Sylvia Plath'e cevap
Başka bir âleme gideceğiz Sylvia. Orada açmayan çiçek kalmayacak. Sönen tüm umutlar yeşerecek. Orada çatlamayan tohum, meyve vermeyen ağaç, sonuna kadar gelişmeyen kabiliyet kalmayacak. Yaşamak isteyip de yaşayamadığın tüm hayatları yaşayacaksın.
"Olmak istediğim her şeyi olmam, yaşamak istediğim bütün hayatları yaşamam mümkün değil. İstediğim bütün yetenekleri geliştirmem mümkün değil. İstememin nedeni ne peki? Hayatımda olası bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin her bir rengini, tonunu ve her çeşidini yaşamak istiyorum."
SYLVIA PLAT, GÜNLÜKLER
Yaşamın acı dikenleri batmıştı canına. Sözcükler üstüne korkunç bir ölüm hükmü gibi çökmüştü. Dünyaya sıkışıp kalmıştın Sylvia. Dünya ile arana buz gibi bir sessizlik perdesi inmişti. Varoluş, yüksek duvarlara dönüşmüştü; kalın taşlarla örülü, ışığı kesen, renkleri göstermeyen bir duvara. Sordukça sordun. Anlamaya çalıştıkça çalıştın. Kafa patlattın. Uykusuz geceler geçirdin var olmanın hakikatini devşirmek için. Kalın duvardan bir delik açıp güneşe kavuşmak için. Sessiz, gizemli hakikatler sandığının anahtarına ulaşmak için. Ne akıl almaz sorular, dahice sorular sordun Sylvia. Dünyayı anlayamıyordun. İç âleminde olan biteni anlayamıyordun. Kafan karışıyordu. Uçurumun derinliklerindeki ırmağın homurtusunu andırıyordu içinde akıp giden hayat. Varoluş kozasının içinde sıkışıp kalmıştın hepimiz gibi. Uçup kanatlanmak istiyordun. Gökyüzüne süzülmek, dünyanın dışına, daha dışına, daha ötelere. Sonsuz ötelerdeydi gözün. Mülkün melekut yüzüne, gayb âlemine ulaşmak istiyordun.
Bunun farkındaydın veya değildin. Orasını bilemiyorum. Ama Günlükler'ini okuyunca en azından kalbinin sonsuz farkında olduğuna emin oldum. Duyguların oynaşıp duruyordu kalbinde. Öteye, sonsuz öteye itekliyordu seni. Dünyanın üç yüzü vardı. Dünyanın dünyaya bakan yüzünde per perişan oldun, hepimiz gibi. Orada sadece hiçliğe çarptın, anlamsızlıktan başka elinde avucunda bir şey kalmadı. Ölüm, fanilik, geçicilik her varlığı yıktı geçti zihninde. Kalbini ölümlülük, geçicilik dövdü durdu. Kuru bir yaprak gibi ezildi, darmadağın oldu hislerin. Ölümden kaçarken ölüme sığındın. Mezar taşına şunu yazdılar: "En harlı alevlerin ortasında bile altın nilüfer yetişir." Yaşarken harlı alevlerin ortasındaki altın nilüfere kavuşamadın bir türlü.
Biliyor musun, Günlükler'ini baştan sona okumadım. Onu ara ara okurum, bir başından bir sonundan bir ortasında, rastgele. Okudukça bir acı dalgası yalar ruhumu. Bir bıçağın keskin ucunu duyumsarım tenimde. Nedeni bu. Karşıma şu cümleler çıktı bir gün: "Olmak istediğim her şeyi olmam, yaşamak istediğim bütün hayatları yaşamam mümkün değil. İstediğim bütün yetenekleri geliştirmem mümkün değil." Sonra soruyordun ister istemez. Kimin aklına gelmez ki? Herkesin gelir diyemem Sylvia. Senin gibi bir dâhinin, yaşamın acı dikenlerinin battığı ruhların aklına gelir bu soru. "İstememin nedeni ne peki?" Öyle ya. Olmak istediğin her şeyi olamayacağını, yaşamak istediğin tüm hayatları yaşamanın imkânsız olduğunu adın gibi bildiğin hâlde neden ‘'ama?'' diye sordun, neden istiyorum, neden daha çok şey olmak daha daha hayatlar yaşamak, genişlemek, çoğalmak istiyorum. "Hayatımda olası bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin her bir rengini, tonunu ve her çeşidini yaşamak istiyorum" Soru günlerce zihnimde çınladı durdu. Hatta bir kenara not ettim cümlelerini.
Biliyor musun, Günlükler'ini baştan sona okumadım. Onu ara ara okurum, bir başından bir sonundan bir ortasından, rastgele. Okudukça bir acı dalgası yalar ruhumu. Bir bıçağın keskin ucunu duyumsarım tenimde. Nedeni bu.
Birkaç gün geçmişti ki ne göreyim. Benim adamın Mesnev-i Nuriye'sini okuyordum. Benim adamım, Said Nursi. Sanki senin derdini biliyormuş gibi cevap yazmıştı. O benim nazarımda senin, benim, insanın derdini anlamış biridir Sylvia. "Hayvânattan olsun, nebâtattan olsun, nesil sahibi olanların ekserîsinde, her bir ferd yeryüzünü istilâ etmek niyetindedir" diye yazmıştı. Tıpkı senin gibi, senin olası bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin her bir rengini, tonunu ve her çeşidini yaşamak istediğin gibi, yaşanmadık duygu, yaşanmadık olasılık kalmasın istediğin gibi her varlık da yayılmak, genişlemek, çoğalmak istiyordu. Gelelim nedenine: Yeryüzünü kendine has bir mescid yapıp Fatırının esmasını göstererek, namütenahi ibadet yapmak için. "İstersen kavuna ve çekirdeklerine, ağaca ve meyvesindeki çekirdeklere, balığa ve yumurtacıklarına, kuşa ve yumurtalarına bak" diye de yazmıştı bu varoluş sorunlarına kafa yoran Âlim. Sen de hayret içindeydin. Bu dünyayı aşan, bir ömrü aşan, bu hayatı aşan, bu hayata sığmayacak yaşamak istediğin hayatlar vardı. Geliştirmek istediğin yeteneklerin vardı. Kavunun içindeki yüzlerce çekirdek gibi. Balığın karnındaki binlerce yumurta gibi sessizce bilkuvveden bilfiile çıkmayı bekleyen. Neden ama, dünyaya sığmayan bu kadar yetenek neden?
Şimdi cevap geliyor Sylvia. Kabul edersin veya etmezsin, bilemem. Ben aracılık ediyorum sadece. "cihazatı cihetinde, hasselerinin mufassal oluşu, hissiyatının tenevvüü, âletlerinin inbisatı ve istidatlarındaki mertebelerin tekessürü işaret ediyor ki," Tam senin kafanı karıştıran şey de tam bu değil miydi? " insanın aslî vazifesi, mevcudatın tesbihatını görmek ve şehadet etmek, tefekkürle teftiş ve ibretle nezaret etmek, hâcetleri için duâ etmek, acz ve fakrını ve kusurunu derk ederek ubudiyette bulunmaktır." İnsanın sınırsız yetenekleri, sınırsız istekleri, sınırsız zihinsel ve fiziksel deneyimlerini her bir rengini, tonunu deneyimlemek, her çeşidini yaşamak istemesinin nedeni kendi için değil Sylvia, Yaratıcı'sının ayetlerini okumak, O'nun sonsuz isimlerinin tecellisini tefekkür etmek, ibretle nezaret etmek için. Sonsuz isimleri anlayıp bilmek, tatmak için bu kadar yetenek, bu kadar sınırsız kabiliyetle donatılmış insan. Bu sınırlı, kayıtlı, başı sonu belli hayat için, bu kısacık dünya hayatı için değil, insanın bizzat kendisi için de değil. Sonsuz Yaratıcı'yı tanıyıp bilmek için bu sınırsız yetenekler, bu sınırsız derin duygular.
Yaşam şuna benziyor Sylvia. Hani, bir tohumu önce bir saksıya ekersin, saksıda biraz gelişip büyüdükçe toprağını değiştirirsin ya, insan içinde bu dünya küçük bir saksı. Orada hayat tohumumuz çatlıyor, biraz gelişiyor ama tam gelişip, meyve vermesi için daha büyük bir saksıya alınması gerekiyor. İşte burada ahiret devreye giriyor Sylvia. Ahireti göz önüne almadan sorunun cevabına ulaşmak imkânsız. İnsanın yaratılış sırrına ulaşmadan bu sorunun cevabına ulaşmak mümkün değil Sylvia. Bak benim Adam ne güzel özetlemiş meseleyi: "Evet, şu dâr-ı dünya, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidatların sünbüllenmesine müsait değildir. Demek başka âleme gönderilecektir."
Başka bir âleme gideceğiz Sylvia. Orada açmayan çiçek kalmayacak. Sönen tüm umutlar yeşerecek. Orada çatlamayan tohum, meyve vermeyen ağaç, sonuna kadar gelişmeyen kabiliyet kalmayacak. Olmak isteyip olamadığın her şeyi ama her şeyi olacaksın, yaşamak isteyip de yaşayamadığın tüm hayatları yaşayacaksın. Hayatındaki bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin her bir tonunu, her çeşidini yaşayacaksın Sylvia. Orada her yetenek sümbüllenecek. Beden, ruh, akıl, kalp, insanda ne varsa başka bir boyuta sıçrayacak ve bütün istekler yerini bulacak.