni açımlama, özetleme ya da anlatma, doğal dilin dilbilgisine göre işlem yapma” eylemlerini gerçekleştirmektedir.
Başka bir evrende en güzel hâliyle
Dil modellerinin gelişmesi ve geçmişe göre daha başarılı sonuçlar vermesiyle birlikte, yapay zekâda devrimsel bir zaman dilimine girdiğimiz söylenebilir. Ancak girdiğimiz bu yeni dönemin kısa bir sürede gerçekleşmediğini bilmek, geldiğimiz noktanın ne olduğunu bize göstermesi açısından kıymetli. 1950’de, Marvin Minsky ve Dean Edmonds ilk yapay sinir ağı bilgisayarı olan SNARC (Stochastic Neural Analog Reinforcement Calculator) çalışması bu alanda yapılan ilk çalışma olarak kabul edilmektedir. Ardından 1980’li yıllara gelene kadar belirli dönemlerde ilerleme ama genellikle “kara kış” olarak adlandırılan” süreci yaşayan yapay zekâ çalışmaları, günümüzde, özellikle veriye erişimin kolaylaşması ve ciddi fon destekleri sayesinde ciddi bir yükseliş dönemine girmiştir.
Girilen bu yeni altın çağla birlikte, başta transhümanizm tartışmaları başta olmak üzere, yapay zekânın, insanın en büyük marifeti kabul edilen sanatta bile insanla rekabet edecek duruma geldiği, gelecek on yıl sonra yapay zekânın hemen her şeyi ve yeri ele geçireceği gibi konular üzerinde inanışlar kuvvetlenmektedir. Ancak daha önce iki kere duraklama dönemi yaşayan yapay zekânın üçüncü bir duraklama dönemine girip girmeyeceğiyle ilgili tartışmalara hala cevap verilebilmiş değildir.
Bugün özellikle adından sıkça söz ettiren CHAT-GPT ve benzeri metin temelli sistemlerin temelde kendi içinden gelen bir etkiyle değil, kendisine yöneltilen soruları, geliştirildiği dil modeli etrafında, cevapladığı ve verdiği cevapların niteliksel açıdan farkına varamadığı hakikatini göz önüne alırsak, başarılı olanın dil modelleri olduğu ve bunu sağlayan itici kuvvetin de büyük veri teknolojisi olduğunu gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Karşımızda yine insanlığın en temel problemi ve meselesi olan dil sorunsalı durmaktadır. Tevrat’ta bahsedilen Babil Kulesi meselesinin bir benzerini, tersine bir süreçten tecrübe ettiğimizi söylemek zor olmasa gerekir. Zira matematik gibi evrensel bir dilin üzerinden yükselen yeni teknolojiler, kitlelerin algı dünyalarına, anlam kurma süreçlerine sızmakta, yeni bir dil kurgulayarak farklı bir anlama ve öğrenme pratiği inşa etmektedir. Yapay zekânın dünyayı ele geçireceği spekülasyonundan önce düşünmemiz gereken konu, dil ile inşa edilen bu yeni dünyaya, farklı kelimelerle yeni bir anlam teklif edip edemeyeceğimizdir. Zira yapay zekâ günün sonunda insanın geliştirdiği yeni bir araçtan fazlası değildir. En azından şimdilik.