Şeyh Galip, bunlar mağlûp

İsmail Kılıçarslan, Yusuf Genç, Eray Sarıçam, Samed Karataş, Rıdvan Tulum.
İsmail Kılıçarslan, Yusuf Genç, Eray Sarıçam, Samed Karataş, Rıdvan Tulum.

Yusuf: Nazım Hikmet'in Mayakovski'e sorduğu bir soru var biliyorsun. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük şairi kim diye soruyor Mayakovski'e. O da diyor ki; Şeyh Galip'tir. İsmail: Abi asıl mesele ne biliyor musun Şeyh Galip bunlar mağlup. Bunlar bir mağlup olmuşlar bir daha yenilgiyi bünyeden çıkaramamışlar inanılmaz bir şey ya.

Yusuf: Evet, besmele çekerek başlamamız gerekir her zaman olduğu gibi.

İsmail: O zaman ben ayn çatlatarak çekeyim mi? Ayn çatlatan da kalmadı gerçi...

Yusuf: Kaldı kaldı, İmam Hatip'lerde çocuklarımız bunları öğreniyorlar.

İsmail: Ama çocuklarınızı İmam Hatip liselerine göndermeyin dedi memleketin önemli kanaat önderlerinden biri.

Yusuf: Hangi müptezel söyledi bunu?

İsmail: Memleketin önemli kanaat önderlerinden biri. Bırakalım da İmam Hatip lisesine gitmesin çocuklarımız, onun tezgâhından geçsinler. Mat bakışlı, gerçek hayatta ne olup bittiğini hiçbir şekilde anlamayan ve kendi korunaklı kalesini dünyanın tamamı zanneden adamlar yetişsin. Çocuklar yetişsin. Kadınlar yetişsin istiyor.

Yusuf: Öfkelisin.

İsmail: Değilim.

Yusuf: O yüzden bu masanda duran minik samuray kılıcını aldım, uzaklaştırdım senden. Öfkelisin ama haklısın.

İsmail: Samuray kılıcının fotoğrafını koysanıza.

Yusuf: "Dünyayı ne kurtarır" ya da "dünyayı kurtaracak işler nelerdir" sorusuyla başlayalım. Asım Cüneyt Köksal ve Murat Kaya Hocalar beraber epey uzun zamandır çalışma yaptıkları yazma eserlere bir eser daha eklediler. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın büyük tefsirinin ilmî neşri için çalışıyorlardı. Onun ilk cildi yayınlandı. Çok sıcak çok taze bir haber olarak. Yayınlandığı gün de -Allah kendilerinden razı olsun Yazma Eserler Kurumu'na- pat diye pdfini internete koydular.

İsmail: Elhamdülillah.

Yusuf: Türkiye'yi kurtaracak hamleler, dünyayı kurtaracak hamleler.

İsmail: Bu indirilebilir pdf mi?

Yusuf: Tabii ki.

İsmail: Bana da gönderir misiniz onu?

Yusuf: Tabii ki hemen.

İsmail: Cep telefonunda açıp okuyabiliyoruz yani. Dünyayı "çocuklarınızı İmam Hatip liselerine göndermeyin" diyen insanlar kurtarmayacak. Gerçi yazma eserler de Tevrat bastı yani. Affedilebilir suç değil. Affedilebilir suçlar listesinde değil yani. Tevrat bastı. Tevrat'ı belki başka biri göndermiştir.

Yusuf: Tabii bu da başka tartışmaya yol açar. Dönüp dolaşıp aynı yeri konuşuyoruz hep...

İsmail: Muharref olduğuna şüphe yok.

Samed: Rıdvan kalkmak istiyor şu an.

İsmail: Sebep?

Samed: Sıkıldı, muharref ne demek falan diye düşünüyor.

İsmail: Rıdvan, vitir neydi vitir?

Rıdvan: Vitir emekti abi. Üç rekât.

İsmail: Hakikaten emekti. On rekâtın ardından o yorgunlukla.

Rıdvan: Onu bekletebiliyorsun galiba, konuyu da tam bilmemekle beraber.

İsmail: Ya konuyu tam bilmemekle beraber ne. Tam bu yani. Bekletebilirsin.

Yusuf: Dönüp dolaşıp aynı yerde bir şekilde cümlelerin dönmesi hakikaten yorucu bu arada. Bunu çünkü daha önce konuştuk. Ondan önce de konuştuk ve ondan daha önce de konuştuk. Sürekli bunu konuşuyoruz aslında.

İsmail: Tartışma bitmiyor. Adam diyor ki "Ehli Sünnetin distribütörü benim, benden başka hiçbir Ehli Sünnet tanımam, imam hatip liselerinde verilen eğitim de Ehli Sünnete uygun değil, orada sapık hocalar var." diyor. Bu neye benziyor biliyor musun abi? Okyanusun bir kısmı kirli diye bu okyanuslar çok kötü demeye benziyor. Dünyamızın dörtte üçü su, bu suyun da bir kısmı kirli, su işe yaramaz demek gibi. Yani "Hadis düşmanı hocalar var, düz liseye gönderin çocuklarınızı diyor adam. Korkunç bir şey ya.

Yusuf: Maalesef bu böyle abi ama boşver bunu güzel bir şeyden gidelim. Geçen cumaydı zannediyorum, hiç beklemediğim yani, bu kadar yüksek derecede beklemediğim bir fotoğrafla karşılaştım. Çok güzel bir şeye şahitlik etti Ofis Tarda'nın altındaki Otis Tarda. Bir mezat organize ettin Yetim Vakfı'na. Neydi o?

İsmail: Aslında olup olmayacağını benim de bilmediğim bir şeydi. Yetim Vakfı malûm 2017'den beri yetimler için uğraşıyor, 3.500 yetimi var dünyada. Artık bizim mezatımız sayesinde 3510, elhamdülillah. Bir mezat yapalım istedik bu mezatta kitap satalım tesbih satalım ve bunların gelirinin tamamı yetimlere gitsin istedik. Dolayısıyla mezata ürün verenler insanlar bağışçı oldular ve bu bağışlar, mezatı çıkarttı. İnsanlar standart mezatlarda olduğu gibi pey verdiler, ürün aldılar. Bu ürünlerden de ciddi bir gelir elde edildi 20 bin liraya yakın bir gelir elde edildi. O yirmi bin lira da dünyanın farklı yerlerinde 10 farklı çocuğun bir yıllık bakımının üstlenilmesiyle sonuçlandı. Yani bu yirmi bin lira o işe yaradı. Şimdi biz bunu bir on beş günde bir tekrarlayalım istiyoruz. İnsanlardan bağışlar da gelmeye başladı. Şurada bir hazine sandığımız var, orada iki poşet kitap var, orada hat levhaları var, falan derken muazzam bir dayanışmaya dönüştü mesele. İşte o yetimlerin bize bir dua etmeleri bizi kurtaracak, dünyayı kurtaracak olan şey. Dünyayı, bu dünyayı kurtardığını zanneden adamlar değil de yetimlerin duası kurtaracak belki de.

Yusuf: Uzaktan bakınca gördüğüm bir başka güzellik de şu oldu, şimdi hepimiz bu dünyaya gönderildik ve buradan geçiyoruz. Mesleklerimiz, meşreplerimiz, tavırlarımız, durumlarımız ve yollarımız var kendimizce. Ama ortak eşlik etmemiz gereken bir nakarat da var hepimiz için. "Yetim" mesela, bu büyük nakaratlardan biri. Herkes dönüp bakmalı. Ben uzaktan müzayedeyi gördüğüm zaman; entelektüel çevre bir araya gelmiş, kitaplar var, çok güzel hat levhaları var, resimler var diye bakıyorum. Bir entelektüel uğraş ve çabayla kendi meşrebince yetimleri desteklemiş oluyorsun. Bir iş adamının doğrudan parasını çıkarması gibi sen doğrudan yolundan mesleğinden meşrebinden aynı şekilde çıkarıyorsun bunu. O da çok tatlı bir fotoğraf olarak bu müzayededen benim için geride kalan şeylerden biri oldu.

İsmail: Şöyle bakmak lazım meseleye, hadi ben de genişleteyim biraz. Ben geçenlerde bir yazı yazdım. Mesela Tuzla Belediye Başkanı Şadi Yazıcı bir YouTube kanalı açmış çocuklara. Bir bilim adamı olduğu için bilimin bazı meselelerini anlatıyor sıfır artistlikle, sıfır empatiyle, sıfır sempatiyle, yani şirinlik yapmıyor demeye çalışıyorum. Şirinlik yapmadan çocuklara bildiğini anlatıyor. Ben bunu "öven" bir yazı yazdım yazının sonunda da şöyle bir şey dedim: "Ya siz de bir ne yapmalıyız sorusuna böyle cevap bulmalısınız." Ama Şadi Yazıcı'nın ilmi görgüsü, bilgisi, YouTube kanalına dönüşmüş orada. Siz Şadi Yazıcı'yı taklit ederek bir şey yaparsanız ama sizinki başka bir şey olur. Siz de kendi karakterinize göre, bilginize göre bir şey yapmalısınız. Bizimkisi biraz böyle bir şey. Biz ne yapalım reis bizim elimizden bu geldi.

Yusuf: Yani tabii... Bu nerede duruyorsan oradan başla, nasıl yapıyorsan öyle yap'ın örneği oldu. En çok hoşuma giden bu oldu. Tabii oradan hasıl olan sevap...

İsmail: O bambaşka bir şey ya onlarca insan. Bir şey almayıp izleyene bile sevap.

Yusuf: Eyvallah. Onun gerçekliği ortaya çıkan somut rakamdan ve işin tüm gerçekliğinden daha gerçek, bunu da söylemek lazım.

İsmail: Tabii tartışmasız. Tezgâhta ne var Rıdvan Efendi?

Rıdvan: Abi ben yeni okumaya başladım tekrar.

İsmail: Ne okuyorsun?

Rıdvan: Orhan Pamuk okuyorum. Son kitabını. Kötü.

İsmail: Orhan Pamuk iyi yazar olmaktan, kötü proje olmaya terfi etti edeli yazdıkları çok kolay okunmuyor. İyi yazar olmaktan kötü proje olmaya terfi etmemek lazım. Elif Şafak mesela öyle. Elif Şafak kötü proje olarak başladı hayatına.

Rıdvan: Proje olarak başladı, kötü projeye doğru gitti.

Yusuf: Şöyle şimdi İngiliz edebiyatı ve İngiliz yazını hakkında konuşmak bize düşmez. Orhan Pamuk'un romanını niye kötü bulduğuna dair bize bir şey söylesin Rıdvan.

Rıdvan: Çamur atmıyorum ya. Kar romanına hayran biri olarak konuşuyorum. Orhan Pamuk büyük yazardır kabullenirim bunu da hem tarih kurmayı becerememiş hem de bu kadar taraflı bir anlatı yapmıyordu. Osmanlı'yı ve Müslümanları eleştirmek için yola çıktığı çok belli, bunu metin içine yayarak yapabilecek zekâya da sahip bir adam ama yaymayı da tercih etmemiş.

İsmail: Ya bir de üstüne Nobel de aldın daha ne?

Yusuf: Başka ödül var mı?

İsmail: Başka yok yani kötülenince ne olacak onu anlamıyorum.

Rıdvan: Elif Şafak alamıyor mesela onca şeye rağmen.

İsmail: Ya Elif şafak daha ne yapsın ya. Biseksüelim falan dedi ona rağmen vermiyorlar. O kadar mı kötüsün yani?

Eray: Elif Şafak'ın yeni kitabı çıkacağı için, İngilizcesi yayınlanmış, bir haber metninde "British-Turkish yazar" diye bahsediyor.

Yusuf: Biri de Twitter'da altına yazmış "bu vesileyle bunu İngilizlere iteklesek de kurtulsak". Çok güzel olurdu doğrusu.

İsmail: Parası neyse aramızda toplasak. Kaç para ulan bir Nobel ödülü?

Yusuf: Frank mı veriyorlar Dolar mı?

Eray: İsviçre olduğu için belki Franktır.

Rıdvan: Dolar da olabilir.

İsmail: Frank da az para değil beyler.

Samed: Euro'yla eşit diye biliyorum.

İsmail: Euro'dan biraz yüksek olabilir. Düşün ki ne kadar fakiriz.

Yusuf: En azından burada Nobel hayali kuran kimse yok, bunu anlamış olduk.

Eray: Abi zamanında Yumuşak G dergisi vardı ya Aykut abiler çıkarırdı. Orada bir soruşturma vardı Nobel Ödülünü alsanız naparsınız diye. Bu bizim abiler de geyik yapmışlar tabii "insan içine çıkamam utancımdan" falan demişler. Kimse hayal kurmayınca aklıma o geldi.

Rıdvan: Hocam o parayı alan herkes insan içine çıkar.

Samed: İsmet Özel veriyorsa alalım.

İsmail: İsmet Bey'e Nobel verilse alır mı acaba?

Rıdvan: Şili Nobel'ini aldı galiba.

İsmail: O başka bir şey.

Yusuf: Ödüllerin tamamında politik bir arka plan var mı?

Rıdvan: Yok aslında.

Yusuf: Tamamında yok Nobel'de var. Büyük olduğu için mi şöhretli olduğu için mi?

İsmail: Ya ne bileyim, ödül alan ödün verir diyeni ödül alırken görmüşler. Dünya böyle bir yer.

Yusuf: Ya ödül küçük olduğu için mesela Pütürge Belediyesi ödül veriyor, onu da klişe olduğu için kullandım.

Rıdvan: Özür dile abi Pütürgelilerden.

Samed: Kayısı da iyi ödül şimdi.

Yusuf: Şimdi mesela ödül mekanizması işlettin diyelim... İlla ödülü veren herkes için değil ama ödülü veren heyetin içinde bir iki kişinin küçük hesabı vardır. O hesap küçük olduğu için tehlikeli değil yani. Oradaki hesap çok daha büyük.

Rıdvan: Ama tamamıyla siyasi olarak değil herhâlde ya.

Eray: Şilililer de demokratik abi ama. Hem İsmet Özel'e hem Hilmi Yavuz'a ödül verdiler.

İsmail: Şaka mı bu?

Eray: Ödül verdiler Hilmi Yavuz'a.

İsmail: Türk şiirinden hiç mi anlamıyorsun ya? Hilmi Yavuz'a ver sonrasında Haydar Ergülen'e ver anlarım.

"YAŞAYAN EN BÜYÜK TÜRK ŞAİRİ"

Rıdvan: Hilmi Yavuz yaşayan en büyük Türk şairi değil mi abi? Onla ilgili yüz kişilik bir heyet toplandı ve buna karar vermediler mi?

İsmail: Heyet mi belirliyor bunu?

Rıdvan: Tabii bir gazetede yaptılar yaşayan en büyük Türk şairi diye.

İsmail: Kimler vardı heyette?

Rıdvan: Abi yanlış olmasın tam hatırlayamıyorum şimdi.

İsmail: Mesela manavlardan marangozlardan kasaplardan herhangi birinin olması gerek ki daha sağlıklı bir sonuç çıksın.

Samed: San Marino futbol takımı gibi.

İsmail: O neymiş ya.

Yusuf: Ama şöyle iyi bir tarafı var Hilmi Yavuz yaşıyormuş onu öğreniyoruz buradan.

Rıdvan: Bir haber kaynağı olarak hayatta olduğunu öğreniyoruz.

İsmail: Ve yaşayan en büyük Türk şairiymiş.

Rıdvan: Kesinlikle.

Yusuf: "Hayatını yaşıyor" anlamında belki bir kasıt vardır.

İsmail: Tuhaf. İsmet Bey öldü mü?

Rıdvan: Allah uzun ömür versin.

İsmail: Sezai Karakoç? Cahit Koytak da hayatta.

Rıdvan: Evet onlar da hayatta ama onlara göre hayatta değil tabii.

İsmail: Şükrü Erbaş'ı seçseler garipsemem mesela anladın mı? Bu neymiş ya.

Rıdvan: Evet abi Notos da benzer bir dosya yaptı sen hatırlarsın mesela İsmet Bey'i görmediler dosyada. Cahit Zarifoğlu yok. Baki Ayhan T., Mayakovski'nin Fuzuli'den çok büyük şair olduğunu iddia etti.

Samed: Ya abi merhametle yaklaşmak lazım ben böyle düşünüyorum ya.

İsmail: Kime?

Samed: Bu insanlara. Herkes bir yerde rahatlıyor ya rahatlamışlar takılsınlar ya. Valla yani garibanlık çünkü bu. Bunu yapmasa yaşayamayacak adam.

Yusuf: Akıl baliğ olmayan birini böyle eleştirmemeliyiz diyorsun yani.

Samed: Yani evet.

İsmail: Abi akıl baliğ olmamakla ilgisi yok. Dünyanın en kara gavuru olsan Türk şiirinden bahsediyorken Cahit Zarifoğlu'ndan Sezai Karakoç'tan İsmet Özel'den bahsetmek zorundasın.

Eray: Bu sistematik bir şey ama.

İsmail: Bak hacı bu sistematik bir şey falan değil. Meşrebini anlarım, meşrebin gerektirir Hüseyin Atlansoy burada dururken başka birini seçersin. Cahit Koytak şurada dururken başka birini seçersin. Osman Konuk şurada dururken başka birini seçersin. Öbürü mesleki zorunluluk. Yoksa kimsin ulan?

Yusuf: Vicdanın namusun varsa...

İsmail: Mesleki zorunluluk abi ahlâkın vicdanın varsa. Vicdanın namusun da olmasa bu saati İsviçreliler buldu ya. Ahlâkın vicdanın namusun olmasa da bu saati İsviçreliler buldu birader. Ahlâklı namuslu vicdanlı olmana da gerek yok. Şairim diyorsan Türk şiirini İsmet Özel'den Sezai Karakoç'tan Mehmet Akif'ten bağımsız olarak konuşamazsın. Kara gavur olsan konuşamazsın.

Yusuf: Adam belki Rus'tur. Mayakovski'ydi değil mi Fuzuli'den büyük olan?

Rıdvan: Mayakovski.

Yusuf: Nazım Hikmet'in Mayakovski'e sorduğu bir soru var biliyorsun. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük şairi kim diye soruyor Mayakovski'e. O da diyor ki; Şeyh Galip'tir.

İsmail: Abi asıl mesele ne biliyor musun Şeyh Galip bunlar mağlup. Bunlar bir mağlup olmuşlar bir daha yenilgiyi bünyeden çıkaramamışlar inanılmaz bir şey ya. Notos dikkate aldığım için değil ha ben bunu yazımda da söyledim sen kim köpeksin ki ben seni dikkate alayım, ama kardeşim bu kadar da böyle Cem Yılmaz'dan daha kötü bir şakaya dönüşmenin de lüzumu yok ki. Müjdat Gezen misin sen bu nedir abi ancak Müjdat Gezen bu kadar kötü bir şakaya dönüşebilir.

Rıdvan: Hilmi Yavuz'u seçen listede Müjdat Gezen de vardı yanlış hatırlamıyorsam.

İsmail: Şair olarak mı?

Rıdvan: Jüri olarak...

İsmail: Komik olarak...

Samed: Abi şey vardı ya Eren Safi, Cem Yılmaz'ın tweetini almış şey yazmış "Türkçe sana ne yaptı" onun gibi.

İsmail: Şiir size ne yaptı asıl. Şiir bu kadar araçsallaştırmanın ne lüzumu var? Biz yüzyılın yüz şiiri dosyamızda kimi dışarıda bıraktık Allah aşkına?

Rıdvan: Kimseyi bırakmadık ya. Lale Müldür de vardı orada Ahmet Güntan da vardı.

İsmail: Kemalettin Kamu vardı oğlum. İdeolojik olarak kendime en uzak hissettiğim adam Kemalettin Kamu'dur. Türk şiirinde. Ama Türk şiirine dahil bir adam, o da namus meselesi. Kendimi en uzak hissettiğim adam ama listemizde vardı neden çünkü kendimize güldürmek istemedik. Gülerler hacı abi. Gülerler. Bir daha söylüyorum onlar kim ki bizim hakkımızdaki hükümlerini dikkate alalım. O bağlamda sakın ha eziklik falan öyle bir şey yok. Şey diyorlar ya kadın örgütleri nerede? Sen kurmadın diye. Sen kuracaktın o kadın örgütlerini. Diyor ki mesela "İstanbul Büyükşehir Belediyesi hayvan katlediyor hayvan dernekleri nerede?" sana bakmakla meşguller ulan hayvan. Neredesin ulan sen neredesin? Soru bu. Sen neredesin sen? Hayvan hakları dernekleri nerede sen neredesin hayvanlar katledilirken sen dünyanın neresindesin? Bu soruyu sorana kadar. Ezik yani anladın mı? Kelimenin gerçek manasıyla ezik bir tavır. Oturacağız gavurdan merhamet dileneceğiz öyle mi? Vallahi yüzümüze tükürürler geçmiş büyüklerimiz. Gavurdan merhamet dilenilir mi gavura ancak kılıç çekilir. Bir manşet daha verdim sanırım sana.

Samed: Masanda da samuray kılıcın duruyor abi. Emin misin?

İsmail: Eminim. Samed bey suskun.

Yusuf: Samed çok politik ve dengeleri gözeten bir adama dönüşmüş.

Samed: Abi ev kiralayacağım için çok şey yapmamaya çalışıyorum.

Rıdvan: Bu ne ara persona inşa etmeyi öğrendi ya?

İsmail: Samed Bey yoksulluk hakkında bize ne dersin?

Samed: Yoksulluk bizim arada sırada görüştüğümüz hepimizin uzaktan akrabası gibi hep var yani. Hiç ölmüyor. Ölüyor ve yeni bir nesil için yeni bir yoksulluk biçimi geliyor. Yeni bir formda.

İsmail: Senede bir tatile gidiyorsun ya daha ne?

Samed: Aynen senede bir tatile gitmek, gerçi ben bu sene tatile de gitmedim, bizi yoksulluğun dışına atıyor mu?

İsmail: O da ayrı bir tartışma konusu bir de "Ya ne var kardeşim eskiden de bu böyleydi" var o da ayrı bir tartışma konusu. Yoksulluğun tanımı değişti birader biz ne yapalım? Eskiden örme kazaklar vardı giyiyorduk ama şimdi yoksulluğun tarifi değişti. Dünya böyle. Senin keyfine göre yoksulluğun tanımını mı değiştirelim?

Yusuf: Örme kazaklar çok iyiydi bu arada ya. Çok değerli bir şey yani.

Samed: Şu an da var abi de pahalı.

Yusuf: Çocukluğumda makine üretimi kazak alınmazdı annem örerdi hâliyle ve içten içe bir utanma meselesiydi, doğru bir ifade mi bilmiyorum ama, keşke benim de triko kazağım olsa diye düşünürdüm.

Eray: Ben ortaokuldayken örme kazakla okula gitmiştim birisi benle dalga geçmişti "Onu annen mi ördü ya" demişti. Orada ben çok utanmıştım.

Yusuf: Yani bu nostaljik bir şey tabii, hani herkes yaşamıştır ama çok enteresan da bir şey, çocuk aklınla annenin ördüğü kazağın daha düşük olduğunu, fabrika ürününün daha yüksek olduğunu, senin çocuk aklına bile öğreten bu dehşetli çarkın açılıp konuşulması lazım. Sana bunu söyleyen çocuk mesela nereden ediniyorsun bu bilgiyi?

İsmail: Sistemin kendisi. Neyin düşük neyin yüksek olduğunu sana kapitalizm öğretiyor. Şimdi diyecek ki okurlarımız yine mi suçu kapitalizme attın abi. Kapitalizmden başka suç atacak bir şey yok elimizde. Dünyayı bu içinden çıkılmaz, akıl almaz yer hâline getiren şey bu. "Bolu Walisi" Mültecilere nizamat verdi ya, diyor ki "Öğrenecekler bizim gibi yaşamayı." Sen kimsin ya. Sen kimsin, ben kimim, biz kimiz ki insanlara nasıl yaşayacaklarını deklare ediyoruz? Kapitalizm de aynısını yapıyor bize.

Samed: Ama şimdi daha kıymetli bir şey oldu sanki yani el yapımı olan bir şeyin daha kıymetli olduğunu herkes biliyor.

İsmail: Kapitalizmin de formülü bu zaten.

Samed: Tabii tabii yani el yapımı olan bir şey kesinlikle daha pahalı. Tam tersine döndü.

Eray: Ama yine o el yapımı ürünü Instagram üzerinden satıyorsun.

Samed: Ama anneyi hatırladık yine öyle bir şey var. Kapitalizm bize anneyi hatırlattı.

İsmail: Dünya içinden çıkılamaz bir sarmala dönüştü bana sorarsanız ve hepimiz savruluyoruz. Bugün "yetimdim hayatım kendime bir baba aramakla geçti" yazımı tekrar paylaşmışlardı orada şöyle bir şey var; "Youtube büyütüyor bizim çocuklarımızı artık." Bu garipsememiz gereken bir şey değil niye garipseyelim? Galiba o büyük sistemin asıl ustalığı hayata karşı direncimizi kırmak.

Samed: Ama youtube burada babanın yerini değil de başka bir şeyin yerini aldı sanki. Atıyorum yirmi sene önce büyüyen çocuk da babasıyla çok alâkalı değildi. Baba yine olmazdı gibi. Babaanneyle dedenin yerine geldi sanki youtube.

İsmail: Babanın gölgesinden korkardık şimdi hiçbir şeyinden korkmuyoruz. Annelik pozisyonu bir tuhaf pozisyon, babalık pozisyonu bir tuhaf pozisyon. Bunu nostaljik olarak söylemiyorum hani eskiden ne kadar güzeldi diye. Direncimizi kaybettik.

Yusuf: Direncimizi kaybediyoruz değil de her seferinde hazırlıksız yakalanıyoruz gibi. Yeni bir çağ var artık. Baba o baba değil, çocuk o çocuk değil, dünya o dünya değil. Sen artık o yeni çağa yetişebilecek misin? Biz her seferinde sanki hikâyeden geri kalıyoruz ve hazırlıksız yakalanıyoruz. Üretim yapamıyoruz. Bu da o araçların senin dünyandan doğmuş olmaması. Başka bir dünyadan...

Samed: Adaptasyon sürecinin olmaması insanın aceleciliğiyle ilgili sanki. Bu yüzden hızlı adaptasyonu sağlayamıyoruz. Yeni bir şey çıkınca hemen saldırıyoruz ama o saldırma bize daha yavaş bir şeye mâl oluyor.

Yusuf: Doğru ama araç üretimi altyapı kurulumu arasındaki ilişkiyi düşün bu kendiliğinden ve doğal gelişiyor ya tüm dünyada. Yani sen araca ihtiyaç duydun, araç üretimi yaptın, dolayısıyla çok somut bir gerçeklikle alt yapı inşa ediyorsun falan. Sen şimdi bu süreçlerin tamamının dışındayken önüne bir araç çıkıyor hemen alıyorsun ama altyapın yok. O yüzden trafikle uğraşıyorsun. Ama geç kalıyoruz her seferinde.

Samed: Sanki bu olağanmış gibi de.

Yusuf: Olağan. Burada belki başa döneriz. "Çocuklarınızı imam hatip liselerine göndermeyin" diyen dayı, neden hazırlıksız yakalanmamıza dair bir şey söylemiyor da sürekli mevcut olanı tokatlamakla meşgul?

Samed: En garibi de şey abi işte bu dedelerden hocalardan gördüğümüz kıyafetle ilgili hadisler var ya şöyle olacak falan diye ulan bir bakıyorsun öyle zaten kıyamet alametinin kendisi ben olmuşum garip geliyor insana.

Eray: O zaman şey vardı işte büyük büyük binalar dikilecek falan.

Samed: Anlatılan şey bizmişiz.

Yusuf: Ama şu da var, "Kıyameti ne zaman bekleyelim Allah'ın Resulü?" diye sordukları zaman "Emanet ehline verilmediği zaman bekleyin" diyor. Biz böyle bir dünyadayız aslında, Resulü Ekrem'den sonra bütün renkler aynı.

İsmail: Ya elbette ama işte tonlarını konuşuyoruz ya abi renklerin. "KUŞ ÖLÜR..."

İsmail: Dize tamamlayalım ve öyle bitirelim: Alternatif tamamlamalar istiyorum. "Kuş ölür..." Yusuf?

Yusuf: Çünkü kalbi küçüktür.

İsmail: Rıdvan?

Rıdvan: Çünkü böylesi daha kolay.

Samed: Sen yine de kuşu hatırla.

Eray: Benim şairliğim buraya kadarmış.

Rıdvan: Sen İsmail abi?

İsmail: Kuş ölür ve bir çift kanat bırakır gökyüzüne.