Sofya Radyosu'nda Kadriye Latifova
“Türk azınlığın sesi”, hayır böyle değil. Balkanların hüzünlü güzelliğini taşıyordu çünkü hançeresinde. Türkiye’ye göçüp gelen herkesin kulağı Sofya Radyosu’nda kalmıştı bu yüzden. “Kadriye abla çıkacak şimdi”, parolasıyla bir radyonun başında toplanarak yaşamak ve hatırlamak… Latifova’nın hafif Rumeli aksanıyla söylediği o cânım türkülerinin içinde saklı duran yüzlerce yıllık bir hikâye, dönenler ve kalanlar için türküler. Latifova’nın sesinden dökülenler.
“Ben annemin şarkılarıyla düşüp kalkıyordum, onlarla yaşıyordum. Annem sabah, öğle, akşam demeden daima şarkı ve türkü söylüyordu. Fakat ben o zaman annemin söylediği şarkı ve türkülere pek önem vermiyordum. Bunun önemini büyüdükten sonra anladım. Şarkı ve türküler onun talihiymiş meğer.”
(Vejdi Raşidov)
1396-1908 yılları arasında cereyan etmiş 512 yıllık kültürel bir rüzgâr. Geride bırakılmış bir miras. Şimdi çok yakında ve uzakta; adı Bulgaristan. Sınırın karşı yakasında, hemen birkaç adım ötemizde duran tanıdık bir toprak parçası. 1913 yılında Kırcaali bölgesinin de Bulgaristan’a dâhil edilmesiyle hitama eren Rumeli hikâyemizin eksik kalan parçaları hakkında yapılacak bir konuşmanın en kederli yeri Kadriye Latifova olabilir o hâlde.
Türk azınlığın sesi, Balkanların hüzünlü güzelliğini taşıyordu çünkü hançeresinde. Türkiye’ye göçüp gelen herkesin kulağı Sofya Radyosu’nda kalmıştı.
Unutulmaz bir ses sanatçısı. Can yakıcı sesiyle Bulgaristan’ın yakın tarihinde soğuk damga gibi duran bir isim. Elini uzatsa dokunacağı anavatanına sesi pek ulaşmadı belki, ama söylediği halk türküleriyle uzun yıllar bir ümidi besledi. Türkülerden bir çift kanat yaptı ses tellerine ve varlığıyla direnç aşıladı. Türk azınlığın sesi, hayır böyle değil. Balkanların hüzünlü güzelliğini taşıyordu çünkü hançeresinde. Türkiye’ye göçüp gelen herkesin kulağı Sofya Radyosu’nda kalmıştı bu yüzden.
“Kadriye abla çıkacak şimdi”, parolasıyla bir radyonun başında toplanarak yaşamak ve hatırlamak. Latifova’nın hafif Rumeli aksanıyla söylediği o cânım türkülerinin içinde saklı duran yüzlerce yıllık bir hikâye, dönenler ve kalanlar için türküler. Latifova’nın sesinden dökülenler. Bulgaristan Türklerindendir Kadriye Latifova, 1928 yılında Haskovo’nun (Hasköy)Golemantsi (Beyköy) köyünde dünyaya gözlerini açmış ve 1953 yılında Haskovo Türk tiyatrosunda çalışmaya başlamıştır. Hikâyesinin başladığı yer, sesiyle var olan bir kadının güzelliğine aittir aslında. 25 yaşındayken o dönem yeni kurulmuş Türk tiyatrosunun yöneticilerinin bir vesile evlerini ziyarete gelmesi ve “bir türkü söylesene bize” teklifine o billur gibi akan sesiyle karşılık verip güneş gibi parlamasıyla başlayan bir hikâye…
Tiyatro müdürü Ahmet Rabişev’in karşısında utana sıkıla da olsa bir türkü patlatmıştır işte; “Aliş’imin kaşleri kare / Sen açtın sineme yâre / Bulamadım derdime çare / Görmedin mi, ol civan Aliş’imi Tuna boyunda…” Kadriye fırtınası esmeye başlamıştı artık o gece, bir meltem sıcaklığında esiyordu ama sesi. Yıkmıyor, sağaltıyor, el veriyordu. 1955’de Sofya’da düzenlenen ilk ulusal halk yarışmasında o gece söylediği “Aliş’imin kaşları kare” türküsüyle birinci olması, sesiyle şifa dağıtmak üzere koca bir ülkeyi köy köy gezmesine giden yolun da habercisiydi. Hiç durmadı zaten bundan sonra.
Köy köy, meydan meydan, il il, panayır, tören, bayram, festival demeden Türklerin yaşadığı en ücralara kadar gitti. Halk bağrına bastı bu can yakıcı kadife billur sesi. 1950’lerin Bulgaristan’ında, çoğu zaman mikrofonu bile olmadan, gittiği her yerde güçlü sesiyle kocaman bir ümit ateşini yakıyordu Latifova.
Henüz plakların yaygın olmadığı bu dönemde, meşhur Kırcaali Devlet Tiyatrosu bir köye geleceği zaman, duyurusu bu isimle yapılsa da halk arasında büyük bir heyecanla “Kadriye’nin tiyatrosu geliyormuş” diye anılıyordu. Tabii tiyatroda Kadriye Latifova’yı canlı olarak dinlemek yıllar sonra torunlara anlatılacak kadar büyük bir hadisedir, parasızlığın ve yokluğun zamanları… Bu dar vakitlerde Kadriye’nin sesini duyabilmek için sevenleri ellerinde ne varsa getirirler tiyatroya; kabak, karpuz, kaz, fasulye, ceviz… Her şey Kadriye’nin tiyatrosuna bir giriş bileti alabilmek için…
- İşte bu unutulmaz günlerde 200’ü radyoda kayıt altına alınmış toplamda 500’ü aşkın halk türküsünü seslendirir Latifova. Unutulmuş türküleri bulur, hafızaları tazeler, hatıraları canlandırır ve repertuarını -bir elçi gibi- en ücra Türk köylerine kadar ulaştırır.
Kırılgan bir haykırış gibi çağlayan sesi, aynı benlikte atan kalpleri birbirine yakınlaştırır. Oğlu Vejdi Raşidov, şöyle anlatıyor o günleri; “Anneciğim köy köy gezip şarkı söyler, Zeki Müren’le mektuplaşıp dertleşirdi. Fakirdik, ama canımız şendi, rahattık. Şarkımızı söylerdik.”
Rodop dağlarının bülbülü
Kadriye Latifova’nın ünü ülke sınırlarını aşmış, Balkanlar hattına yayılmaya başlamıştı. Halkın yoğun ilgisi altında bitmeyen konserler verdiği yıllardı bunlar. Diktatör Jivkov’un Kırcali’de katıldığı bir parti komitesi organizasyonu sırasında Latifova’nın da yer aldığı tiyatro grubunun sahneye çıkmasını istediği ve program sonuna kadar başka hiçbir gruba sıra gelmediği sıklıkla anlatılan bir hikâyedir.
Halk onun sesinde çok başka bir şey bulmuştu, o yüzden hiç durmadan söylesin istiyorlardı, hiç susmasın, hiç bitmesin ve hep yankılansın sonsuzlukta o kadife kırılgan sesi. Onun türkülerinin yaşattığı, kaynattığı, onardığı ve tahkim ettiği bir şey vardı elbette: Benlik, varlık, kültür, kimlik ya da kim olduklarını tekrar ve bihakkın hatırlama isteği. Kadriye’nin sesi buna kadirdi. Anavatana uzanan bir köprü gibi yaşadı zaten.
Şair Osman Aziz’in, Latifova için söyledikleri çok kıymetli; “Şarkılarıyla çalım satmayı, gösteri yapmayı sevmiyordu Kadriye. Tesadüfi kişilere yaranabilmek için küçük yaşamadı...
- O, ancak sevgi ve saygı için dünyaya geldiğini anlıyor gibiydi. Kendini sanatçı olarak ucuza harcamak isteyenlerden değildi.
Kadriye yalnız bir türküyü değil, bütün türkülerini sanki bir solukta çıkarabilen bir sanatçıydı. Geniş kalpli bir kadındı, belki o yüzden de türkülerinde Rodop kadınına büyük yer ayırıyor. Rodop kadını onun türkülerinde en büyük, en narin ve evine, ailesine en sadık kadındır. İşte otuz yıldan beri Kadriye’nin “Meçhul Emine” türküsü ağızlarımızdan çıkıp semalara doğru yayılıp gidiyor ölümsüzlüğün bir izi olarak. Eşine rastlamadığımız “Alişim’in Kaşları Kare”, “Lovça’nın Ardında Kaya” veya “Kızılcıklar Oldu mu” gizli ellerin Rodop kilimi misali dokuduğu bir hayat kilimi değil midirler? Bütün bunların tek şifresi Rodoplar’ın yarınıdır.”
Kadriye söyledikçe Rodoplar ses veriyor, Kadriye söyledikçe Deliorman coşuyor, Kadriye söyledikçe Dobruca’nın aklına Karadeniz yolları düşüyordu sanki. Bülbül gibi, altın kafesinden söylüyordu şarkılarını. Ne Rumeli türkülerine bütün bir ömrüyle verdiği can suyu unutulabilir, ne de okuyuşundaki o müthiş özgün eda. Yakasında çiçek gibi taşıdığı bir unvanı vardı; “Rodopların Bülbülü”. Hayatını konu alan ilk belgesel Mariya Damyanova tarafından “Kadriye’nin Tiyatrosu Geliyor” adıyla çekildi. 25 yaşında söylediği bir türkünün ardından giderek 9 yıl boyunca en ücralara kadar ulaştırmayı başardığı o can yakıcı sesiyle unutulmaz izler bıraktı Latifova.
Henüz 34 yaşındayken hitama eren kelebek ruhlu bir ömür. 1962’de Kırcaali Devlet Tiyatrosu’nun Krumovgrad (Koşukavak) sahnesindeki temsilinden sonra yaptığı yolculuk esnasında gerçekleşen bir trafik kazasıyla aramızdan ayrılacaktı. Sofya Radyosu’nda duyulan sesi her daim taptaze, her daim diri ve kederli. O radyonun başında bekleyenler çok iyi bilir bu anlamın kalp ferahlatan genişliğini. “Aldı Beni İki Kaşın Arası”,“Allı Güzel” ve “Sigaramın Dumanı” üçlüsünden başlayıp, “Aliş’imin Kaşleri Kare”, “Yüce Dağ Başında Yatmış Uyumuş”, “Lofçalı”, “Aman Anam Garibem”, “Sabahın Seher Vaktinde” ve “Yaktı Beni”ye kavuşan uzun bir yol var elbette. Ve o ateş kuyusu sesinde alev alan daha nice türkünün emanetçisidir Kadriye Abla.Latifova’nın tertemiz icrası, belki bir Sofya Radyosu’nda ya da Rodop Dağlarında ve en güzel ihtimalle Arda boylarında, Tuna kıyılarında hayâl kuran o çocukların kalplerinde yankılanıyor hâlâ…