Suçlu modernite!

Suçlu modernite!
Suçlu modernite!

Çoğu kez “modernlik” ile “modernizm” kavramını aynı şeymiş gibi kullanıyoruz. Bu yanlış. Çünkü bir olgu ile o olgu temel alınarak inşa edilen ideoloji her zaman aynı şey değildir.

“Bizi modernite bu hâle düşürdü” türünden teraneler dindar okumuş-yazmışların diline son yirmi-otuz yılda pelesenk oldu. Modernite, kabahati başkasında aramak için başvurduğumuz bahanelerden birisi. Diğer bahaneler arasında İngilizler, yahudiler, masonlar, içimizdeki hainler, dönmeler, komünistler, küreselciler geliyor. Elbette bunların hepsinin günümüzdeki krizimizde rolü vardır. Ama bizim hiç mi günahımız yok? Son bir asırdır kendi eksiklerimizi bir sürü günah keçilerinin üzerine atıp duruyoruz. Bu arada “günah keçisi” tabiri İsrailoğullarının bir âdetinden geliyormuş. Bunlar en büyük bayramları olan Yom Kippur, yani Tövbe Günü iki keçi alırlarmış. Birisini Tanrı’ya, diğerini şeytan olan Azazil’e adarlarmış. Tanrı’ya adanan keçiyi kurban edip yerlermiş. Kendi günahlarını yükledikleri diğer keçiyi ise bir kayadan aşağı atar, öldürürlermiş. Böylece toplu hâlde günahlarından kurtulduklarını düşünürlermiş. Bizim okumuş dindarlarımız için modernite kavramı da işte böyle bir günah keçisi olup çıktı.

Bizim nesil 1980’lerde üniversite okuyan nesildir. O devirde dindar neslin düşünsel yapısını belirleyen üç gelişme vardı: Birincisi 1979’daki İran devriminin ateşlediği siyasi İslâmcılık, ikincisi 1980 askeri darbesi sonrası genişleyen dini düşünme ve tartışma ortamı, üçüncüsü de Batı’da Sovyetler’in yıkılma sürecinin getirdiği demokrasi ve özgürlük söylemleri... Bu üç gelişme ülkemizde o devre kadar “sağcılık” kampı içinde sayılan dindarların kendimize ve Batı’ya eleştirel gözle bakmasına yol açtı. Birçok renge sahip İslâmî düşünce dergileri yayınlanıyor, İslâmcı gençler bu dergileri ve kitapları okuyor, kendi aralarında hararetle tartışıyorlardı.

Bu okuma ve düşünme hareketinin merkezinde “modernlik” eleştirisi vardı. Modernliği eleştirmek otomatikman Batı’yı eleştirmek demekti. Çünkü modernlik kavramı ve olgusu Batı kaynaklıdır. Batı dışında bir modernlik modeli yoktur. Japonya derler ama yanlıştır. Bizim muhafazakârların geleneği muhafaza ederek modernleşmeye güzel bir örnek olarak gördükleri Japon modeli öyle değildir. Bir şey okumadan, araştırmadan verilmiş başka bir yanlış hükümdür bu. Japonlar 1860’larda Amerika’nın askeri tehdidiyle başladıkları Batılılaşmayı içselleştirerek bugünkü devlet, toplum, bilgi ve üretim yapılarını kurdular. Kendi geleneksel form ve kurumlarını ancak bu kapitalist, modernist, çıkar odaklı modernleşmeye uyduğu ölçüde muhafaza ettiler. Uymadığında da uydurdular. Evet, Japon tecrübesi özgün bir deneyim ama Batı modelinin karşısında veya dışında değil, onun içinde...

“Modernlik” kavramının kökeni “şu anda, şimdi” anlamına gelen Latince “modo” kelimesidir. Bu da “modus” kelimesinden gelir ki "tarz, ölçü" demektir. “Eski”ye nazaran “yeni” anlamındaki “modern” kelimesi ise İngilizce’de 1580’lerde görülmeye başlamış. Yani modernlik kavramı kıta Avrupası’ndaki Rönesans ve ardından gelen Reform sürecinin bir ürünüdür. Bizim neslin entelleri son otuz yıldır her nedense “modernlik” kelimesinin yerine artık onun Fransızca karşılığı olan “modernité” kelimesinin telaffuzunu kullanıyorlar.

Çoğu kez “modernlik” ile “modernizm” kavramını aynı şeymiş gibi kullanıyoruz. Bu yanlış. Çünkü bir olgu ile o olgu temel alınarak inşa edilen ideoloji her zaman aynı şey değildir. “Modernizm” kelime olarak İngilizce’de ilk kez 1737’de "kadim ve klasik tarzdan sapma” anlamında kullanılmış. Bazen de “modernlik” ile “modernleşme” kavramını eş sayıyoruz. Bu da yanlış. Çünkü hedefi modernlik olan, modernliğin belirleyici olduğu süreçlere modernleşme diyoruz. Hedef ile o hedefe gittiği varsayılan yol irtibatlıdır ama bunlar her zaman aynı şey değildir.

Batı’da 1970’lerden itibaren modernliğe karşı bir akım çıktı: post-modernlik. Yani “modernlik-sonrası.” Bunu savunanlar modernliğin zaafları ve yanlışlarına karşı onu reddeden alternatif bir düşünme tarzı sunarlar. Terry Eagleton postmodern akımı "objektif bilgi ihtimalini reddeden, dolayısıyla gerçek, birlik ve ilerleme konularında şüpheci olan” bir akım olarak tanımlar.

Bizde birçok entelektüel 19. asırda modernizme kapılandıkları gibi şimdi de post-modernizme kapılanmış durumdalar. Çünkü o zaman moda modernizmdi, şimdi ise post-modernizm. O zaman modernistlerin ilerleme, rasyonalizm, tarihselcilik gibi argümanları dindarlar tarafından dinimizi “yenilemek ve ihya etmek” hedefine hizmet için kullanılıyordu. İslâm’ın emrettiği doğruları hayata geçiren Batı olumlu bir örnek olarak gösteriliyordu. Bir yandan da modernliği dinimizde ne kadar manevî unsur varsa onları inkâr etmede kullanıyorlardı. Mucize, kader, kabir hayatı, vb.. Din düşmanları ise Oryantalistlere yaslanarak ve kafalarına göre âyetleri ve ilim geleneğini yorumlayarak aslında Batı’daki seküler anlayışa dinimizi uydurmaya çalışıyorlardı. Batı’da Hıristiyanlığın hayattan tasfiye edilip evcilleştirilmesine benzer şekilde İslâm’ın da evcilleştirilmesi isteniyordu.

Şimdi post-modernizmle beraber dinimizi Batı’ya uydurma yöntemi de değişti. Bazı müslümanlar güya dinimizi “arındırma” yaftası altında post-modernizmin metinsellik, görecelilik, yapıçözümü gibi yöntemlerini kullanıyorlar. Bir yandan da post-modernizmin dindar aydınlara verdiği bir imkân var. Onların Batı-merkezli, modernist teorilere ve pratiklere sert eleştirileri işimize geliyor. Ama unutmayalım ki modernlik kadar post-modernlik de Batı’nın ürünü ve onun dünyaya bakışının izlerini taşıyor.

Modernlik düşüncesi; eskiye ait şeylerin geçersiz, geri, eksik olduğu imasını taşır. Sadece nesneler, eşyalar, teknikler değil, insani özellikler, inanışlar ve değerler de öyledir. Geçen her vakit daha iyi, daha doğru ve daha güzele doğru bir adımdır. Evrimcilik, ilerleme, bilimcilik, özgürlük, medeniyet gibi Batı damgalı kavramların hepsi bu ana tezden doğmuştur. Merkezinde Batı’nın kendini iyi, güzel ve doğrunun yegâne referansı yapması yatar. Madem modernliğin temelinde “yeni” anlamı var, o hâlde modernlik zamanla ilgili bir kavramdır. Zaman sanki somut bir kişiymiş de insanlığa, koskoca dünyaya istediğini yaptırıyormuş gibi tahayyül ediliyor. Modernlik de aynı şekilde bir fail hâline getirildi. Batı zamana, zamanın ve modernliğin “gerekleri”ne uyma mecburiyetini son üç asırdır neredeyse bir din gibi takdim ediyor. Peki ya Müslümanlar olarak biz niye bunu benimsiyoruz? Allah hâricinde bir fail-i mutlak olmadığını bilmemize ve söylememize rağmen neden başımıza gelen her şeyi bu muhayyel puta bağlıyoruz? İçinde yaşadığımız zamanı, dünyayı, muarızı, muhatabı ve mağduru olduğumuz Batı’yı neden bu kadar mutlak olarak görüyoruz?

Demek ki içinde bulunduğumuz kayıplık ve şaşkınlığın gerçek müsebbibi modernite veya post-modernite değil. Bunlar küfrün kendi çıkarlarını büyütmek ve sorunlarını halletmek için türettiği kavramlar sonuçta... Zaman, devran, felek de değil. Müminler olarak bizim iki asırlık sorunumuz, küfrün çıkarı yücelten anlayışını dünyanın normal düzeni olarak benimsemek ve meşrulaştırmaktır. Müminler özgün, özel ve özgül kişiliklerini terk etmiş durumda. O yüzden en dindar söylevler bile en ahlâksız niyetleri, en bozuk kişilikleri ve en yamuk işleri kamufle edebiliyor. Oysa dinimizin dedikodusunu yapmak yerine muhabbetle, ölçüyle, ahâkla Allah’ın kulu olarak yaşamaya çalışmalıyız. Sözümüzü özümüze bağlamaya, sözümüzün insanı olmaya gayret etmeliyiz. Dünyada ve âhirette zillete düşmemek için tek çare bu.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım