Tek başıma yazdım bu yazıyı tek başıma
İlk dizenin hikayesinin anlatıldığı Başlama Vuruşu’nun bu ayki konuğu Zafer Acar oldu: “İlk mısra bize rehberlik ederek iyi mısralarla buluşturur.”
Kendi şiirimin içeriği üzerine konuşmaya başladığımda bir diktatöre dönüştüğümü hissediyorum, sanatta demokrasi-çokseslilik olmalı, içerik okurun özgür iradesine bırakılmalı; ama şiirimin biçimi ya da şiir yazma pratiğim üzerine konuşabilirim. Teknik hususlar bunlar.
Şiirin ritim, tema ya da bir imge çevresinde oluşup geliştiğini düşünüyorum. Şiire bütünlük kazandıran bu üç unsurdan imgeyi daha çok önemsiyorum; çünkü imgenin genlerinde düşünce, duygu ve hayret aynı anda bulunmaktadır. Hayal-tahayyül anlamına gelen imgeyi İngiliz şair Ezra Pound’un kavram haline getirdiğini biliyoruz; böyle bir değişim yaşanmamış olsaydı bile hayal, şiirin vazgeçilmez unsurlarından biri olmaya devam ederdi. Elbette şair, boş hayal kuran adam değildir, ama hayalden azami ölçüde yararlanıp türlü oyuncaklar yaratır, insan canı sıkılan bir varlıktır, oynayıp eğlenmeye ihtiyaç duyar. Ancak, can sıkıntısını geçirmez bu oyuncaklar, alttan alta düşünmeyi tetikler, çünkü hayal ile düşüncenin mekânı aynıdır: Zihin. Kadim toplumların “ruh ile zihin” ayrımına gitmediğini, Platon tarafından sistematize edilen idealar âleminin Bir’e ait düşünceler olduğunu –Aristoteles ve Plotinus böyle yorumlar- hatırlayalım. Yani imgeyi kendime daha yakın hissettiğimi söylerken metafizik bir durumu da ima etmiş oluyorum. Mistik değil, metafizik bir durum.
En son yazıp yayımladığım şiirimin ilk mısraını sıradan bir ritme borçluyum: “Tek başıma geldim dünyaya tek başıma.” Aslında ritim hususunda temkinliyimdir, çünkü ritim, müzik gibi muhatabını büyüleme gücüne sahip. Dolayısıyla şiirimde ritmin mânayı ötelemesine müsaade etmem, ritim bir amaç değil araç konumundadır. Saf Şiir savunucularından Verlaine, “Musiki, her şeyden önce musiki” derken şiire büyüyü –ilahî dinler tarafından yasaklanmıştır- çağırır, dolayısıyla şiirden sözü-mânayı dışlar. Neyi dışladığının bilincindedir, apaçık Kitab-ı Mukaddes’e karşı protest bir tavır sergiler: “başlangıçta söz vardı, söz Tanrı’yla birlikteydi ve söz Tanrı’ydı,” (Yuhanna, 1). –Kiliseye müzik, tartışmalı bir şekilde III. yüzyılda girer.- Sözsüz ya da Tanrısız Saf Şiir’den geriye, poetik tartışmalar dışında pek bir şey kalmamıştır. Sanat alanındaki deneysel çabalar, zamanla gündemden düşer ve edebiyat tarihçilerinin konusu haline gelir. O da şanslıysa.
Esasında yukarıdaki mısramın anlamı da son derece klişe. Yani ilk mısra, olağanüstülükler taşımak zorunda değil, ama bize rehberlik ederek bizi etkili mısralarla buluşturabilir, böylesi bir durumda amacına ulaşmış olur. Sıradan ritmin klişe mısraı bana şu mısraları söyletmeyi başardı: “Tek başıma geldim dünyaya tek başıma/ağlamayı öğrendim tek başıma/ yürümek zorundaydım düşüp kalktım tek başıma/toplu saldırılara uğradım ama sevdim yaralarımı tek başıma/kalabalıklar arasında hapis yattım tek başıma/altı duvara karşı kalbim atıp durdu tek başına/zemin ile tavan duvardır hapiste ama insan tek başına/üzüldüm, içime kapandım tek başıma/ aşk iyi gelir yalnızlığa dediler, inandım, ama bir oldum kaldım tek başıma//tek başıma yazdım bu şiiri tek başıma/ Tanrım ne çok benziyorum sana.”
Niçin yukarıdaki mısra için sıradan bir ritim, dedim. Sıkı şiir okuru bunun sebebini anlamış olmalı. Büyüleme gücünü kaybetmiş sıradan bir ritim, çünkü Orhan Veli şiirindeki hâkim- tektip ritmi kullandım. Yani ilham, öteler ötesi bir varlıktan değil, Orhan Veli şiirinden geldi. Bir nesne ya da bir olaydan da değil. Bana göre ilham, zihinsel bir durumdur. Zihnin hâlâ kozmik evren gibi birçok bakımdan bilinmezliği, insanda kafa karışıklığına neden oluyor. Zihindeki izahı zor etkileşimleri ilahî bir nedene bağlamak insana hep daha kolay gelmiştir. Doğu toplumlarındaki Mehdi bolluğu ya da şairlerin peygamber-veli pozları bu hastalıklı durumun sonucu.
Birdenbire yazdım şiiri, gövdelendirmeye çalıştıysam da başaramadım; çünkü öz, tözden tamamen bağımsız hareket edemez. Doğal olarak şiirim, Orhan Veli şiirleri gibi minimal doğdu. Şiirin başlığını ise “Garip Bir Hâl” koyarak Garip akımını ima etmeye çalıştım. Kapalılıktan değil –zayıf şiirler kapalı imajı yaratır çoğunlukla-, okura kapı açmaktan yanayım. Metne giren okur –buna müsaade etmek zorundayız-, metin içerisinde keyfince dolaşır. Dolaşılan metin, okurun kendi zihnidir aslında. Bence fena olmadı, parodi-pastiş arası bir şiir çıktı ortaya.
Bırak emojiler ağlasın senin yerine
Bir şeyler okudum bir şeyler karaladım sen uyurken Az tehlikeli şeylerdi bunlar, tutuklanmadım Eminim birilerinin altı, birilerinin üstü çizildi kapalı kapılar ardında Kazma kürekle değil kalemle kazılıyor artık birilerinin kuyusu Yazarlığa özenenler mezar yerine gömülüyor kağıda Değişti dünya, cenaze arabası ezerse bir ölünün ruhunu, şaşırma Çünkü biz gerilerken çarpıcı bir şekilde gelişti teknoloji üstelik hormonlu gıdalar yüzünden eridi kaslar zayıfladı beden atlar yoktu, Hüseyinlerin üzerinden tanklar geçti sen uyurken gördüm, zavallı Rachel Corrienin ruhu küçük dilini yuttu uçak kazasında canını kaybetti Aslı ile Kerem gerçek bir acıydı bu, ağladım, Mesnevideki kamış kadar çok ağladım -inan bana, bir çeşit yalancılıktır gerçeğe inanmamam dagülümse, neden kimse kimseye ağla demiyor fotoğraf çekilirken, gülümse neden herkes kamera kaydına alarak kutsuyor her sıradan ânı teknolojinin bir suçu yok, kulların emoji gibi kullanıyor insanı.
- İmgeyi daha çok önemsiyorum; çünkü imgenin genlerinde düşünce, duygu ve hayret aynı anda bulunmaktadır.