Sevgi de yetmiyormuş çok eskiden rastlaşacaktık
Sabiha ile Halil’in hikâyesi taşradaki bir pavyondan Beyoğlu’nun arka sokaklarına kadar her köşe başında tekrar edebilme imkânını içinde barındıracak kadar gerçektir. Âşıkların birbirine kavuşması değil de ayrı düşmeleri, ömründe bir kere de olsa kırık bir aşk hikâyesini tecrübe etmiş her insanı kendine çekecektir şüphesiz.
Tabakam senin yadigârın;
“İki elin kanda olsa gel” diyor
Telgrafın;
Nasıl unuturum seni ben,
Vesikalı yârim? 2
Kendinden sonra gelen her filmin ona benzemeye çalıştığı ve ona benzediği ölçüde gönüllerde karşılık bulduğu, yönetmeninin bile neden bu kadar sevildiğini anlamlandıramadığı, pek çoğumuzun aşka dair hatırladığı ilk film.
Yeşilçam’ın melodram formüllerine hem sadık kalıp hem de klasik hâline gelmeyi başarmış nadir eserlerdendir Lütfi Ömer Akad’ın Vesikalı Yarim’i. Hikâyenin sırrı esasında ismiyle müsemmadır. Vesikalı; tescillenmiş hayat kadınıdır, şuhtur, hafif meşreptir. Yâr ise tam tersi; dosttur, tanıdıktır, sevgilidir. Vesikalı Yarim de bu arada kalmışlığın, ters düşmüşlüğün filmidir. Sabiha da Halil de bu tezatlığın başından beri farkındadırlar fakat şairin de dediği gibi: “Aşkın hiçbir arzusu yoktur, kendini gerçekleştirmekten gayrı.”3 Safa Önal’ın, Sait Faik’in “Menekşeli Vadi” öyküsü ve Orhan Veli’nin “Tahattur” şiirinden yola çıkarak senaryosunu yazdığı Vesikalı Yarim’in yönetmeni Akad, kamerasını birbirine taban tabana zıt hayatların tam kesişme noktasına oturtur.
Hikâyenin sırrı esasında ismiyle müsemmadır. Vesikalı; tescillenmiş hayat kadınıdır, şuhtur, hafif meşreptir. Yâr ise tam tersi; dosttur, tanıdıktır, sevgilidir. Vesikalı Yarim de bu arada kalmışlığın, ters düşmüşlüğün filmidir.
Halil ile Sabiha’nın Beyoğlu ve Kocamustafapaşa arasında savrulan aşkıyla seyirci de savrulur. Akad’ın yönetiminde tüm hikâyeyi kuşatan sıradanlıktır filmi özel kılan. Yeşilçam’ın femme fatale streotiplerinden fersah fersah uzakta konumlanır Sabiha karakteri. Ne onu aklamak üzere yazılmış bir geçmişi ne de ihtirasları vardır. Keza Halil de böyledir. Sabiha ile karşılaşana kadar bostan-manav-ev üçgeninde hayatını sürdüren, işinde gücünde sıradan bir adamdır. Sabiha “evet” cevabı almak korkusuyla Halil’e bir türlü evli olup olmadığını soramaz.
Evli olduğunu öğrendiğinde ise Halil’in Kocamustafapaşa’da bıraktığı karısı ve çocuklarının vebaliyle kıvranır. Hâliyle söylenmemiş sözlerden, gönderilmemiş mektuplardan bir ayrılık duvarı örülür yavaşça aralarında. Sabiha “İşin içinde başka bir kadın olsaydı… Uğraşır baş ederdim ama… Aileyle, çocuklarla baş edilmez.” der fakat yine vazgeçemez sevdasından.
- Halil ile Sabiha ne ayrı kalabilirler ne de birlikte olabilirler. Sabiha’nın tek bir çaresi vardır artık: toplumun ondan beklediği “konsomatris” rolünü layıkıyla yerine getirip Halil’i kendinden uzaklaştırmak, evde bekleyen masum bir kadın ve çocuklarının hakkını teslim etmek.
Bu yüzden bir mecliste kulağımıza çalınabilecek türden uzak bir tanıdığın trajik hikâyesi gibi gerçektir film. Masumiyet Müzesi’nde Füsunla Kemal’in aşkları üzerine Sibel’in yaptığı “Bizim ilişkimizde olduğu gibi aşk, dengi dengine sanatıdır. Sen hiç zengin genç bir kızın, yakışıklı diye kapıcı Ahmet Efendi’ye, inşaat işçisi Hasan Usta’ya âşık olup evlendiğini Türk filmleri dışında bir yerde gördün mü?”4 yorumu Vesikalı Yarim’in de temelde bir Yeşilçam melodramı olarak gerçeklik ile arasındaki sınırı nasıl aştığını ispatlar niteliktedir.
Çünkü melodram masallar gibi gerçeği karikatürize etmeye meyilli bir anlatım biçimidir ve temel motivasyonu izleyicinin özellikle sınıfsal konumu dolayısıyla yaşadığı yoksunluktan kaynaklanan arzularını sinema perdesinde deneyimleyebilmesidir. Melodram seyirciyi biçimlendirirken seyirci de hayat koşulları, anlam dünyası ve önceki sinema deneyimleri ile melodramı biçimlendirir. Vesikalı Yarim’de ise bu formüllerin biraz dışına taşarak âşıkların ayrı düşmeleri anlatıyı büyütürken, seyircinin kişisel tecrübeleri ise çoğaltır. Dolayısıyla “Sevgi de yetmiyormuş çok eskiden rastlaşacaktık” ifadesiyle bir ağrı gibi saplanır yüreğimize ve her seyirde biraz daha büyür film. Vesikalı Yarim, modernizmin sosyal ve kültürel hayatta yarattığı çelişkileri yani bizim saf çelişkilerimizi yansıtır.
En başından itibaren gökten asla üç elmanın düşmeyeceğini, sonunda herkesin mutlu olmayacağını bildiğimiz, fakat yine “bir ümit” duygusuyla izlediğimiz nadir filmlerdendir.
Film yıllardır tartışıla dursun, neden bu “yasak aşk” için son sahneye kadar ümit besleriz tam olarak bilinemez, ancak tahmin edilebilir: Sabiha ile Halil’in hikâyesi taşradaki bir pavyondan Beyoğlu’nun arka sokaklarına kadar her köşe başında tekrar edebilme imkânını içinde barındıracak kadar gerçektir. Âşıkların birbirine kavuşması değil de ayrı düşmeleri ömründe bir kere de olsa kırık bir aşk hikâyesini tecrübe etmiş her insanı kendine çekecektir şüphesiz.
Ne Ferhat ile Şirin, ne Kerem ile Aslı, ne de Leyla ile Mecnun kavuşmuştur birbirine. Vesikalı Yarim’i de klasik film yapan budur; kadim aşk hikâyelerimizle olan benzerliği ki “Sonu mutlu biten bütün aşk hikâyeleri, birkaç cümleden fazlasını hak etmez zaten!”
Dipnotlar:
1. Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi (İstanbul: İletişim Yayınları, 2008), 515.
2. Orhan Veli Kanık, “Tahattur”.
3. Halil Cibran, Ermiş. Çev., İlyas Arslan, (İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2009), 27-28.
4. Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi (İstanbul: İletişim Yayınları, 2008) 239.
5. Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi (İstanbul: İletişim Yayınları, 2008) 515.