Tereddüt mahrumiyet ve edebiyat üzerine
Edebiyatçının, attığı ipin ucundan tutan varsa mahrum kalmak ve bu mahrumiyetin yarattığı tereddüt ve bu tereddütle gelen tefekkür insanın karakterinin dağılmış parçalarını bir araya getirir. Bir kişilikte bütün bunlar birbiri için elzem olabilir ve tereddüt karşılığını – hatta daha da ileri gidersek ilacını diyebilirim- sanatta, (bilhassa edebiyatta) bulabilir. Tereddüt değil midir, sanatın, edebiyatın ve en çok da şiirin ilk kıvılcımı?
Tereddüt her zaman bir seçimin öncesidir. Kişi eylemini ya sürdürecek ya tevdi edecek ya da başka bir yöne tevcih edecektir. Bu seçme eylemi, yapısı gereği diğer seçenekleri seçememeden kaynaklı bir mahrumiyet doğurur. Zaten tüm seçeneklerin kazancı ya da kaybı olmasa tereddüt hâli olmazdı. Ancak burada mahrum kalmak durumu, kişiyi aynı zamanda özgür de kılan bir detaydır. Yani mahrum kalmak özgürlüktür. Bu bahsini ettiğimiz mahrumiyetin sanata ve bilhassa edebiyata olan etkisinden bahsetmek isterim. Sanata muhtaç olmak, bu tereddütle gelen mahrumiyeti belki en çok besleyen şeydir. Tereddüt, insanı yükseğe taşıyacak olan merdivenin ilk basamağıdır.
Bunun için bir şeylerden mahrumiyet ve ihtiyaç duymanın bedelini ödemek gerekiyor. Günümüz ihtiyaçsız bireyinin ne sanata ne de özelde edebiyata ihtiyacı vardır. O kendi kendisiyle olmuştur. Fakat sanatta/edebiyatta belki de en çok şiirde her zaman bir öteki vardır. Edebiyat asla insanın kendi dar benliği içinde gelişmesine izin vermez. Edebiyat, insanın geçmiş ve gelecek arasında gerilmesini sağlar. Geçmiş ve gelecek arasındaki gergin ipte gezinen insan, ötekiyle karşılaşır.
Öteki, insanın kendisinden, kendi benliğinden mahrumiyeti getirir. Ancak kendinden mahrum kalabilen ötekini görür. Bir şeye ihtiyaç duyabilmek, bu mahrumiyeti bile isteye yaşayabilmekten geçer. Bir edebiyat eseri bu isteği daima taze tutar. Edebiyattan uzaklaşıldıkça ihtiyaçsızlık baş gösterir. Edebiyata ihtiyaç duymayan, insanlara ihtiyaç duymaz. İşte bu ihtiyacı doğuracak ilk kıvılcım tereddüt olabilir.
Edebiyat asla insanın kendi dar benliği içinde gelişmesine izin vermez. Edebiyat, insanın geçmiş ve gelecek arasında gerilmesini sağlar.
Tereddüt eden, bir şeye bakma ihtiyacı duyar. Dahası tereddüdün öncesinde de bir tefekkür vardır. Tefekkür etmeyen tereddüt edemez. Edebiyat baştan ayağa tereddüttür. Bir eser, okunmazdan evvel tereddüt uyandırır, okunduktan sonra daha fazla tereddüt yaratır insanda. Bir şeyleri anlayabilmekten uzak olmak anlamına gelmez bu, aksine sanatın insana verdiği doğrudan kavrayış tereddüt yaratır. Anlayabilmek, sezebilmek, hissedebilmek tereddüt etmeden asla gerçekleşmeyecektir. Edebiyatçı mahrum kalışı bir ses hâline getirendir. Bu mahrum kalışın içinde öteki zenginlikleri duyumsatır, hatırlatır, kimi zaman inandırır okuruna.
Eseri ile okura bir ip fırlatır. Okur, fırlatılan ipin ucundan tutabildiği zaman, edebiyat ile ötekini fark etmeye ilk adımı atmış sayılır; alçak konumumuzu terk eder tereddüt/mahrumiyet dairesine girer. Edebiyatçının ihtiyaç duyduğu ve duyurmak istediği bu mahrumiyet, günümüzün ihtiyaçsız bireyi için bir an önce terk edilmesi gereken hatta hiç girilmemesi gereken bir hâldir. O dar sınırları içinde zayıf benliği ile tereddüt içindeki mahrumiyet yükünü kaldıramaz.
Çünkü ipleri kendi dar sınırları içindeki benliğinin basit arzularına bağlıdır. Edebiyatçının, attığı ipin ucundan tutan varsa mahrum kalmak ve bu mahrumiyetin yarattığı tereddüt ve bu tereddütle gelen tefekkür insanın karakterinin dağılmış parçalarını bir araya getirir. Bir kişilikte bütün bunlar birbiri için elzem olabilir ve tereddüt karşılığını – hatta daha da ileri gidersek ilacını diyebilirim- sanatta, (bilhassa edebiyatta) bulabilir. Tereddüt değil midir, sanatın, edebiyatın ve en çok da şiirin ilk kıvılcımı?