Seni seviyorum müzede yer var mı?
Bu böyledir. Ortada bir müze varsa, müzeyi kuran onu kimselere açmak istemese de birileri bir "açılış programı" uydurur, kimi zaman nezaketli bir şekilde hazırlanır bu program kimi zaman da zorla.
1.
Görmek ile başlar. Uzun bir dalgınlıkla devam eder bu süreç. Geçmişte olan her şey tam bu anda müzeleştirilir. Gören kişi, "tekrar edilebilir bir geçmişin" olduğuna inanır ve bunu şimdiki zamana taşımaya kalkar. Tam burada olur ne olursa. Bir müze inşa edilir; içine duyulan, okunan, izlenen bütün "sevmekler" yerleştirilir. Bu müze uzun bir süre ziyaretçilere açılmaz; hatta müzeye yerleştirilen "geçmişlerden" kendileri bile gizlenir, onlar kandırılmaya çalışılır. Onlar, şimdiki zamanda doğduklarına ikna edilir. Evet, burası: "Seni gördüm eğninde bir mavi gözlerin vardı."
2.
Uzun bir dalgınlıkla devam eder ve hikâye edebilme yeteneğiyle sürüp gitmesi beklenir. Aşka düşen için bir formül değildir hikâye etmek. En azından "aşka düşmenin" ortaya çıkması itibarıyla. Düşen kişi, taşınabilir olduğunu düşündüğü şimdiki zamanı, sonraya doğru sürükler hikâye ederek. O, artık şimdinin içinden, "onu görmek ile başladığı" her şeyi sonraya doğru götürmeye çalışır. O, burada yapamayandır.
3.
Hikâye edebilme yeteneğiyle devam eder ve müzenin açılışıyla sürdürülür. Bu böyledir. Ortada bir müze varsa, müzeyi kuran onu kimselere açmak istemese de birileri bir "açılış programı" uydurur, kimi zaman nezaketli bir şekilde hazırlanır bu program kimi zaman da zorla. O, yani aşka düşen, artık gördüğü şeyi başkalarına anlatmak zorundadır. Ve anlatırken, bütün anlatıcıların başına gelen şey onun da başına gelir. İlk cümleyi bulmakta zorlanır. İlk cümlesini müzeden alır. Onu ilk görüşünü başkasının gözüne görüntü olarak düşecekken "müzedekilerin’ hikâyelerinden mutlaka bir şeyler çalar. O, artık kendi yarattığı müzenin performans öznesidir. Ve bunun farkında bile değildir.
4.
Evet o, şarkılardaki, büyük anlatılardaki, şiirlerdeki kişidir artık. Bunu artık başkasına da anlatmıştır. Aslında bunların hiçbiri değildir; o sansürcüdür ve sadece kendini sansürler. Başka ile arasına mesafe koymayı becerememiştir. Müzeye yerleştirdiği "geçmişleri", kendi kurduğu müzeden çalmaya başlamıştır. Her yeni bir şey anlatmaya mecbur kalışında, her onu görüşünde müzeden bir şey daha eklenir. Çünkü artık onun, yani aşka düşenin hikâye edebilme yeteneği yerini formüle bırakmıştır. Çarpanlı bir formül. Her anlatıda bir üste çıkmak, her görüşte "kendinde" yeni bir aşk hâli bulmak için çabalayandır o.
5.
Her şeyden uzaklaştığı, bir başına kaldığı zamanlarda düşünür ve şunu fark eder: Müzedekiler, açılmayı, sevdiğine kavuşmayı bir şekilde denemişlerdir. O ise bir anlatıcı gibi "kendine" ve "birkaç kişiye" anlatıp durmuştur aşka düştüğünü. Artık denemelidir. Müzede kalan birkaç hikâyeyi daha alıp yola çıkmalıdır.
6.
Onun kendi üzerinde kurduğu baskı "yapmalısın" değil, "yapabilirsindir". Çünkü o artık kendi kurduğu tüketim ağının performans öznesi olarak, kendini motive etmeyi de öğrenmiştir. Ve evet, sonraya doğru sürüklediği her şeyi geri çağırması gerekir. Konuşma şimdiki zamanda geçecektir. Her ne oluyorsa ve olacaksa şimdidedir. Konuşmanın sonucunun bir anlamı yoktur. Gördüğü kişinin kabulü ya da reddinin hiçbir katkısı yoktur artık olan bitene. Kabul ya da ret. Görünenin, görüntüsünü değiştiren şey bu iki tavır değildir. Aşka düşen, iyi niyetle yazmaya başladığı ve sonraya doğru sürüklemeye kalktığı hikâyedeki amacını çoktan değiştirmiştir. Onun hikâyesi önce geçmişte kurulacak ve sonraya kalacaktır.
7.
Sonuç; hiçbir şeyi değiştirmez. Aşka düşen artık, kendi tarihini yeniden oluşturmaya başlamıştır. O, "ilk görüş"ten itibaren kendini de müzedekilerin yanına yerleştirir o. Kırma bir hikâye inşa ederek yapar bunu da. O, artık kendi kurduğu müzede, kendi kurduğu müzeden çaldıklarından hareket ederek inşa ettiği "yeni beniyle" ikâmet adresini değiştirmiştir.
8.
Sevmek yorulmaz; müzelik olma hevesindeki "yeni âşık" yorulur.