TARİH YAPMA İRADESİ: EHL-İ SÜNNET OMURGA'NIN TARİHİ YEŞERTMESİ

TARİH YAPMA İRADESİ: EHL-İ SÜNNET OMURGA'NIN TARİHİ YEŞERTMESİ
TARİH YAPMA İRADESİ: EHL-İ SÜNNET OMURGA'NIN TARİHİ YEŞERTMESİ

Tarih yapma irademiz yok edilmese bile etkisiz hâle getirildi. Bu toplum bin yıl dünya tarihini yapmamızı mümkün kılan o tarih yapma iradesini ve ruhunu yeniden keşfedecek ve bir kez daha tarihin akışını değiştirecek uzun soluklu bir hakikat medeniyeti yolculuğuna çıkacak inşallah…

Bu yazıda ve bundan sonraki birkaç yazıda tarih yapma irademizin nasıl yok edildiğini ve yeniden nasıl keşfedilerek hayata geçirebileceğini göstermek istiyorum.

TARİH YAPMA İRADESİNİN İTİCİ GÜCÜ İNSAN-I KÂMİL'İN İNSANDA, ŞEHİRDE, DEVLET'TE TECELLÎSİ

Osmanlı'nın durdurulması ve tarihten çekilmesiyle birlikte bizim tarih yapma irademiz, Ehl-i Sünnet Omurga parçalandı ama yok edilemedi. Büyük tarihçi Arnold Toynbee, Osmanlı'nın durdurulmasıyla Ehl-i Sünnet'in parçalandığına dikkat çeker.

O yüzden Ehl-i Sünnet Omurga, dip dalga olarak keşfedilmeyi, hayata ve harekete geçirilmeyi bekliyor. Osmanlı, bizim tarih yapma irademizin ve ruhumuzun zirvesini teşkil ediyordu. Osmanlı bu tarih yapma iradesini ve ruhunu, Ehl-i Sünnet Omurga'ya ve omurgayı omurga yapan, ona sarsılmaz bir ruh ve muhkem bir derinlik kazandıran ilim / bilme, irfan / bulma ve hikmet / olma yolculuklarını aynı ânda hayata ve harekete geçirecek bütüncül ve diriltici bir kavrayışa sahip olmasına borçluydu.

  • Ehl-i Sünnet Omurga, dip dalga olarak keşfedilmeyi, hayata ve harekete geçirilmeyi bekliyor.

Türklerin, benim tarih yapma iradesi dediğim Sonderweg'i (kendine özgü dâhiyane karakteri), İslâm medeniyetinin farklı havzalarında genellikle ya biri ya da ikisi aynı anda var olabilen bu Ehl-i Sünnet Omurga'nın üç kurucu kaynağını ve sütununu bizim ayrı ayrı değil, aynı anda hayata ve harekete geçiriyor olmamızdı.

Şöyle ifade edeyim… İlim şehri, Bağdat'tı. İrfan şehri Şam. Hikmet şehri de Kahire. İşte bizim tarih yapma irademizin itici gücü bu üç kaynağı, aynı anda hayata ve harekete geçirecek medeniyet kurucu, medeniyeti (istikametini) konumlandırıcı ve medeniyeti koruyucu üç sütunu aynı şehirde dipdiri yaşatacak muazzam ve kuşatıcı bir medeniyet tecrübesi ortaya koymuş olmamızdı.

Şöyle diyebiliriz: Bağdat, Herat, Merv ilk bakışta ilim şehridir. Bursa, Konya, Sivas temelde irfan şehridir. Saraybosna, Semerkand ve Buhara ise görünüşte hikmet şehridir. Öne çıkan özellikleri bakımından böyle bir tarif ve tasnif yaptım. Ama burada bir eksiklik var. Genelde Maverâünnehir veya Türkistan-Horasan havzasında ortaya koyduğumuz medeniyet tecrübesinde, bu üç sac ayağı bütünleşmiştir. Buhara, aynı anda hem ilim her irfan hem de hikmet şehridir. Konya hem ilim hem irfan hem hikmet şehridir. Bütün Timûrî, Selçukî, Eyyûbî, Osmanlı şehirleri aynı anda hem ilim hem irfan hem de hikmet şehirleridir.

Bizim tarih yapan, tarihin akışının değişmesine katkıda bulunan büyük kurucu şahsiyetlerimiz de aynı şekilde tıpkı şehirlerimiz gibi hem ilim hem irfan hem de hikmet sahibi kişilerdir. Gazâlî böyledir. İbn Arabî böyledir. Büyük Sinan böyledir. Itrî böyledir...

Türklerin ve bu topraklarda yaşayan herkesin Sonderweg'i, hakikati İslâm medeniyetinin diğer havzalarındaki bütün tezahürlerinden farklı olarak, İslâm'ın bu üç sütundan oluşan gövdesini ve ruhunu aynı ânda temsil etmeyi, hayata ve harekete geçirmeyi başarmış olmalarıdır.

Bu hem hakikatin bütüncül ve sahici idrakinde hem de hayatın katışıksız ve tertemiz bir kâmil insan modeli üzerinden inşa edilmesinde kilit rol oynamıştır.

  • Bizim tarih yapan, tarihin akışının değişmesine katkıda bulunan büyük kurucu şahsiyetlerimiz de aynı şekilde tıpkı şehirlerimiz gibi hem ilim hem irfan hem de hikmet sahibi kişilerdir.

Şunu demek istiyorum aynı zamanda: Bizim temsil ve inşa ettiğimiz medeniyet, hakikatin bu üç veçhesini (tezahürünü, görünümünü, yönünü) insan-ı kâmil modelini, sadece insanda değil, şehirde ve tarih'te de gerçekleştirmeyi başarmış bir medeniyettir. İnsan-ı kâmil insanlarımız var bizim. İnsan-ı kâmil şehirlerimiz var bizim; Bursa ve İstanbul gibi. Bursa'nın ruhunu temsil eden Ulu Cami, İstanbul'un ruhunu temsil eden Süleymaniye, mabedin insan-ı kâmil sûretine bürünen en sarsıcı, en nezih, en nefis örnekleridir.

Süleymaniye'ye bir mim koyalım derim burada: Süleymaniye insan-ı kâmil'in olduğu kadar tevazunun da zirvesidir, inziva'nın da. Bütün Bursa camileri, Yeşil, Murad-ı Hüdavandigâr ve Ulu Cami, inzivanın, kendini yürek yangınıyla içten içe inşanın, kemâl merdivenlerini yana kavrula tırmanmanın, en zirveye, hiçlik makamına ulaşmanın ilk ve nefis örnekleridir. Bursa, Buhara'nın ikiz kardeşidir. Bursa'ya baktığınızda, bakmasını bildiğinizde ikiz kardeşi Buhara'nın yansımalarını, izlerini görebilirsiniz.

Osmanlı medeniyetinin kendisi bu insan-ı kâmil modelinin devlet çapında, medeniyet çapında ete kemiğe bürünmüş en enfes nümûne-i imtisâlidir.

  • Bu ülke, emperyalistlerin kölesi olmadı, bundan sonra da olmayacak.
Vehhabilik ve uzantısı neo-selefîlik ile Şiîlik, Ehl-i Sünnet Omurga'nın tarih yapan iradesini oluşturan ilim, irfan ve hikmet sütunlarıyla inşa edilen derinliğini yok etmek için öne sürüldü ve sürülmeye de devam ediliyor iki asırdır. Üçü de proje olarak geliştirildiği için, köksüz, tabansız ve ruhsuz. O yüzden de tutunamayacak, Ehl-i Sünnet Omurga dirilip ayağa kalkınca sırıtacak ve tarihten çekilecek kendiliğinden bütün bu sapmalar.

Şunu unutmayalım: Ehl-i Sünnet, omurga olduğu için, omurga çöktüğünde diğer parçaların kendilerini koruyabilmeleri ve yaşayabilmeleri de imkânsızlaşacak ve bütün parçalar birbirine girecek, kabile savaşları vermeye kalkışacak ve sonunda yok olacak...

  • Tarihin akışını değiştirecek tarih yapma iradesi de ruhu da bu topraklarda var.

TARLA İNGİLİZLER TARAFINDAN SÜRÜLDÜ TAM İKİ ASIRDIR…

İngilizler, Tanzimat'tan itibaren iki asırdır ülkeyi içeriden ele geçirecek mekanizmaları kurdular, başarılı da oldular, ne yazık ki: Türkiye, fiilen işgal edilmedi, zihnen işgal edildi. Kendi “gemi”mizin kaptanı biz değiliz artık! Tarih yapma irademiz elimizden alındığı, yok edildiği için.

Türkiye bizim elimizden alındı: Bir avuç devşirme ve devşirmelerin devşirmesi zihinsel köle, ülkenin kaderini değiştirdi iki asırdır. Ülke yönünü, yörüngesini ve ruhunu yitirme, yeni bir endülüsleşme (tarihten silinme) tehlikesi ile karşı karşıya…

Bu ülke, emperyalistlerin kölesi olmadı, bundan sonra da olmayacak. Emperyalizme karşı olduğunu söyleyip de bu ülkenin kültürüne, inançlarına, değerlerine ve tarihine savaş açanlar, kendi ayaklarına kurşun sıktıklarını göremeyecek kadar celladına âşık tasmalı çekirgeler olduklarını anlayıncaya kadar bu varoluş mücadelemiz sürecek…

Emperyalistler ve onların epistemik kölelere dönüşen entelektüel felçleşme yaşayan bu celladına âşık gönüllü acentaları, Türkiye'nin medeniyet kurucu ve medeniyeti koruyucu tarihî rolünü yeniden üstlenmesini engelleyemeyecekler…

Çocuklarımız tam iki asır metamorfoz üstüne metamorfoz yedi; kendini, özünü kaybetti; özünü kaybettiği için özgürlüğünü de yitirdi; sonunda mankurtlaştırıldı, kendine, özüne, kültürüne düşman hâle getirildi; bu ülke savaşmadan içeriden ele geçirilme sürecine girdirildi böyle böyle…

Emperyalistler ve içimizdeki uzantıları, gönüllü acentaları, tarlayı bu şekilde sürdüler tam iki asır... Fiilen işgal edemedikleri ülkeyi zihnen işgal ederek tanınamaz hâle ve her bakımdan kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmaya hazır hâle getirdiler! Şu ân tam bir zihinsizleştirilmiş zihin hâli, entelektüel felçleşme, epistemik köleleşme yaşıyoruz…

Kazana kazana kaybediyoruz iki asırdır… Batılılaştıkça kendimizi kaybediyor ve batıyoruz… Fiilen bir endülüsleşme (tarihten silinme) tecrübesi yaşamadık ama zihnen bir endülüsleşme tecrübesi yaşıyoruz: Bu toprakları emperyalistlere çiğnetmemek için verdiğimiz kültürel istiklâl ve istikbal savaşını kaybetmek üzereyiz: Emperyalistler içimizdeki uşakları vasıtasıyla, bu toprakları fiilen işgal etmeden ama zihnen işgal ederek bizi kendilerine benzettiler; bu toprakları savaşmadan ele geçirecek bir konuma eriştiler.

Biz bu topraklarda emperyalistlerin bu toprakları işgal ettiklerinde yapacaklarından daha ürpertici şeyleri kendi ellerimizle yaptık; çocuklarımızı kendi özlerinden, kültürlerinden, değerlerinden uzaklaştırdık, kendi kendilerine intihar etmeleri anlamına gelecek kadar mankurtlaştırdık.

Soru şu burada: Eğer emperyalistler bu ülkeyi işgal ettiklerinde bu ülkede yapacaklarından daha ürpertici bir cinayeti biz kendi ellerimizle işleyecek idiysek bu emperyalistlerle niçin savaştık biz? Aslında asıl soru şu: Sahi biz kimlerle, niçin savaştık? Birileri bu soruları sormak ve cevabını vermek zorundadır!

TARİH YALNIZ ADAMLARIN KANATLARINDA YÜKSELİR…

Tarla iki asırdır başkaları tarafından sürülse de bu toplum kültürel intiharın eşiğine sürüklense de bu iş bitmiş değil. Bu toplumun direnç noktaları bütünüyle yok edilmiş değil. Bu ülkede toplumu silkeleyip kendine getirecek, kendini hakikate adamış, bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, çağrısı bu dünyayı aşacak, başka dünyalara ulaşarak bu toplumun bin yıllık tarih yapan ruhuyla yeniden gelecek bin yılı kuracak tarih-yapıcı ve medeniyet-kurucu iradesini harekete ve hayata geçirerek herkesin kendince nefes alıp verebileceği kendi dünyasını, hakikat medeniyetini er ya da geç yeniden kurmaya soyunacak fedakâr, vefakâr ve cefakâr öncü kuşaklar var hamdolsun.

Yalnız adamlar bunlar! Çağlarını aşan, çağrısı çağını kuracak hakikat medeniyeti yolculuğuna çıkan, kendi dünyalarında yaşayan yalnız adamlar. Tarih, işte bu yalnız adamların kanatlarında yükselir. Yalnız adamlar tam da bu zor zamanlarda ortaya çıkarlar, ateşten gömlek giyerler ve tarihin akışını değiştirirler…

Tarihin akışını değiştirecek tarih yapma iradesi de ruhu da bu topraklarda var yalnızca şu çivisi çıkmış dünyada. Bu toplum içeriden zihnen ele geçirilse de genetik kültürel kodları henüz sağlam, diri. Bizi diriltecek, silkeleyip kendimize getirecek kadar muhkem, keşfedilmeyi ve harekete geçirilmeye bekleyen muazzez bir ruh bu. En zor zamanlarda fışkıracak delişmen, kabına sığmayan bir ruh. Gazze'de görüldüğü üzere, sahibine, en zor zamanlarda bile direniş, diriliş ve varoluş destanları yazdıracak bir ruh.

O yüzden emperyalistler ve zihnen köleleştirilen uyduları bu ülkeyi de, bu ülkenin İslâm'ın bayraktarı ve yeryüzünün mazlumlarının koruyucusu olma tarihî rolünü de aslâ yok edemeyecekler!

Bu ülkede İslâm'la savaşanlar, çocuklarımızı bizim İslâmî medeniyet değerlerimizi eksene alarak ve çağdaş dünyayı da çok iyi tanıyarak yetiştirmek yerine mankurtlaştırarak yetiştirmeye çalışanlar, bu ülkenin çocuklarını Batılıların kölesi yapmaktan, kendi ülkesine, inançlarına ve değerlerine önce yabancılaştırmaktan, sonra da düşman yapmaktan başka bir şey yapmış olmadıklarını ve olmayacaklarını göremiyorlarsa neyi görüyor olabilirler ki? Ne'yi görüyor olabilirler gerçekten de bu felçleşmiş, metamorfoz yemiş, köleleşmiş zihinle?

Türkiye’de iç cephe açmak, bu toplumu emperyalist Batı'dan devşirme, onların karikatürü, din katına yükseltilen laikçilik gibi pespaye, döküntü ideolojilerin kölesi yaparak bizi birbirimize düşürmek istiyorlar!

Bizi birbirimize düşüremeyecekler! Bunu aslâ başaramayacaklar! Bu toplum bin yıl İslâm'ın bayraktarlığını yaptı: Osmanlı'yı o yüzden durdurdular! Osmanlı durduruldu, Osmanlı'dan boşalan yere gelecek bin yıllık İslâm'ın kaderini değiştirecek Şia yerleştiriliyor: Şia'nın önünü açıyor ve İran'ı Osmanlı coğrafyasına yerleştiriyorlar: Bir taşla iki kuş vurmuş olacaklar: Hem artık bu coğrafyanın çocukları birbirine düşürülmüş olacak hem de bu coğrafyanın çocuklarının bin yıl dünya tarihinin kaderini değiştiren tarih-yapıcı, medeniyet-kurucu iradelerini ve imkânlarını sunan yegâne kaynağı, Ehl-i Sünnet Omurga'yı devre dışı bırakma savaşı verecekler!

Bu toplum, Ehl-i Sünnet Omurga'yı diri tutarak bin yıl tarih yapma, tarihin akışını değiştirme iradesi geliştirdi ve farklı dinlerin, kültürlerin ve etnisitelerin, kendileri olarak ve kendileri kalarak barış içinde, bir arada nasıl yaşayabileceklerini gösteren en evrensel, aşılamamış ve en kâmil medeniyet tecrübesini insanlığa armağan etti.

Batı uygarlığı, Gazze'de barbarlığın dibini buldu ve Gazze, sadece İsrail'in değil, İsrail'e her tür soykırım, katliam desteğini veren Batı uygarlığının da mezarı oldu!

Medeniyetimiz, barbarlığın değil insanlığın en güzîde, en zirve örneklerinin temsilcisidir. Kudüs 5 asır kimsenin burnunun kanamadan herkesin kendi olarak ve kendi kalarak yaşayabildiği “cennetin iz düşümü” bir dârüsselâm'dı / barış yurduydu! Bunu bize unutturdular ama tarih unutmaz! Aslâ!

Oysa Kudüs, Yahudilerin ve Hıristiyanların kontrolüne girdiğinde herkes için cehenneme dönüştü: Şimdi İsrail bunun en ürpertici örneğini yaşatıyor gözümüzün içine baka baka!

Biz insanlığın, varlığın, tabiatın ve bütün mazlumların hakkını sonuna kadar koruyan insanlığın yüzakı medeniyetimizi yeniden inşa yolculuğumuza, bu aziz ve leziz medeniyeti inşa edecek parlak öncü kuşakları yetiştirme seferimize, seferberliğimize yılmadan usanmadan devam edeceğiz…

Emperyalizme ve uşaklarına karşı verdiğimiz direniş, diriliş ve varoluş mücadelesi insanlığın yüz akı yeni Gazâlî'ler, Râzî'ler, İbn Arabî'ler, İbn Haldun'lar, Sinan'lar, Yunus'lar ve Itrî'ler yetiştirinceye kadar sürecek…

Dünya bize gebe, biz hakikate…

Vesselâm.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım