Tekfurun kızı; düğün, devlet, gönül
1299 yılı. Baharın en güzel günleri. Çakırpınar'da pırıl pırıl bir mayıs güneşi mesire yerinin ortasında bulunan gelin çadırındaki güzel Holofira'nın alnına doğru vuruyor. Holofira, başı öne eğilmiş, elemli ve düşünceli.
Orhan Beğ, o cevval bahadır, daima genç savaşçı, ata yurdunun emanetçisi, Çınar'ın ilk nöbetçisi, Söğüt'ün yiğit cengaveri. Beğ oğlu amma, alplık yapmaya gelmiş dünyaya. At üstünde kılıç üşürdüğü kutlu seferlerinin birinde, omuzlarını çürüten o İznik kapılarına dayanmıştır işte yine, hey gidi Orhan Beğ! Bıkmadan, usanmadan, aynı kapıya doğru hep dört nala! Orhan Beğ uğraştan yorgun düşmüş, gönlü yorulmuş, bir pınarın soğuk suyuna ağzını dayamıştır. İznik dönüşü. Itır kokulu bir kız pınarın başında, uğraşların en zoru olduğunu ilan eder gibi dikilmiştir karşısına, gözlerine bakacak cesareti nereden bulacaktır şimdi? Kılıcına sarılır o hâlde ve tek seferde sorar. Tekfurun kızıdır, adı Holofira. Beğ oğludur Orhan. Görmüş, dalmış, yanmıştır. El'an gitmesi gerekir ait olduğu iline. Ama şaha kalkan doru atının ardına, Holofira'nın elindeki testiden nice pınarlar serilmiştir ya… Sen bir düş imişsin, kuşluk çağında.
Gözlerinde beşinci mevsimi taşıyan, ay yüzlü bir nar çiçeği gibi parlayan, güzelliği dört bucağın dillerine destan olan Holofira. Tekfurun kızı. Yarhisar Tekfurunun. Mihalis'in kızı. Henüz 17'sinde. Bilecik Tekfuru Kalanos'la söz kesmişler, onun ne haberi ne rızası var, iş ki babası siyaseten böyle münasip görmüş. Öyledir. Tekfurlar arası güçlü bir ittifakın ilk hamlesi bu söz merasimiyle başlamış, güzel Holofira'nın nikahıyla büyüyen birlikteliğin nihai amacının yaklaşan tehlikeye karşı tekfurlar duvarıyla bir set çekme arzusu olduğu da artık herkesin malûmudur. Yıl 1299. Tarih, önüne eski cesetleri kata kata gürül gürül çağıldayarak olanca berraklığıyla akıyor. Bahar çoktan gelmiş. Söğüt çevresine dikilmiş bir çınarın tohumu başını topraktan dışarıya çıkarmış ve bu çetin filiz güneşe alnını yaslamaya başlamıştır bile. İttifak bellidir, uğraş vaktidir, ölüm yola serilmiştir. Söğüt'e karşı, civardaki Rum tekfurlarının güç birliği yaptığı Holofira'nın düğününe Osman Gazi ve yoldaşlarının davet edilmesinin tek bir anlamı vardır; pusu.
Holofira'yı nikahına alma rüyasıyla yaşayan Bilecik tekfuru Kalanos, bir taşla vuracağı kuş sayısını hesaplarken; tarihi durduracağına, Söğüt ülkesini zapt edeceğine, Türkleri yerleşmeye ilk kez bu kadar yaklaştıkları kutlu Rum diyarından söküp atacağına binlerce kez emindir. Planı saat gibi işlemeye başlayınca, düğünün tam ortasında Söğüt'ten gelen misafirlerini bir anda gafil avlayıp tamamını orada kılıçtan geçirecektir. Çifte düğündür kara niyeti. Ancak Osman Gazi'nin dostu Harmankaya Tekfuru Mihal Bey, bunun bir düğün daveti değil, çok hain bir pusu olduğuna dair havadisi çoktan uçurmuştur Osman'ın topraklarına. Söğüt'ün, mertliği her şeyden üstün bilen dostları çoktur Rum diyarında. Osman Beğ, oğlu Orhan'ın, tekfurun kızına meylettiğini, kalbinde Holofira'ya doğru sönmeyen bir gönül yangını başladığını duymuştur evvelinden. Tekfur da bilir bunu elbet, intikam alır şimdi Osmanoğlu'ndan.
Osman Gazi, Bilecik Tekfuru Kalanos'a davete icabet edeceğini bildirdiği mektubunda; düğün merasiminin açık havadaki bir mesire alanında tertip edilmesinin daha uygun düşeceğini, ayrıca yaylakta olduklarını, aileleriyle birlikte hazinelerinin ve değerli eşyalarının -düğün müddetince emin kılınması için- Bilecik Hisarında muhafaza edilmesini istediğini belirtir. İhtiyar damat namzeti Kalanos, bu mektuba tez elden yazdığı cevabında, değerli hazinelerin Bilecik kalesinde muhafaza altına alınmasını kabul ettiğini, merasimin de arzu edildiği gibi açık havada Bilecik'e iki saat mesafedeki Çakırpınar'da yapılacağını onur konuğuna büyük bir mutlulukla bildirir. Oyun kurulmuş, tuzak hazırlanmış, hesaplar yapılmıştır. 1299 yılı. Baharın en güzel günleri. Çakırpınar'da pırıl pırıl bir Mayıs güneşi mesire yerinin ortasında bulunan gelin çadırındaki güzel Holofira'nın alnına doğru vuruyor. Yemek çadırlarındaki vazifeliler bu dev düğüne aş yetiştirmek için çırpınıyorlar. Holofira, başı öne eğilmiş, elemli ve düşünceli. Tekfurlar endişeli görünseler de nihayetinde elde edecekleri güzellikler sebebiyle kalplerinde durmadan öten o neşeli bülbülleri susturamıyorlar.
Yıl 1299. Söğüt çevresine dikilmiş bir çınarın tohumu başını topraktan dışarıya çıkarmış ve bu çetin filiz güneşe alnını yaslamaya başlamıştır bile.
HOLOFİRA'DAN NİLÜFER'E GİDEN YOL'UN SONSUZ NİHAYETİ
Düğünün onur konuğu beklenmektedir. Nihayet Osman Beğ, oğlu Orhan Beğ ve adamlarıyla birlikte düğün alanına teşrif eder, tekfurlar önünde sıraya dizilirler hemen. Herkes olacakları düşünmektedir artık. Tarih gürül gürül akmaya hazırdır. Düğün devam ederken, tam o sırada iki saat uzaklıktaki Bilecik kalesine tebdil-i kıyafet ve hazine sandıklarıyla giren Söğüt yiğitleri, içerde kıyafetlerini atıp kılıçlarını çekerek, düğün sebebiyle az sayıda muhafızın kaldığı kaleyi suhuletle ele geçirdikten sonra, derhâl Osman Beğ'e zafer haberini ulaştıracak bir ulak gönderirler. Çakırpınar'daki düğün merasiminde misafir olarak bulunan Osman Gazi, kendisine gönderilen şifreli haberi alır almaz, döneceğini söyleyerek bir bahaneyle düğün alanından ayrılır. Bilecik hisarına giderek zaferi yerinde tatbik eder. Buraya, kaleyi koruyacak sayıda alp-cengâver bıraktıktan sonra bahadırlarıyla birlikte Holofira'nın düğününü basmak için Çakırpınar'a doğru dört-nala yola düşeceklerdir.
Düğündeki tekfurların bir şeylerin ters gittiğinden kuşkulanmaya başladıkları anda, Osman Beğ, oğlu ve yiğitleriyle geri döndüğü düğüne baskın emrini vermiştir bile. Yer-gök yarılır. Osman Beğ'in emriyle alev alan Çakırpınar, kılıç seslerinden yapılmış bir aşkla inlerken, davetliler büyük bir korkuyla etrafa dağılmışlardı. Kurdukları tuzağı başlarına geçiren, attıkları pusuyu yüreklerine indiren, davet edildikleri ölümü düğüne çeviren Osman Gazi'nin omuzlarından bir çınarın dallarını fışkırıyordu. Rum prensesi güzel Holofira olup-biteni beyazlar içinde beklediği gelin çadırında izlerken, kaçmaya yeltenmek bir tarafa, kılını dahi kıpırdatmadan sessizce oturuyordu. İstemediği düğün bitmiş, ihtiyar damattan kurtulmuştu nihayet. Meydan Osmanoğlu'nundur elhak. Kutlu cenk sona ermiş, düğün dağılmış, tekfurlar esir edilmiştir. Orhan Gazi ağır adımlarla yürüdüğü Holofira'nın çadırına büyük bir saygıyla, destur isteyerek girer.
Delifişek Orhan Beğ, Holofira'nın gözlerine bakarak Söğüt'e gelmesini arzu ettiğini söyler. Kararını bildirmelidir o hâlde. Orhan Beğ'in İznik'te şaha kalkan atının ardı sıra, eliyle serdiği o pınarları hatırlar güzel prenses, ayağa kalkar, başını hiç yerden kaldırmadan ona gösterilen ata biner. Yükselen dumanlardan görünmeyen düğün alanından süratle uzaklaşırlar. Bilecik'in ve Holofira'nın kalbi aynı anda fethedilmiştir. Holofira, Çakırpınar'dan bir Rum prensesi olarak ayrılmış, Söğüt'te bir Kayı hatunu olarak yeniden doğmuştur. Nilüfer Hatun'dur artık adı. Orhan Beğ ile Nilüfer Hatun Uludağ'ın eteklerindeki Kocayayla'da kurulan büyük toyda, dilden dile anlatılan bir düğün merasimiyle dünya evine girerler. Beğ hatunu olarak, imaretleri, yardımları, hayır işleriyle cümle Bursa'ya nam salan Nilüfer Hatun, Rumeli Fatihi Süleyman ile Balkan Fatihi Murad gibi iki er oğul verir Osmanoğlu'na.
"Okudı şevkı olan gâzîlerini, Üleşdürdi o şehrün evlerini. Tekür-i Yarhisâr'un kızın ol dem, Alup itmişidi ursını mâtem. Meğer ol hînde Osmân oğlı Orhan, Cüvan olmışidi çün şîr-i garrân."
Bilecik fethedilmiş, devlet kurulmuş, toy yapılmıştır. Ölümü düğün bilenler, düğünle devlet eylemiş, toydan yapılma kutlu sancak 1299'da Kocayayla'da cümle âleme ilan olunmuştur. Bir uzak sevi gelmişte çökmüş ta onlar gibi.