Şili’de bir Filistin Filistin’de bir Şili!
‘Nasıl olur’ demeyin. Yaşlı amca gerçekten iki takımı da tutuyordu. Çünkü iki takım, aslında tek bir takımdı. Aralarındaki mesafe, binlerce kilometre ile ölçülüyordu ama onlar birdi. Hatta –burayı ilerleyen cümleler anlamlandıracak- 1’di. Onlar, Filistin halkının yeşil sahadaki temsilcileriydi. Onlar, Şili’nin Palestino takımı ve Filistin’in milli takımıydı…
Çenesini ellerinin arasına almış, sahayı izleyen yaşı bir adam. Hayatında ilk defa futbol maçına gelmiş, belli. Yanına yaklaşan genç gazeteci heyecanla soruyor, “Amca hangi takımı tutuyorsun?” diye.
Yaşlı amca irkiliyor ama bozuntuya vermiyor. Yılların yaşanmışlığını taşıdığı için omuzları ağır ağır hareket ediyor. Genç gazeteciye dönüyor ve “İkisini de…” diyor.
‘Nasıl olur’ demeyin. Yaşlı amca gerçekten iki takımı da tutuyordu. Çünkü iki takım, aslında tek bir takımdı. Aralarındaki mesafe, binlerce kilometre ile ölçülüyordu ama onlar birdi. Hatta –burayı ilerleyen cümleler anlamlandıracak- 1’di. Onlar, Filistin halkının yeşil sahadaki temsilcileriydi. Onlar, Şili’nin Palestino takımı ve Filistin’in milli takımıydı…
1920’li yıllarda Filistin’den göçen dönemin Osmanlı vatandaşları tarafından Şili’de kurulan bir futbol takımı Palestino.
1920’li yıllarda Filistin’den göçen dönemin Osmanlı vatandaşları tarafından Şili’de kurulan bir futbol takımı Palestino. Bu özelliği ile dünyanın ‘mülteciler’ tarafından kurulan ilk futbol kulüpleri arasında yer alıyor. Onlara Şili’de ‘Turcos’ diyorlar yani Türkler. Ancak büyük çoğunluğu Arap kökenli. Ülkede 600 bine yakın Filistin göçmeni nüfus var. Bu da Filistin dışında en çok Filistinlinin yaşadığı yeri Şili yapıyor. Onlar hem Osmanlı mirasını taşıyorlar, hem de Filistin’i bağırlarına basıyorlar. Forma renkleri, Filistin bayrağından. Filistin için tabir-i caizse kimseye eyvallahları yok. En bilinen ‘giderlerini’ ise birkaç yıl önce, Şili’deki Yahudi grupların tüm itirazlarına rağmen formalarındaki 1 rakamını, 1948 öncesi Filistin haritası şeklinde kullanarak yaptılar. Federasyondan 300 bin Dolar para cezası geldi ama verdikleri mesajın karşısında paranın hiçbir değeri yoktu, hala da yok.
İşte bu abiler, başka bir mesaj vermek için Şili’den kalkıp uzun bir yolculuğa çıktılar. Varış noktaları, kendi tabirleri ile ‘anavatanları’ olan Filistin’di. Filistinlilere futbolla moral aşılamak istiyorlardı. Yaşanan acılara karşı daha dik durabilmeleri için, uzaklarda bir yerlerde kardeşleri olduğunu bilsinler istiyorlardı. Tüm takım eksiksiz bir şekilde Filistin’e gitti. Birçoğu Arapça bile bilmiyordu. Aralarında bu takıma transfer olmadan önce Filistin’in haritadaki yerini bile gösteremeyecek futbolcular vardı. Ama ‘gönül bağı’ ne demek, istenince nasıl sıkı bağlanıyor çok iyi biliyorlardı. Filistin’de yapacakları iki hazırlık maçı sonunda yüzlerine gülücük, hafızalarına çiçek kokulu hatıra bırakacakları çocuklar… İşte bütün mesele buydu.
Filistin ziyareti sırasında büyük ses getirecek bir hamle de yapmak istediler: Gazze’ye girip orada futbol oynamak. Fakat İsrail buna izin vermedi. Eğer gerçekleşmiş olsaydı, Gazze’ye giden ilk futbol takımı olacaklardı. Vazgeçmediler, şimdilik ertelediler sadece… Batı Şeria’da Filistin Milli Takımı ile maça çıktılar. İşte hikâyenin başında karşılaştığımız yaşlı amca da o maçı seyrediyordu. Stat ağzına kadar doluydu. Hoparlörlerden İspanyolca ve Arapça anonslar yapılıyordu. Önce Palestino’nun meşhur marşı “Himno de Club Deportivo Palestino” çalındı. Ardından Filistin Marşı geldi. Gözlerde yaş, ellerde kırmızı, beyaz, yeşil renkli bayraklar vardı ve tek bir tezahürat yankılanıyordu: “FİLİSTİN, FİLİSTİN, FİLİSTİN!” Filistin Milli Takımı’nın ardından bir de Filistinli Yıldızlar Karması ile oynadılar.
- İki maçın skorunu da kimse önemsemedi. Yendiler ya da yenildiler ne fark eder ki? Güneş o gün Filistin’de doğup Santiago’da batmıştı.
Maç bitince bizim yaşlı amca bir süre yerinden kalkamadı. Ellerini çenesinden çekti, gözyaşlarını sildi. Genç gazeteci maç boyunca yanındaydı.
Neden ağladığını sordu. Yaşlı amca, “Oğlum futbolu çok severdi, keşke burada olsaydı, o da bu anları yaşasaydı…” dedi. “Öldü mü?” diye çekinerek sordu gazeteci genç. Yaşlı amca sadece, “Bilmiyorum… Allah biliyor…” diyebildi.