Susadım çeşmeye varmaz olaydım’dan emmioğlu’na Ferdi Tayfurtürkiye

Susadım çeşmeye varmaz olaydım’dan emmioğlu’na Ferdi Tayfurtürkiye…
Susadım çeşmeye varmaz olaydım’dan emmioğlu’na Ferdi Tayfurtürkiye…

Müziği sadece bir kurtarıcı değil, varlık şartı diye sezmiş bu kişi; artık yaşını başını almış, fakat sesine aşılanmış garibanlıkla geçmişi bir çalı süpürgesi gibi arkasında sürüklemekten çıkamamış haldedir.

Youtube’da, Ferdi Tayfur’un 77. doğum günü için hayranlarını selamladığı bir video var. Deniz mi yoksa göl mü olduğu tam kestirilemeyen ve kendisinin cennet diye tanımladığı bu yerde inzivaya çekilmiş, sakal koyvermiş, geçmiş şaşaalı günlerin anısıyla dolu fakat sesi her bakımdan kırık bir insanla karşılaşır, o videoyu izleyenler. Bilgelik mi yoksa teslimiyet mi karar verilemez bir eda sezilir duruşundan. Her bakımdan feleğin çemberinden geçmiş ve aynı zamanda onun sillesini yemiş bu portre, Türkiye’ye hiç yabancı değildir. Adana, Yüreğir’de doğmuş, çocuk yaşta babasını bir cinayet sebebiyle kaybetmiş, üvey baba baskısıyla bunalmış, erken yaşından itibaren müziği sadece bir kurtarıcı değil, varlık şartı diye sezmiş bu kişi; artık yaşını başını almış, fakat sesine aşılanmış garibanlıkla geçmişi bir çalı süpürgesi gibi arkasında sürüklemekten çıkamamış haldedir.

Maddi sıkıntılar çoktan aradan çekilmiştir elbette. Geride duran dağ hepten bir güven telkin etse de insanın ayağı çocukluktan bir kayalığa takılmış ve oradan derin yaralar alarak çıkabilmiştir. Gırtlağına oturan çatallı ses hiç kaybolmayacaktır... O ses, artık kullanımdan düşmüş eski plaklar veya sardığı zaman kırılan sonra da düzeltilemeyen kaset bantlarını da hatırlatır.

1950 sonrası köyden kente göçüş 1960’larda nispeten hızlansa da asıl yükselişini 1970’lerde gerçekleştirir. 1970-80 aralığında kentler insan deposu misali doldukça dolar. Henüz köyle irtibat kesilmemiştir; şehirlere akış, fiziki bir atılım karakteri taşısa da köy, bir geri dönüş mitosu olarak canlı ve yaygındır. Ferdi Tayfur’un patlaması da, bir çeşmenin kesik kesik fakat ileri coşarak akmasına benzer: “Susadım Çeşmeye Varmaz Olaydım” şarkısı Ferdi Tayfur’un şahsında bir dönem iştiyakıdır. Şarkının girişindeki yanık hava tınısı, onun hırıltıyla keder, iddiasızlıkla doğallık arasında gidip gelen fakat temsil gücü daima mutlak sesiyle dönmeye başlar. Herhalde 1976’larda hiçbir plak köyden kente onunki kadar dönmemiş, bir gönül yarası olarak sosyolojik havuzu doldurmamıştır. Zaten arkasından gelen “Çeşme” filmi, sesle görüntünün uzayını da birbirine bağlamıştır. Şarkıdaki sesin yokladığı uzay, bir uzun hava formundan arabeskin duygu kuyusuna eğilirken “Çeşme” filminin ilk sahnesinden itibaren çelişki, çatışma, iyi-kötü aşkın imkânsızlığı içinde gerilir. İmkânsızlık, tıpkı köyden kente göçenlerin boyunlarında asılı kalmış bir kolye gibi sallanırken, imkânsızdan kurtulma isteği de aynı şekilde canlı kalır. Nitekim Ferdi Tayfur’un en yüksek dereceden hep önde ve şöhretli olduğu zamanlar bu imkânsızlığın sürdüğü zamanlardır.

1990’lardan itibaren, vaktiyle şehre gelenler yavaş yavaş çevreden merkeze kaymış, gecekonduların yerini apartmanlar, atölyelerin yerini ihracat bile yapabilen fabrikalar almıştır. Günlük yaşama şeklindeki değişimler, bağrı yanık gençlerin küçük girişimcilere dönüşmesi, köyün geri dönüş mitosu olmaktan çıkışı, altta bir duygu fonu olarak arabesk dönse bile pop müziğin patlaması Ferdi Tayfur’a o efsanevi Gülhane konseriyle jübile yaptırmış gözükür. Fakat şöhret öylesi bir tutkudur ki onu yaşatmak için pek çok özne güne uyma çabasından geri kalamaz. “Ben de Özledim Ben de”, “Hadi Gel Köyümüze Geri Dönelim”, “Emmioğlu” gibi şarkılar bu uyuşmamın dışavurumlarıdır. Gelgelelim sosyolojideki kaymalar, insanın sınıf atlama arzusu, müziğin o her zamanki vasfını bir kez daha yakına getirir: Ferdi Tayfur; Adanalı, yoksul bir genç olmanın ötesinde Ferdi Tayfurtürkiye olmayı başarmış ilginç bir duygu öyküsüdür. Kendisi gibi büyük şöhret olmuş, baba ve benzeri sıfatlarla bezenmiş, yer yer fiziksel mücadele yaparmış izlenimi veren ama her zaman mesafeli ve güce teşne tavırlara rağmen Ferdi Tayfur, boynu büküklerin zafer bekleyicisi olmuştur. Ya da özel hayatını ustalıkla saklama yeteneği vardır.

Saf ve köylü Anadolu çocuğu, entrika nedir bilmez, duygularının yokuşunda sırtında yük taşımaktan çekinmeyen, kalender insan tipi, önce plaklar, teyp kasetleri ve videokasetleri halinde bütün Türkiye’yi gezer. Verilen rakamlar doğruysa “Çeşme” filmi 12 milyon kişi tarafından izlenir. Yüz bilinirliğinin sırf sayısal değil, duygusal üreyişidir bu. Ferdi Tayfur; tıpkı ses tınısı, tıpkı ses değerleri, tıpkı duyguların bir tren katarındaki benzeri vagonların uyumla birbirini takip etmesi gibi aynı müzikal tutarlıkla şarkı söyler. Türkiye’nin değişim sosyolojisi nasıl yekpare ise onun müziği de yekparedir. Kavgaya kolay kolay girmez. Haklı ve ezilmiş insan maskını temsil eder.

“Dünya mı karanlık yoksa ben mi görmüyorum / Yaşamak azap olmuş sürünüyor ölmüyorum” diye başlayan bir şarkı düşünün. Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin atölyelerinde bıyıkları terlemiş ergen delikanlılar, her tür sosyal baskıdan bunalmış genç kızlar kendilerine yelken olmuş sesin gemisinde sarhoşça yol alırlar. Ferdi Tayfur’un sesindeki onlara benzeş renk iyice damgalaşır. Anadolu’nun piknik alanlarından tutun minibüslerine, taksi duraklarından tersanelere, taşra meyhanelerinden terzi dükkânlarına, bekâr odalarından pamuk tarlalarına dek dalgalanan bu seste bayraksı bir duygu birliği vardır hep. Oysa hiç yüksek ve değerli bir ses değildir onunkisi. Vasatlığın samimi ısrarı onu ayakta tutar. Fakat Ferdi Tayfur’u, Ferdi Tayfurtürkiye yapan şey boynu büküklüğüdür. Ne zaman ki köyden kente gelenler boynu bükük olmaktan çıkarlar, 1990’lardan sonra siyasal olduğu kadar ekonomik bir çark değeri kazanırlar işte o vakit “Köyümüze Geri Dönelim” veya “Emmioğlu” eğimi can kazanır. Aslında her iki şarkı yine sosyolojik gerçekliklerle ilişkilidir. Mutsuzların mutsuzluğuna karşı bir yeni geri dönüş mitosu yaratma çabasıdır.

Masumluk iddiası, bir toplumu veya onu temsil etme iddiasını taşıyan bir sanat eylemini meşru kılabilir mi? Ferdi Tayfur mu bir kitleyi yaratmıştır yoksa her zaman devreye girmekte gecikmeyen duygu tüccarları bu verimli alanı mükemmelken değerlendirmiş midir? Bugün Türkiye’de yaşı elliyi devirmiş hemen her ferdin içinde bir şekilde Ferdi Tayfur sesi yuvarlanmıştır. 1980’li yılların ortasına doğru Konya-Bozkır’da lise öğrencisiydim ve bir sarışın zalime fena halde tutulmuştum. Toros dağlarından inen havayla neşelenen düzlüklerde o kayadan bu kayaya bir ses sincabı gibi gezen bir şarkı gelip kalbimizden vurmuştu beni de: “Yaktı Beni”. Taşrada aşka düşmüş her şaşkın, önüne çıkan ses poyrazında titrer. Orkestral bir şölenle inen arabesk sağanağı ruhu bir süreliğine teslim alır. Kaderin cilvesi, televizyonculuk mesleğimin son yıllarında Etiler’de bir vesileyle Ferdi Tayfur’la buluştum. O şöhretli adamın yerini kendi acısına büzülmüş bir yitik almıştı. Benden tam olarak ne istiyordu emin olamadım. O an yüzünde Anadolu’yu baştanbaşa geçen yaralı bir ırmak izi gördüm. Kimi yerde bulanıyor, kimi yerde siste yitiyor kimi yerde ise gençliğin saklı arzularının çağlayanına dönüşüyordu.

Her insanın özel hayatı sadece kendisine ait değildir. Bir toplumdaki değişim/dönüşüm iştiyakı binlerce yılda oluşan deprem plakaları gibi sessizce birbirini tetikler. Ferdi Tayfur, paranın getirebileceği şımarıklıklara fazla yüz vermez. Kapitalin huyunu en azından kamuoyunun önüne sermez. Necla Nazır’la yaşadığı süreçte ise hep bir mağdur olarak görülür. 77. yaş günü için paylaştığı videoda “Anlatacak çok şeyler var ama.” şeklinde bir cümle kullanır. Aslında, Ferdi Tayfur da kendi hikâyesinin tekil olmadığının farkındadır. Gurbet, ayrılık, yalnızlık, Almanya, garibanlık, aşk acısı, köye dönüş isteği, atölyeler çoktan Türkiye’nin gündeminden düştüler. Bir tür jazz denemesi, Ferdi Tayfur’u başka bir bağlama taşıyabilir miydi? Bunu hiç düşünmüş müydü? Fakat zaman durmaz, ömür geçer, insan bindiği sandalda yol alır.

Hayatta olduğu gibi sanatta da altın tepsi bir şekilde Ferdi Tayfur’un önünde de şarkı olarak döner. “Yılları bir güne nasıl sığdırdın / Bana da söyle bana da söyle ben de bileyim” diye başlayan bir şarkıyla buluşur “Ferdi Baba”. Artık, “Susadım çeşmeye varmaz olaydım.” duyarlığının çok ilerisinde, insan olmanın kristalize bir anı söze damlamış, oradan Ferdi Tayfur’un bütün şöhretini damıtarak berraklaştırmıştır. Sonuçta müziğin içeriği ülkenin döngüsel geçmişidir ve Ferdi Tayfur, acıların yurt değiştirdiği bir dünyada, bir orta sınıf iştiyakının azimle kendi etrafında döne döne yok oluşunun göstergesidir. İdealize ettiği masum insan tipinin boşluğa vuran gergin bir yay gibi kıvılcım çıkarması ise zamanın bir anlık göz kırpış cilvesi diye okunabilir, pekâlâ.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım