Tanrıyı dünyadan kovmak: Deizm

Tanrıyı dünyadan kovmak: Deizm.
Tanrıyı dünyadan kovmak: Deizm.

İslâm dini özelinde konuşulduğunda, dini ve peygamberi bilmeyi sadece “siyer, megâzî, meâl, şemâil vb. okumak ve bunları, olduğu gibi sorusuz, sorgusuz, ‘ama’sız kabul etmek” olarak değerlendirmek makul ve mümkün değildir.

Deizm, malum olduğu üzere, “yaratıcı kabulüne sahip olmakla birlikte bir din/nübüvvet inancını makul görmeme ve reddetme” anlamındaki felsefî düşünceyi ve inanışı ifade etmektedir. Bu hareketin (-izm’in) doğup gelişmesine önayak olan kurucu isimlerin hemen tamamının, kendi kabullerini felsefî bir temele dayandırma konusunda gayretkâr olduğunu belirtmemiz mümkündür. Vardığı hüküm her ne olursa olsun, herhangi bir kabulün felsefî ya da kelâmî bir temele dayanması -onun doğruluğu yahut yanlışlığından öte- üzerinde konuşulabilir bir çerçevenin ortaya çıkması açısından son derece önemlidir. Çünkü hangi hükmü, hangi gerekçe ile tercih yahut reddettiğini bilen ve bunu ifade edebilen bir kimsenin gerçekten ne düşündüğünü öğrenmek; bu düşünceye götüren sebepleri, düşünce sürecini ve ulaştığı yargıların haklı/isabetli olup-olmadığını irdelemek, söz konusu noktalar üzerine karşılıklı etkileşime girmek ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Bir felsefî düşünce ve nihayet inanış olan deizm hakkında konuşmak işbu nedenle yani bir temel fikrine dayandığı için mümkündür. Tabii bu noktada mesele nübüvvetin ve din müessesesinin imkânı, lüzûmu, sübûtu gibi alt başlıklar üzerinden sürecek izahlarla yürüyecektir. Fakat son dönemde deizm dediğimizde ifade ettiğimiz, bu kavrama yüklediğimiz mana gerçekten de söz konusu felsefî harekete müntesip olmayı, bu kabule götüren noktalar üzerinde düşünmüş, bunun sebepleri ve hatta karşı cevapları üzerinde kafa yormuş ve nihayet deizmde karar kılmış olmayı mı ifade etmektedir? Bu sualin cevabının “evet” olmadığı, zannediyorum ki herkesin malumudur.

Deizmin, felsefî bir hareketi ifade eden söz konusu aslî anlamı dışında bugün kazandığı yeni anlamını; “bir yaratıcı olduğuna inanan fakat din konusunda herhangi bir bilgisi olmadığı için nübüvvetin ve dinin varlığı, gerekliliği, hikmeti vb. hususlarda hemen hiçbir cevabı olmayan ya da ilgi, alaka eksikliği/farklılığı nedeniyle bu hususları hiç düşünmeyen ve önemsemeyen dolayısıyla da dinin varlığı ile yokluğu arasında bir fark gözetmeyen hatta yokluğunu varlığına tercih edenlerin ‘düşüncesi olmaktan öte’ bir arzusu ya da boş vermişliği” olarak ifade edebiliriz. Bugün, “Deizm yükseliyor.”, “Gençlik deizme kayıyor.” gibi sloganik ifadelerde geçen deizm kelimesine yüklenen manalar aslında üç aşağı beş yukarı işaret ettiğimiz endişeleri ve kimseleri içerisine almaktadır. Yoksa felsefî bir hareket olan deizmin savunucularının artması gibi bir durum -teslim edileceği üzere- hakikatte mevzubahis değildir.

Deizmin, izah ettiğimiz güncel ve genişleyen anlamı dikkate alındığında, bu konuda söylenecek elbette çok söz olduğu ortadadır. Evvela bir saha yoklaması yapıldığında “insanların/gençlerin din kabulünden uzaklaştıkları”nı söylemek gerçekten mümkün müdür? Bu sualin cevabını tespit etmek son derece zor bir iştir. Çünkü bu sual bizi iki durumla karşı karşıya bırakmaktadır: Bunlardan ilki, insanların din anlayışını kabulünü hangi standartlarla belirleyeceğimiz sorunudur. Çünkü insanların “dinden uzaklaşmaları” ifadesiyle eğer “kendi kabullerimize uygun olan dinî anlayıştan uzaklaşmayı” kastediyorsak, bu durumda konuşulması gereken zemin farklı; “bir müessese olarak dinden uzaklaşmayı” kastediyor isek, bu durumda konuşulması gereken zemin daha farklı olacaktır.

İkincisi ve daha önemlisi ise, bir “uzaklaşmadan” bahsedebilmek için bu uzaklaşmanın öncesinde bir “yakınlığın” olduğu var saymanın gerekliliğidir. Yoksa hiç kurulmamış bir ilişkide yakınlık ve uzaklıktan yahut daha da uzaklaşmaktan bahsetmek abes olacaktır. Hâlbuki bugün dinden ve dinin kabulünden uzaklaşmakla nitelendirilen insanların/gençlerin gerçekten din ile ne gibi bir yakınlık evresinden/sürecinden sonra bu uzaklaşmayı gerçekleştirdikleri meçhuldür. Yani -büyük oranda- dinî suallerinin, meraklarının, tereddütlerinin itminan verecek derecede izahına ulaşmış fakat sonra bu kabullerinden uzaklaşmış kimselerin varlığını konu edinmediğimiz de bir gerçektir. Böyle bir manzara ise, din kabulünden uzaklaşan kimselerin varlığından ziyade “din konusunda sıhhatli bir bilgiye erişemeyen kimselerin durumunun” konu edilmesini, sıhhatli bir dinî bilgiye ulaşmanın önündeki engelleri konuşma ihtiyacını gündeme getirmektedir.

Bugün deizm dediğimizde farkında olalım ya da olmayalım aslında genellikle kastettiğimiz şey; (I) din anlayışı bizim gibi ya da büyük çoğunluk gibi olmayan, (II) din hakkında herhangi bir bilgisi olmayan, bu bilgi boşluğu nedeniyle aklından geçen sorulara cevap bulamamış ve kestirme bir çözümle dinin yanlış olduğuna hükmeden, (III) bu konuların ciddiyetini idrak etmemiş, dolayısıyla umursamayan ve bu rahatlıktan ötürü fikrî bir temele dayanmaksızın bunları reddeden, (IV) ya da deizmin aslî anlam dairesinde kalıp, felsefî bir temele dayanarak/dayandığını düşünerek din kurumunu reddedenlerdir. Dolayısıyla güncel deizmin tartışmalarında meselenin bütün cephelerinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

“Bir açıklama olarak deizm”, deizmin felsefî kısmını oluştururken bir de bunun ötesinde “bir açıklamama hâli olarak deizm”den bahsedilebileceğimiz de burada anılması gereken diğer hususlardandır. Bir açıklama olarak deizm; tanrı inancı, tanrı-âlem münasebeti gibi konularda bütünlük ve tutarlılık iddiasıyla yol almaya çalışırken, bir açıklamama yani açıklamasızlık hâli olarak deizm ise, sadece hissî bir kabul, var olan teistik izahları ancak tanrının sübutu kısmınca ikna edici bulmaktan ve fakat onun ötesini mukni bulmamaktan, dolayısıyla burada bir açıklamasızlık hâli yaşamaktan neşet edebilmektedir.

Burada konunun artık din psikolojisinin sahasına girecek bir alana sarktığı söylenebilir. Normalde ateist, deist ve agnostik çevrelerin teistlere yönelik kullandığı “boşlukların tanrısı”, “boşlukların inancı” gibi ithamların aslında çok bariz bir şekilde bu çevrelerde mevcut bulunduğunu da görmemiz lazım. Âlemle, insanla, ölüm sonrasıyla, ahlâkla, canlılıkla, bilinçle vs. ilgili olarak elinde boşluksuz bir izah bulunmayan pek çok zümre, tüm bilgi boşluklarına rağmen deizme yönelmektedir. Hatta temas edilen boşlukları doldurmak için maddeye, bilime, pozitivizme, amprizme, materyalizme, pragmatizme yönelerek inancını “boşluklar”dan kurtulmak üzere yamalarla inşa etmektedir.

Deist oluşun sebeplerine dair ahval böyle çeşitli olunca, her başlığın ayrı bir izaha ihtiyaç duyduğu aşikâr hâle geliyor. Bir bütün olarak tüm grupları tanımlayan ortak paydanın; nübüvvetin ve dinin imkânı, lüzûmu, sübûtu gibi hususlarda ilgisiz yahut bilgisiz olmak olduğu söylenilebilir. Dolayısıyla ister teknik anlamıyla ister güncel/genişleyen anlamıyla kullanılan “deizm ile mücadele”, nübüvvet ve din müesseselerine dair sıhhatli bir bilginin tedavüle sokulmasıyla oldukça yakından ilişkilidir.

Nübüvveti ve nebileri tanımak, peygamberlerin makamını ve hayatını öğrenmek denilince genellikle zihinlerde yerleşik olan kabul; meselenin tarih, siyer, megâzî, menâkıb, kıssa, mucizât ve şemâil eserleri okumaktan ibaret görülmesidir. Hâlbuki mezkûr alanlarda aktarılmış olan rivayetleri İslâm’ın sunduğu peygamber tasavvuruna halel getirmeden anlamamızı sağlayacak olan şey yine, peygamberlerle ilgili kelâmî kabullerimizin, temelde -mümkün olduğunca- tereddütsüz ve sahih olarak inşa edilmiş olmasıdır. Bu temeli ihmal ederek insanlık ve İslâm tarihini parçacı bir okumaya tâbi tutmak, nübüvvet kurumuyla ilgili olarak insanları yanıltıcı neticeler verebilecektir, nitekim vermektedir.

Temas edilen olumsuz durum, aslında nübüvvet ve din bilgisinin felsefî/kelâmî bir temelden yoksun olarak sadece kuru bilgi ve rivayet yığını yahut bilgiyi önemsemeden yönelinen bir muhabbet kurumu olarak görülmesinin, böyle öğrenilmesinin uzun vadede birçok müşkülü beraberinde getirecek hatalı bir yöntem olduğunu bizlere göstermektedir. Din ve peygamber kabulünü “bir kültür mirası ve coğrafî kader” gibi noktalara çeken ve herhangi bir dini sorgulamadan, düşünmeden, tartışmadan bütün unsurlarıyla tereddütsüz ve peşinen kabul etmeye teşvik eden söylem ve anlayışın hatalı olduğunu bu vesileyle belirtmemiz gerekir.

Bugün eğer, daha evvel insanlar/gençler arasında bulunmayan yeni bir ihtiyaç ve talep meydana gelmişse, dinin ve nübüvvetin neden kabul edilmesi gerektiği “artık” farklı zaviyelerden sorgulanıyorsa, bu sualine mukni cevap alamayan ve “Çünkü ayet var.”, “Çünkü hadis var.” cevabını kâfi görmeyen insanların dinden uzaklaşmalarını yahut bu dini yanlışlamalarını tamamen abes görmemek gerekecektir.

İslâm dini özelinde konuşulduğunda, dini ve peygamberi bilmeyi sadece “siyer, megâzî, meâl, şemâil vb. okumak ve bunları, olduğu gibi sorusuz, sorgusuz, ama’sız kabul etmek” olarak değerlendirmek makul ve mümkün değildir. Değişen dinamikleriyle işbu yeni dünyanın içerisinde, sosyal medyanın zaman, mekân, dil, kültür farkı bırakmadığı bir ahvalde insanların tereddütlerinin çoğalmasını yadırgamak veya bunları görmezden gelip tabir caizse eski-düzen din anlatısına/savunusuna teveccüh göstermek, burada ısrarcı olmak ne yazık ki isabetli ve faydalı değildir, faydalı da olmayacaktır.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım