Tehlikeli Sorular: İlan-ı Harf

İlan-ı Harf
İlan-ı Harf

Bana da sayıları değil düşmanlarımı sorduklarında tıpkı şimdi sizin yaptığınız gibi durur, aklımı başıma, başımı da ellerimin arasına götürür sessizce düşünürüm. Sonra, Allah’ın adlarını imanla, inançla zikreden genç bir mürid gibi teker teker isimlerini sayarım içimden; ama düşmanlarımın değil, dostlarımın; yani, gizli düşmanlarımın.

“Ona düşmanlarını sordum. Saydı. Saydı. Saydı.”

Yahya Kemal’le Sohbetler

Yıllardır yazmadığım bu köşeyi bugün tekrar yazıyorsam eğer, bu, sizi ya da yazmayı çok sevdiğim ya da özlediğim için değil; cevaplarını hiçbir zaman hatırlayamadığım, hatırlasam da genellikle birbirine karıştırdığım, yazdığımda beni mutlu, çözdüğünüzde de sizi zeki yapmayan tuhaf sorular için de değil; aklıma üşüşen binlerce kelimeden; düşmanlarıma yapmak için aklımın en karanlık köşelerinde sinsi bir ur gibi sabırla büyütüp yeşerttiğim akılalmaz kötülüklerden; beni bir türlü bırakmayan bu şehirden; şehirden sokaklara, sokaklardan da herbiri birer hayalet gibi dolaşan mutsuz insanların kalbine bir yağmur gibi ağır ağır süzülen ve her damlasını benim de kederle içimde hissettiğim çaresizlikten; canım, ah canım; aklımı esir alan rüyalardan çıkma güzelliğinden ya da cennet bahçenizin huzurunu kaçırmak isteyişimden de değil bu satırları yazıyor oluşum;

Yazıyorum, çünkü korkuyla değil, daha çok telaşla uyandığım o gece yarısı, beni uykularımdan uyandıran o tuhaf rüyayı, bana mutluluk mu yoksa acı mı verdiğine hala karar veremediğim ve artık yalnızca rüyalarımda görebileceğim o mutluluk anını, o güzel kadını, o anın ve o kadının bütün kokularını ve renklerini bana teker teker hatırlatan şeyi, kendime verdiğim o büyük sözü ve bedelini unutmayayım ve tıpkı bu uzun cümleleri kurarken yaptığım gibi aklımın aynasında onları teker teker oynatayım da beni uykularımdan eden o şeye karşı yine arzuyla koşayım, sokulayım; kendimi katilime kurban edeyim ve sonumu hazırlayan şeye tevekkülle kulluk edeyim, boyun eğeyim ki, onun yalnızca kurbanı ve kölesi değil, efendisi de, katili de ben olayım diye yazıyorum.

Evet, şimdi tekrar yazıyorum ama yazmayalı daha da yaşlandığımı, kafamın daha da karıştığını, düşmanlarımın çoğaldığını ve hafızamın giderek zayıfladığını görmek değilse de aklıma takılan sayıları, tuhaf bulmacaları ve ayın on dördü kadar güzel o kadını düşünürken onları oldukları gibi değil de, kendi kurduğum cümlelerdeki gibi, yani, sayılarla ve narin hatlarıyla değil, tıpkı bir Hurufi gibi harflerle düşündüğümü, onları öyle hayal ettiğimde kalplerinde ve suretlerinde gizledikleri esrarı olduklarından daha net, daha berrak görebildiğimi şaşarak fark ettim. Özellikle de sayılarla ya da kadınlarla bir derdim olduğu nadir zamanlarda o sorunu harflerle düşünür öyle tanımlarım ki, onları yerli yerine oturttuğumda soru çözülsün ve kadın da kurtulsun. Tabii ki benden.

Şimdi de öyle yapalım ve gelin rakamlarla değil harflerle arayalım ki bize şans getirecek sayıları, hem soru çözülsün, hem de körpe beyinleriniz huzur bulsun;

Öyle bir sayı söyleyin ki, bu sayıyı yazdığınızda (rakamla değil yazıyla) içindeki sesli ve sessiz harflerin sayısı eşit olsun ve o sayının içinde aynı harf birden fazla kullanılmasın. Bu kurallara uygun en küçük ve en büyük sayılar hangileridir?

Okuyucu, ey okuyucu, yalnızca bu tuhaf soruların zorluğundan değil, çaresizlikten de muzdarip okuyucu: Bana da sayıları değil düşmanlarımı sorduklarında tıpkı şimdi sizin yaptığınız gibi durur, aklımı başıma, başımı da ellerimin arasına götürür sessizce düşünürüm. Sonra, Allah’ın adlarını imanla, inançla zikreden genç bir mürid gibi teker teker isimlerini sayarım içimden; ama düşmanlarımın değil, dostlarımın; yani, gizli düşmanlarımın. ,

Tabii, siz yine de bu aksi ve öfkeli adamın şuursuz konuşmalarına kulak asmayın. Aklı yalnız bulmacalardan değil, yalnızlıktan da dumanlanmış benim gibi kederliler için hafıza bahçemin kurumuş bir köşesinde yine de bana hayatın güzelliğini, dostların sadakatini ve yaklaşan ölümümün şiirselliğini anlatan bir çiçek değilse de bir tomurcuk görürüm; Ben anlarım. Sonra da, kendi karanlık bahçesinin kötülük çiçeklerini bize grotesk bir dille sunan o eşsiz adama öykünerek bütün hatayı kendimde arar kendi kendime fısıldarım; Yara da benim. Bıçak da.

Okuyucu, ey okuyucu, cennet bahçenizin huzurunu kaçırdıysam eğer, öfkelenmeyin, o bahçenin en nadide çiçeği tüm hafızasını ve hatırasını kaybetmiş gibi gelir, o tomurcuğu ezer; bağıra çağıra, hançeresini yırtarcasına kulağıma değil, kalbime fısıldayıverir;

“Düş yakamızdan.!”

Ben ağlarım.

Mahallî Saat

Suç mahallinde kırık bir saat bulunmuştur. Saat kırıldığında saat kaçtı?