What is a woman?
Yakın bir zamanda Matt Walsh adlı televizyon programcısının, What is a woman? adlı bir belgeseli yayımlandı. Matt Walsh, kadın nedir sorusu etrafında akademisyenlerle, doktorlarla, terapistlerle, pedagoglarla, transseksüellerle, ebeveynlerle, cinsiyet değiştirme ameliyatı olmuş isimlerle ve LGBTQ+ projesinin mağduru olmuş insanlarla konuşuyor bu çalışmasında. Ancak LGBTQ+ destekçisi tayfanın Matt Walsh’un şu sorusuna cevap vermekten ısrarla kaçtıklarını görüyoruz: Kadın nedir?
Son yılların en büyük, en kapsamlı, en çok desteklenen projesi nedir diye sorsak, alacağımız cevap hiç şüphesiz LGBTQ+ olacaktır. Peki ben yazıma başlarken neden bu harekete proje diyorum, bunu da metnin sonuna doğru izah etmiş olacağım.
Yakın bir zamanda Matt Walsh adlı televizyon programcısının, What is a woman? adlı bir belgeseli yayımlandı. Matt Walsh, kadın nedir sorusu etrafında akademisyenlerle, doktorlarla, terapistlerle, pedagoglarla, transseksüellerle, ebeveynlerle, cinsiyet değiştirme ameliyatı olmuş isimlerle ve LGBTQ+ projesinin mağduru olmuş kimi isimlerle konuşuyor bu çalışmasında. Kimisi LGBTQ+ projesini desteklerken, kimisi bunun karşısında duruyor ve iki taraf da kendi gerekçelerini sunarak yapıyor bunu.
Gelgelelim LGBTQ+ destekçisi bilim insanlarının, doktorların, psikologların, pedagogların vb.lerinin Matt Walsh’un şu sorusuna cevap veremediklerini görüyoruz: Kadın nedir? Bu soruya verilen cevap genelde “kişinin kendini kadın olarak tanımlamasıdır, eğer bir erkek kendini bir kadın olarak tanıtıyorsa o kadındır” şeklinde oluyor. Matt Walsh hakikati konuşurken, kendi algılarımızdan mı yola çıkacağız yoksa biyolojiye ve bilime mi dayanacağız diyor karşılık olarak.
Belgeselin genel içeriği bu şekildeyken, özellikle şu noktaya ciddiyetle odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum: LGBTQ+ hareketinin kendini nasıl da zorbaca dayattığına. Çünkü Batının birçok eyaletinde (ilk olarak rıza kavramı üzerine düşünmemiz gerekiyor, çocuğun rızası olabilir mi, çocuk kendi başına karar verebilecek ehliyete sahip mi?) sonuçları felaketle neticelenen ameliyatlara çocukların kendi başına karar vermeleri, onların geleceklerinin etkilenmeleri, enfeksiyon kapmaları, hatta belki de psikolojik olarak intihara sürüklenmelerine sebep olan bir süreçten bahsediyoruz. Hal böyleyken kültürel, politik, ekonomik olarak inanılmaz destek alan bir oluşum LGBTQ+. Hollywood filmlerinin, Netflix dizilerinin, ödül törenlerinin baş köşesinde sürekli olarak aynı kurguyu, kendi cinsel yönelimlerini keşfeden insanları ve aynı cinse yönelimi içeren yapımları bir özgürlük; bir çeşit kalıplara sığamama öyküsü olarak izliyoruz. Üstelik izleyici kitlesinin yaş skalası daha da düşüyor. Netflix’te açtığımız bir çocuk animasyonunda iki kız çocuğunun müstehcen sahnelerini görebiliyoruz. Bu ilk bakışta bir dayatma olarak değil, masum bir sahne olarak görülüyor. Peki gerçekten böyle mi?
Matt Walsh’un belgeselinde bir baba, kız çocuğunun bloker denen hormonları almasını istemediğini ve bununla ilgili dava açtığından dolayı hüküm giydiğini, bu durumdan ancak kefaletle kurtulabildiğini anlatıyor. Belgeselde isim vermeden kendinden bahseden bir başka mağdur ise sporcu. Kendini ‘kadın’ olarak tanımlayan transseksüel bireylerle aynı spor dalında yarışan kadın, bununla ilgili konuşma hakkı bile tanınmadığını, hatta kendilerini transseksüel kadın bireylerin de onlarla yarışacağına alıştırsınlar diye yetkililerin oraya terapist ve psikolog yönlendirdiğini söylüyor. Matt Walsh’un konuştuğu isimler arasında bu baskıya maruz kaldığı için sporu, akademiyi bırakan isimler de olduğundan bahsediyor katılımcılar.
Yanlış yönlendirmeler sonucu cinsiyet değiştirme ameliyatı olup hayatı mahvolan insanların konuşmalarını dinliyoruz. Bu ameliyatların henüz çok yeni olmasına rağmen, kişilerde oluşturduğu etkilerin tartışmaya açılması ise kelimenin tam anlamıyla ‘yasak’. Çünkü tıp biliminde olduğu gibi medyada ve sosyal yaşantıda da oldukça baskınlar. Sadece ekonomik ve sosyolojik olarak değil, psikolojik olarak da destek görüyor LGBTQ+ üyeleri. Bir linç kampanyası başlatılıyor ve anında transfobik, homofobik ilan edilebiliyorsunuz. İzlediğimiz içeriklerde denk geldiğimiz sembollerle, imajlarla görünmez bir dayatmanın kuşatması altındayız. Bununla beraber LGBTQ+ içeriklerini sorgulayan Medya mensuplarının, oyuncuların, şarkıcıların da baskı gördüğü bir zemindeyiz. Ama ‘gerçeklikten’ yoksun bir zemin. İzlediğimiz belgeselde de Matt Walsh’un konuştuğu çeşitli bilim insanları, akademisyenler ve uzmanlar tarafından kovulduğunu, bir meclis üyesinin yayını terk ettiğini görüyoruz. Matt Walsh, konuklar tarafından cüretkâr, saldırgan bulunuyor. Belgeselin sonlarına doğru katıldığı bir televizyon programında LGBTQ+ destekçileri ile tartışırken de aynı tutuma maruz kalıyor.
Üstelik bu TV programı, günler sonra, paneldeki diğer konuşmacılar ‘duygusal anlamda zarar gördükleri’ ve transfobi, homofobi içerdiği gerekçesiyle yayından kaldırılıyor. Halbuki Matt Walsh kendini sakince açıklarken diğer konuşmacıların daha saldırgan bir tutum izlediği aşikâr. İzlediğimizde rahatlıkla görebildiğimiz şu; LGBTQ+ destekçilerinin ortak özelliği ‘kibar bir faşizm’le karşısındakini bastırma, anında suçlama vb. şekilde tezahür ediyor.
Belgesel boyunca tartışmaların odağında olan cinsiyet ideolojisi, cinsiyet kimliği ve rolleri terimlerini Psikolog ve Profesör John Money’in bulduğu ifade ediliyor. Fakat ‘buluş’u, oldukça tehlikeli neticelere sebep oluyor. Kendisinin denek olarak kullandığı iki erkek kardeşten birinin kız gibi yetiştirilmesi sonucu kardeşlerin intihar etmesine sebep olması gibi bir gerçeklik varken, akademi dünyası bugün John Money’in terimlerini takip etmekten vazgeçmedi.
LGBTQ+ ideolojisinin temellerini dayandırdığı öne sürülen bir başka isim ise Alfred Kinsey. Kendisi, Amerika’daki cinsel suçlular üzerinde sahte araştırmalar yapıyor ve bunlara istinaden insanoğlunun doğumdan ölüme kadar seksüel bir varlık olduğunu iddia ediyor. Yaptığı çalışmalar neticesinde insan canlısının cinsel davranışlarının çok çeşitli olduğunu iddia ediyor. Bununla beraber Kinsey’in kendisi de bir çocuk istismarcısı. Onun tarafından her ne kadar ‘deneyim’ olarak adlandırılsa da.
LGBTQ+ politik kampanyalarla, lobilerle destekleniyor ve belgeseldeki bir uzman bununla ilgili şunu dile getiriyor: Batı’da, tedavi süreçleriyle ilgili ciddi bir ekonomi oluşmuş durumda. En zengin ilaç şirketlerinin sattıkları hormonlar, tıp tedavileri vb. durumlar sebebiyle de desteklenen bir hareket bu. O sebeple konuşmak isteyen, bunun zararlı yanlarını tartışmaya açmak isteyen herkes anında susturuluyor, bir linç kampanyasına maruz bırakılıyor. Matt Walsh’un çeşitli eyaletlere, hatta ülkelere seyahat etmesinin sebeplerinden biri de bu. Medya ve akademi tarafından sorduğu sıradan bir ‘Kadın nedir?’ sorusuna aldığı cevaplar hem muğlak hem de zorba bir üslupla karşılık veriliyor ona. Zaten kibar, anlayışlı ve uzlaşmacı konuşmalar beklemek de anlamsız gelebiliyor bir yanıyla, çünkü belgeselde her ne kadar açıkça ifade edilmese de küresel lobilerin, çok büyük güç odaklarının oluşturduğu bir baskı rejiminden söz ediyoruz. Hikâyenin sonunda, bütün bir kafa karışıklığıyla sorusunun cevabını bulmak için didinip duran Matt Walsh, sonunda, ‘Kadın nedir?’ sorusunu karısına soruyor. Eşinin verdiği cevap şu: Yetişkin insan dişi. Çevremizde gördüğümüz, kendi kişisel dünyamıza sızan bütün kavramlardan sıyrılmış, gayet net, çerçeveli bir cevap bu.