Yahudiler nerede

Arşiv.
Arşiv.

Yedi ekim iki bin yirmi üç tarihinden itibaren birkaç ay Hamburg’da ikamet etmiştim. İsrail’in Gazze’ye yaptığı yıllar süren zulmün son ayaklanması duyulmuştu. Hamas mücahitleri gözleri karartmış ve savaşın başladığı ilan edilmişti. Soykırım sosyal medyaya düşmüş, rehine trafiği, Müslüman ülkelerin yapması beklenen hamleler ve uykusuz geceler başlamıştı. Ne yaparsam yapayım üzerimdeki huzursuzluğu atamıyordum. Küresel bir intifada çağrısı vardı, ben o sırada Hristiyan bir ev sahibinin kiracısıydım ve Hristiyan-Yahudi öğrenci çoğunluğunun bulunduğu üniversitenin kütüphanesinde çalışmalarıma devam ediyordum, fakat tedirgindim çünkü başörtülüydüm. Ülkeye yeni gelmiş sayılırdım ve arkadaş edinmek için yeteri kadar zamanım olmamıştı. Sadece birkaç Müslüman arkadaşım vardı. Olayların patlak verip basının gündemini meşgul etmeye başladığı ilk hafta üniversitede sessizlik hâkim olsa da yavaş yavaş Arap dostlarımın Filistin’i konuşmaya başlamış olması beni mutlu ediyordu. Fakat tepkilerinin nasıl olacağını bilemediğimiz için Alman arkadaşlarla savaş hakkında konuşmaya çekiniyorduk.

Üç katlı bir binanın çatı katını kiralamıştık, ev sahibim seksen yaşlarında ömrünü Amerika’da geçirmiş bir hanımefendiydi. Birkaç kez havanın çok sıcak olduğunu niçin böyle giyindiğimi sormuştu, başörtüsünü ima etmediğinden emin olduğumdan üşüdüğümü söylüyordum, gerçekten de üşüyordum. Çok gezen, çok aktif, Alman kültürünü yaymak isteyen biriydi. Bana sürekli Almanca kursumun nasıl gittiğini soruyordu, üstelik çok saygılı ve sevecendi. Böyle bir ev sahibine denk geldiğim için çok şanslıydım. Birkaç aydır binanın ikinci katını kiraya veremediğinden yakınıyordu. Herkes ev ararken niçin kiracı bulamıyorsun diye sorduğumda kasım ayındaydık, gelenlerin İsrailli olduklarını ve onlara evi kiraya vermek istemediğini söyledi. Çok merak etmiştim ama nedenini sormadım. Aslında şimdi düşününce bence o da sohbet etmek istiyordu, benim düşüncelerimi merak ediyordu. Sonra evi Hristiyan bir çifte kiraya verdi. Buna rağmen beni ilk umutlandıran şey, sokağımın başında alışveriş yapmayı sevdiğim butiğin penceresine astığı karpuz posteriydi. Artık Batı da soykırımın farkına varmıştı. Cesaretlendim ve mahallede oturan, beni gördüğünde selam veren, soğuk davranmayan komşularla da bu meseleyi istişare edebileceğime inandım. Aynı akşam okuldan eve dönerken etraftaki birçok evin önünde mumların yandığını ve çiçekler bırakıldığını gördüm. Yahudiler ile ilgili olduğunu tahmin etsem de tam olarak anlamlandıramadım.

Meğer 9 Kasım Almanya’nın tarihi için tamamıyla çok özel bir günmüş; bu yüzden sık sık Almanların Kader Günü olarak da adlandırılıyormuş. Gerçi ulusal tatil günü 3 Ekim’dir ancak Alman Birliği Günü’nde yeniden birleşmenin resmiyete dökülmesi kutlanıyormuş. 9 Kasım resmi bayram olmamasına rağmen bir anma ve hatırlama günüymüş. 9 Kasım 1938 Alman Yahudilerine karşı gerçekleştirilen planlı katliam her yıl anma törenlerinin merkezinde yer alıyormuş. Evlerin önünde yandığını gördüğüm mumlar ve güzel çiçekler, soykırıma kurban giden Yahudileri temsil ediyormuş. Bu sayede herkes onları hatırlıyor ve dualar ediyormuş.

Aynı gün eve girmeden evvel orta yaşlı yan komşumuz ile selamlaştım, yorgun gözüküyorsun dedi, hemen konuya girip bizim sokakta hiç çiçek yok dedim. Anlatmaya başladı. Burası bombalanmayan yerlerdendi, dedi. Fühlsbüttel bölgesinden bahsetti, “Ben de gün boyu çiçek bıraktım, şimdi de Stephansplatz’dan geldim, dünyada kalan ailesi İsrail’e göç etmediğini bildiğim evlerinin önüne mum bıraktım sadece.” dedi, bu kez cesaretlendiğimden midir nedir, “Niye?” diye sordum. “Filistinlileri öldürüyorlar, savaşın her türlüsüne karşıyım ve çok üzgünüm, bebekler de ölüyormuş.” dedi. O anda ona sarılmak istedim ama ben de çok üzgünüm demekten ileriye gidemedim.

Ardından bir haftalığına İtalya’ya gittim. Orada bir kafede İspanyol bir çift ile karşılaştım, bizi başka bir arkadaşıyla tanıştırırken şöyle bir cümle kurdu; “Masamız çok multikültür oldu siz Müslümansınız, ben Hristiyanım, arkadaşım da Yahudi ama neyse ki soykırım destekçisi değil.” dedi. Hepimiz kahkaha attık. Bu küçük espri, o ortamda saatlerce kendimi rahat hissetmeme yetti de arttı diyebilirim.

Döndüğümde çiçekler ve mumlar yoktu sokaklarda, ama okula giderken gördüğüm kiliselerin bahçesinde hep İsrail’e destek pankartları ve İsrail bayrağı asılıydı, bu durum benim ve belki de nice insanın kinini tekrar tetikledi. Okula gittiğimde kulak kesildiğim birçok insan Filistin’deki soykırımdan bahsediyordu, hatta Focus dergisinin İsrail’e destek verdiği kapak tasarımıyla okuyucularla buluşturulan sayısı koridorda yerlerde geziyordu. O an anladım, hükûmet İsrail’i desteklese de halk, Filistin’deki Siyonistlerin soykırımını büyük oranda desteklemiyordu. Üniversitedeki fısıltılar birçok destek kampanyasının ve mitingin işaretçisiydi.

19 Kasım Cumartesi günü İsrail’e ateşkes mitingi şehir merkezinde düzenlendi. 26 Ekim’de küçük bir miting yapılmıştı ancak hükûmet tarafından hemen yasaklanmıştı. Binlerce kişinin katıldığı etkinlik, “İsrail/Filistin ve Ukrayna’da Derhal Ateşkes” adı altında duyuruldu ve Hamburger Forum für Völkerverständigung und weltweite Abrüstung e.V. girişimiyle başladı.

Saat 13.00’de, katılımcılar Heidi-Kabel-Platz’dan (Hauptbahnhof, St. Georg) Mönckebergstraße ve Stephansplatz üzerinden Dammtor-Bahnhof (Rotherbaum)’daki Theodor-Heuss-Platz’a kadar yürüdüler ve gösteri burada sona erdi. Polis, gösterinin büyük ölçüde barışçıl bir şekilde ilerlediğini belirtti. Katılımcılar, barış ve sona ermeyen çatışmaların kurbanlarına destek vermek için bir araya geldiler. Kalabalık arasında bazı göstericilerin ellerinde dalgalanan Filistin bayrakları herkesin dikkatini çekti. Bazı katılımcılar “Free Palästina” veya “Free Gaza” diye sloganlar attı. Bu sloganlar da öncesinde yasaklanmıştı.

Organizatörler bunun yapılmaması konusunda çağrıda bulundular. Polis, yasalara aykırı ve gerginlik yaratabilecek sloganları engellemek için organizatörle birlikte hareket etti. Mitinge katılan bazı siyasilerin aşırı sağ içerikli söylemleri ve yasaklı slogan girişimleri haricinde, göstericilerin ve aktivistlerin, bölgedeki artan gerilim ve çatışmaların durdurulması için taleplerini dile getirmek amacıyla sokaklara çıkması, uluslararası toplumda ve bölgede yaşanan krizin insanlar üzerindeki etkilerini göstermesi bakımından önemli bir adım olarak değerlendirildi.

Mitingin bana göre en önemli kısmı atalarından birçoğunu Hitler siyasetinde Naziler’e kurban etmiş Yahudilerin orada olmasıydı. Herkes Gazze’deki katliamın boyutlarının farkındaydı ve bunun durmasını istiyordu, Almanların sokaklara dökülmesinden daha önemlisi buydu. Birçok Arap, Türk ve Alman kol kola girmiş “Özgür Filistin!” diyordu. Yahudiler İsrail’deki din kardeşlerine durun, yapmayın diyebiliyordu.

  • Türkiye’ye döndüğümde en çok bunu düşündüm, Dünya Yahudi Kongresi’nin 2010 yılı verilerine göre Türkiye’de 23.000 civarında Yahudi yaşamaktaydı. Bu kadar Yahudi’yi biz sadece tüccar, akademisyen, müzisyen vs. olarak mı tanıyacaktık? Neden bir araya gelip bir açıklama, kampanya veyahut miting yapmıyorlardı?

Seslerini duyurmak için çok geç olsa da hâlâ imkânları var. -Üç beş ufak topluluğun yaptığı ve bireysel olarak beyan edilen görüşleri kenarda tutuyorum, onlara saygım sonsuz.- Savaşı görmüyorlar mıydı? Yoksa içten içe Türk sağı bu kadar çok Filistin’e düşkün diye Müslüman kardeşlerimizi desteklemekten geri duruyor, Türk sağı ile aynı düşünmekten mi çekiniyorlardı? Bir düşünce belirtmek bu kadar mı zordu? Yıllarca Müslümanlarla yaşamış olmalarına rağmen neden toplanıp başka Müslümanlara uygulanan soykırımın karşısında duramıyorlardı? Bu sorular ve daha nicelerini sordum, cevap bulamadım. İşte o vakit anladım. Müslümanlarla ve kendisine saygı duyan diğer insanlarla yan yana durabilmek için bile çok büyük bir vicdana sahip olmak gerekiyordu. Sahi, bizim Yahudilerimiz neredeydi?