Tefekkür ağ’lara takıldığında

Tefekkür ağ’lara takıldığında
Tefekkür ağ’lara takıldığında

Sosyal medya gözün devamlı açık ve dinamik olmasını dayatıyor. Bu düzende bakış daimi, takip sürekli olmaya zorlanıyor. Ne var ki gözün bu zoraki açıklığı, hedeflenen tefekkürü hiçleştiriyor. Çünkü tefekkür, Pallasmaa’nın altını çizdiği gibi, düş kurarken veya müzik dinlerken yaptığımız gibi görme duyusunun kapatılmasını gerektiriyor.

Kabul edelim: Sosyal medya ve onu benliğimize taşıyan internet ağları ve sayısız ekran artık hayatımızda. Hatta baktığımız yerde değil; bakışın kendisinde. Eylemlerimizin içinde. Duyularımızın merkezinde. Peşine düşülen arzunun, özlenen sükunetin hem imal hem imha edildiği yerde. Böylece bir dış dünya’nın kalmadığını da söyleyebiliriz. Zira duvarlarla çevrelenmiş ve sırlarla örtülmüş mahrem evler artık ağlarla dünyaya servis ediliyor. Dışarıyı hayaletleştiren ağlar, yuvaları yakınlaşmanın defnedildiği mezarlıklara, yani salt cansız görünümlere indirgiyor. Evler odalara, odalar bireylere, bireyler ekranlara, ekranlar da ağlara uygun olarak parçalarına ayrılıyor. Sosyal ağlar –olabildiğince asosyalleştirerek kendi gerçeklik uzamını tasarlıyor ve yaşatıyor. Ve bedenlerimiz bu yeni gerçekliğin hem hizmetçisi hem deneği, hem de ayak bağı oluyor.

Alışıldık hızı ve konforu sağlayamayan her şey bizim gözümüzde ansızın tiksinti verici bir şeye dönüşüveriyor. En derin acılarımız bile, bu mecradaki sanal bedenlerimizde yalnızca bir “bakış” miktarı yer tutuyor. Bir sonraki adımda, ufak bir parmak hareketimizle bu bakışı da öteleyip; yeni görüntülerin dünyasında yitiğimizi aramayı sürdürüyoruz. Sosyal medya gözün devamlı açık ve dinamik olmasını dayatıyor. Bu düzende bakış daimi, takip sürekli olmaya zorlanıyor. Ne var ki gözün bu zoraki açıklığı, hedeflenen tefekkürü hiçleştiriyor. Çünkü tefekkür, Pallasmaa’nın altını çizdiği gibi, düş kurarken veya müzik dinlerken yaptığımız gibi görme duyusunun kapatılmasını gerektiriyor. Oysa internette sörf yaparken görüntülerle körleşiyor, sessizlik içinde zihinsel gürültülere tutuluyoruz. İnternet ağları yaşamımızın damarlarına karışarak muhayyilemizi kesintiye uğratıyor.

Dijitalin belleğinde silmeye ve unutmaya yer yok fakat bu bellek, kendi zayıf ve kırılgan belleklerimize destek vermiyor, aksine onun yerini alıyor. Klavye bu çağın giyotinidir. Üstelik yakında –bir oyunu oynamak veya birini yok etmek için ona “dokunma”ya bile gerek kalmayacaktır. Ufak bir parmak hareketi ya da zihinden geçirilen anlık bir talimat ve hatta belki de refleks, ekranları yönetmeye yetecektir. Tüm inziva köşeleri siber işgal altındadır. En eşsiz ve mahrem anları bile fotoğraflamaya azmetmiş bir kitlenin parçasıyız artık. Burada süreçler sanal olsa da sonuçlar gerçek. Herkes tıkladığı linkin, yaptığı paylaşımın rehinesi. Bir zaman ağır demir zincirlerle bağlanan mahkumlar vardı; bugünse fiber ağlarla çaptırılıyoruz her gün aynı şeyi yaşama cezasına. Her saniye yenilenen içeriklere rağmen, yeni olan bir şey yok burada.

Sosyal medya kültüründe kullanıcı bireylerin en büyük zafiyetleri, en çok bağımlısı oldukları şeylere dair. İnternet aramalarında biz bir datanın izini sürer görünürken bile kendi zafiyet ve tutkularımızın muhbirliğini yapıyoruz. Daha açıkça denebilir ki: kullanıcı-insanlar olarak bizler tefekkür etmiyor, esasında sosyal ağların tefekkür malzemesine dönüşüyoruz. Bu sebeple aygıtların bizim duygularımızı temsil ve teşci etmesini umuyoruz. “Bağlantı” kelimesinde yanılsımaya dönüşen bu yanılgı, ağların bizimle hayat arasında bir perdeye dönüştüğü gerçeğini de gizliyor. Peki biz ne olursa uyanacak ve yaşamı ne zaman perdesiz bir şekilde deneyimlemeye başlayacağız? Kanımca, içinde yaşadığımız tekno-çağın en güncel ve kritik sorularından biri budur.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım