Sezai Karakoç ile görüştükten sonra mutluluk mozaiğim de tamamlanmış oldu
Cağaloğlu'nda rastlamış olduğum en mütevazı binalardan biri olan Derin Han'ın ilk katında bulunan o daracık mekânda, dünyanın en geniş gülümseyişiyle baş başaydım. Sadece boyu ve yaşıyla benden küçük Sezai Karakoç karşımdaydı. Manevi varlığımızın geçmişini bugünlerimizden çok yarınlarımıza taşımakla Yaradan tarafından görevlendirilmiş, gültahta kılıcını kuşanmış çağdaş bir Sarı Saltuk misali bu alperen ile tanışma fırsatı buluyorum.
07-10 Mart 2012 Uluslararası İstanbulensis Şiir Festivali sırasında, Üsküplü barış çiçeği ressamı Jivko Popovski'den sonra, ikinci manevi kardeşime de kavuştum. Bu, Ganalı şair Kofi Anyidoho. Festival sona erince, Sultanbeyli Belediyesi'ndeki olağanüstü konuksever ev sahiplerimin: "Herhangi bir isteğinizi en büyük memnunlukla karşılamaya hazırız" lütüfkâr sözleriyle karşılaştım. Fazla düşünmeden: "Herkesle barışık olunca, manevi zenginlik mozaiğim tamam. Mutluluk mozaiğimin yegâne boş kalan inci taşı Sezai Karakoç ile görüşme arzum var." dedim. 1982 yılında, İngiliz bilim adamı Brian Mathew tarafından yeni bir çiğdem çeşidi olarak dünyaya tanıtılan ve yetiştiği şehir İstanbul olduğundan "İstanbulensis" adını taşıyan bu bitkinin adını alan uluslararası şiir şöleninden ayrılma anında: "Bana Sezai Karakoç'la randevu sağlayacak kişi manevi kızım ya da oğlum olur." deyip Sultanbeyli By Oteli'nden ayrıldım. Bir hafta da İstanbul, Beylerbey'inde, kızım Bilge ile damadım Nurullahlarda kalmayı düşündüm.
Sezai Karakoç'la randevu ihtimali aklımın ucunda bile yoktu. Ansızın, 16 Mart sabahı, Sultanbeyli'de şiir şölenine katılan her konukla en büyük bir titizlik ve dikkat ile ilgilenmiş olan Zeynep Hanım bana mutluluk mozaiğimin son boş kalan inci taşına da ulaşma yolunu bulmuştu. Cağaloğlu'nda rastlamış olduğum en mütevazı binalardan biri olan Derin Han'ın ilk katında bulunan o daracık mekânda, dünyanın en geniş gülümseyişiyle baş başaydım. Sadece boyu ve yaşıyla benden küçük Sezai Karakoç karşımdaydı. Manevi varlığımızın geçmişini bugünlerimizden çok yarınlarımıza taşımakla Yaradan tarafından görevlendirilmiş, gültahta kılıcını kuşanmış çağdaş bir Sarı Saltuk misali bu alperen ile tanışma fırsatı buluyorum. 1933 doğumlu olduğunu anlayınca: "Anlaşılan ağabeyiniz oluyorum" ile aramızdaki görünmez, ancak olası buzların bir anda eridiğini hissediyorum. Meğer 40 yıldan sonra, Üsküp'te, bizce gömülen Sesler dergisi, hayatta dimdik duran en büyük şairimiz Sezai kardeşin körpe hafızasında hâlâ capcanlı yaşıyordu.
Mutluluğum gittikçe artıyordu. Birbirimizi 40 yıldan beri tanırcasına sohbet ırmağının akışındaydık artık. Konuşmamızı izlemekte olan delikanlıların ikram ettikleri çaylar ile nefis baklavalar, maneviyatla alevlendirdiğimiz konuşmamızı sakinleştirmeyi başarıyordu. Derken, ziyaretimin esas konusuna geçiyorum. Karakoç'un Âyinler'ini Makedoncaya kazandırma arzumu bildiriyorum. Delikanlılardan biri hemen küçücük Ayinler/Çeşmeler kitabını bulup Üstad'a sunuyor. Gözlerimi Sezai Karakoç'un "...Kardeşimize" sözcüğünde dikili kalıyor. "Üçüncü manevi kardeşime de kavuşuyorum" tümcesini mutluluk mozaiğime ilave ediyorum. Ayinler'in hiçbir dile çevrilmediğine şaşmışken, Türkiye'de de üzerinde herhangi bir değerlendirmenin yapılmadığını anlıyorum. Oysa mütevazı fikrime göre Ayinler, Melih Cevdet Anday'ın Kolları Bağlı Odysseustan estetik açıdan olduğu gibi, eski Yunan mitolojisi yerine, bizim mitolojimizden beslenmiş olup aynı zamanda dünyanın zirvede sayılan şiir bütünlükleriyle erkekçe yarışabilecek nitelikteydi.
Melih Cevdet Anday sözü edilen kendi eseri hakkında Pablo Neruda'nın övgüsünden, giderek Nobel'e layık olduğundan söz etmişken, kendilerine: ‘Kolları bağlı Odysseus' yerine ‘Kolları bağlı Ferhat' olsaydı acaba Neruda aynı övgüden yana olacak mıydı?!" diye soruyorum. Dolayısıyla Aylaklar romanının da sırf başlığı yüzünden Bulgarcaya çevrildiği fikrimi bildiriyorum. Buna rağmen, Melih Cevdet Anday vefatından önce Sözcükler adı altında yayımlanan bütün şiirlerini bana "Ozan İlhami Emin Dostuma sevgiyle" şeklinde ithaf ederek gönderdiler. Birbirini sayan şairler arasındaki diyalog bundan ibaret olmalıdır zaten.
Kendi kendime yeni soru soruyorum: "Acaba Sultanbeyli'de tanıdığım değerli dost Recep Galip de neden Herkes İçindeki Dünya Kadardır'ında Ayinler'den söz etmiyor?!" diye özümle tartışıyorum: "Ey inatçı Yörük, senden gayri kimsenin yükseltmediği 'Ayinler'i mi buldun Makedoncaya çevirmeye?!" Nadir Eraslan, çağdaş Türk şiirinin baş tacı saydığım şaire "Çağdaş Derviş Sezai Karakoç" demiş. Ben, Şeyh Galip sevgimden hareketle "Çağdaş Türk Şiirinin Şeyh Sezai'si" diyorum. (Sırplar da, Türk dostluğuyla tanıdığım büyük şair Duşan Matiç'i "Sırp şiirinin patriği" sayıyor!). Üsküp'ten yegâne manevi dostla gidip üç manevi dost ve bir manevi kızımla döndüğümü duyan sanat tarihçisi oğlum Rifat: "Osmanlı'nın hâkim olduğu üç kıtadan birer manevi kardeş, çok hoş." dedi.
İlginç bir tevafuk!
Üstad kardeş Sezai Karakoç'un ütopyavari bir fikrini aktarmayı uygun buluyorum: "Milletim! Birkaç kez çağ açmıştın. Yine açabilirsin!" Hem de tarih sahnesinde olduğu gibi, bunu şiir göğünde de yapabilirsin, diye de öz fikrimi ekliyorum. Ezbere bildiğim sadece iki şairin birer mısrası var: "Onlar ürkmez, dev dalgalı ölüm denizi onlardan ürker" (Kab bin Zuheyr) ile "Zulüm bir hayat tarzıdır artık insana mahsus" (Sezai Karakoç).
- *Bu yazı, Üsküplü ünlü Türk şairi İlhami Emin'in 16 Mart 2012 tarihinde İstanbul'da; Cağaloğlu Derin Han'daki Diriliş dergisi yazıhanesinde büyük şair ve mütefekkir Sezai Karakoç'u ziyaret ettikten sonra yazdığı yazıdır. Aynı sayfada İlhami Emin'in Sezai Karakoç'la çekilmiş bir hatıra fotoğrafı da vardır. Balkan coğrafyasındaki çağdaş Türk edebiyatının önemli temsilcilerinden olan şair İlhami Emin, 28 Nisan 2020 tarihinde Üsküp'te vefat etti. Ş. A.