Düğün meydanın önündeki toprak yoldan, kara cılız bir çocuk koşarak geliyordu. Tam da gelip, damadın önünde durdu. Kaşlarının kenarından süzülen terler, ince boynunda çamurlaşıp kalıyordu.
- Hüseyin ağam, dedi. Camışlar yukarı bayırda kavgaya tutuştular, tez gelsin dedi babam, senin için. Hüseyin yerinden doğruldu. Ulan, dedi içinden; yetim Hüseyin doğduk, çoban Hüseyin olduk; tam damat Hüseyin olacağız derken başımıza gelen işe bak. Düğün daha başlamamıştı ama, yukarı bayır dediğin yer gittin geldin, gölgelikte bir cigara içtin derken bir saat. Damatlığını giymiş, tıraşını olmuş; bir tam limonu sürmüştü saçlarına.
- Ne yapsak ağalar, dedi Hüseyin. Hemen varsak, gelin alayı çıkana kadar döneriz inşallah. Ne de olsa bütün köylünün hakkı da hatırı da çoktu üzerinde. Traktöre doluşup yukarı bayıra doğru yollandılar.
***
Daha dünyada bir nefesi olmadan yetim kalmıştı Hüseyin. Kekeç Ali derlermiş rahmetli babasına, dili takılırmış biraz konuşurken. Bundan sebep ölmedi tabi. Evlendikten iki ay sonra gurbete gitmiş Kekeç Ali. Gidiş o gidiş, altı ayın üstüne dönmüş bir daha köyüne. Dönmüş ama erimiş bitmiş, gece gündüz kuru bir öksürükle kalmış derde. Köylük yer, doktor hekim hak getire; olanda bir çare bulamamış zaten. Hüseyin doğmadan bir ay evvel vermişler toprağa. Hal böyle olunca Hüseyin de köylünün elinde büyümüş. Kim görse sevaptır diye başını okşar, cebine birkaç kuruş harçlık koyarmış. O da boş durmamış tabi, her işine koşmuş ahalinin. Hüseyin büyüyüp serpilmeye, babası gibi, boylu poslu civan bir delikanlı olmaya başlayınca köye çoban yapmışlar bunu. Çobanlık deyip de geçmeyin; o, koca koca camışları zapt etmek herkesin harcı değildir hani. Gel zaman git zaman Hüseyin iyice bellemiş işini. Onca hayvanı önüne kattığı gibi dere tepe dümdüz gezer olmuş. Camış dediğin de kindar, aksi hayvan. Kavgaya giriştiklerinde Hüseyin hemen yanlarına varır, kollarını iki yana açarmış; o koca camışlar Hüseyin’den af diler gibi süklüm püklüm kalırlarmış. Hüseyin askerden geldikten sonra köylü, artık bunu evlendirme vakti geldi demiş. Kendi gibi yetim bir kız bulmuşlar; Tombulun Mehmet’in kızı Zehra. Bulmuşlar dediğime bakmayın, vaktiyle Hüseyin çıtlatmış muhtara inceden. Üç gün üst üste, sürüyü otlamaya götürürken yola çıkıp da çakır gözleriyle Hüseyin’e işmar edince, tamam demiş bizimki, oldu bu iş. Üzerinden çok vakit geçmeden usulünce istemişler kızı; altındı, mehirdi, düğün dernekti falan konuşulup söz kesmişler.
***
Traktör bayırın yolunu çıka çıka bitirdi sonunda. Hemen aşağı atlayıp camışların yanına vardılar. Hüseyin baktı ki iş ciddi, bunlar iyice girmişler birbirlerine. Yavaşça yanlarına sokulup kollarını iki yana açtı, şimdi durulurlar diyordu içinden. Ama öyle olmadı, camışlar hiç saymadılar Hüseyin’i. Çünkü Hüseyin’in üzerinde damatlık vardı. Besbelli ki camışlar tanımadılar onu; artık kokusundan mıdır, yüzünün tıraşı, saçının perçeminden midir, bilmem. Ahali sonraları işe uyandı; aman Hüseyin çık aralarından, gel buraya demeye fırsat kalmadan, haber getiren çocuğun kavgayı başlattığını söylediği kara camış, onu çakıl taşı gibi fırlattı kenara. Hemen başına koşuşturdular; camışları kendi hallerine bırakıp Hüseyin’i traktörle köye indirmeye koyuldular. Lakin ne var ki daha yolu yarı etmeden kolları iki yana düştü, nefesi kesildi. Gözleri öyle güzel kapanmıştı ki sanki uyuyor gibiydi. Gelin alayı, düğün meydanına Hüseyin’in ölü bedenini taşıyan traktörden sonra geldi. Davul zurnaya artık yer kalmamıştı, her dilde bir ağıt; indirdiler Hüseyin’i traktörden.
Bugün de Günlerden Cumadır Cuma
Bugün de günlerden cumadır cuma
Yar hamama gitme kınanı yuma
Ben seni sevmişem ellere deme
Zalim celek vurmuş yaram var benim
Bugün de günlerden salıdır salı
Sallan gel sevdiğim salınak bali
Yoktur bu dünyada yarin emsali
Zalim celek vurmuş yaram var benim
Yöre: Bayburt