Sanat için giyinenlerde bugün: Oyunculuğun bir oyun olmadığını gösteren oyuncular
Yeşilçam’da efsane olmak oyunculuğun ya da yönetmenliğin kitabını yazmak manasına gelmiyor. Muhsin Ertuğrul en güzel örneğidir. Sinemamız için hayati derecede önemli işlere imza attı. İlkleri hayata geçirdi. Ama normal şartlarda, adil kıstaslarda ele alsak Muhsin Ertuğrul’un filmlerini ve kendisini koyacak yer bulamayız.
Sinema oyuncusu olmak, yer alınan mecraya göre farklı algılarda ve çerçevelerde değerlendirmeye tabi kalmak demek. Televizyonda boy gösteren isimlerin tek değerlendirmesi televizyon kıstaslarıdır.
Fekat sinema, tek renkli olmadığından yorumlar da bu bağlamda değişiyor. Misal, Yeşilçam’da efsane olmak oyunculuğun ya da yönetmenliğin kitabını yazmak manasına gelmiyor. Muhsin Ertuğrul en güzel örneğidir. Sinemamız için hayati derecede önemli işlere imza attı. İlkleri hayata geçirdi. Ama normal şartlarda, adil kıstaslarda ele alsak Muhsin Ertuğrul’un filmlerini ve kendisini koyacak yer bulamayız. Birçokları kızacak biliyorum ama sanatımızın yegâne ‘tek adam’ı olarak senelerce ülkede film çeken tek kişi olduğu halde, ‘ilk sesli Türk filmi’, ‘kadrosunda Türk kadın bulunduran ilk yönetmen’ gibi bazı ‘yoldan geçerken sahip olunan’ sıfatlar dışında kendisinden ne kaldı! Tek adam olarak sinemamızın yerlileşmesini ve özgünleşmesini geciktirdi. Başka bir şeye de yaramadı. (Neyse, sinema camiasından gelecek tepkilere hazırlanmak üzere yazının diğer kısmına geçtim).
Sinema oyuncusu olarak Yeşilçam’da da sonrasında da (bitti ya da form değiştirdi dersek) var olabilen istisna isimler dışında ‘efsane’ sıfatını hak etse de bu yazı listesinde sadece ‘genel’ olarak yer alacak isimlere girmiyorum (Kemal Sunal, Yılmaz Güney, vs). Ha unutmadan, Yeşilçam bağlamlı eleştirilerim Hollywood için de geçerli…
Topraktan gelip toprağa gideceksek, toprağımızdan başlayalım isterim. Sinemamızın yeri doldurulamayacak ya da her bakımdan oyunculuk namına tarihe not düşmüş isimlerin başında belki de Şener Şen geliyor.
Hakikaten oyuncu olan, her dönem ve her alanda bunu gösteren nadide isimlerle sayfayı şenlendirelim isterim.
Topraktan gelip toprağa gideceksek, toprağımızdan başlayalım isterim. Sinemamızın yeri doldurulamayacak ya da her bakımdan oyunculuk namına tarihe not düşmüş isimlerin başında belki de Şener Şen geliyor. Hababam Sınıfı’ndan Neşeli Günler’e malum Yeşilçam kapsamındaki başarılı performansı dışında özellikle Eşkıya ile zirve yapan oyunculuğu ile kazıya kazıya sinema tarihine imzasını attı. İstisna olarak yer aldığı dizilerde de üstün yeteneğini ortaya koyan Şener Şen, artık dizide yer almama kararıyla bu efsanevi etkiyi devam ettiriyor.
Tıpkı Şener Şen gibi efsane olabilecekken bazı yanlış kararlar (özellikle dizilerde) ve tiyatroya fazlasıyla tutunan oyun anlayışıyla sınırda dolaşan Haluk Bilginer ise bizi üzüyor.
Tiyatromuzun ve sinemamızın hakiki efsanesi Münir Özkul’a şapka çıkarmadan bu yazı devam edebilemezdi. Öyle de oldu. Edebilemedi. Saygı sunuyorum. Keşke Yeni Türk Sineması’na yetişseydi de efsane neymiş gösterseydi. Zannımca Münir Özkul’un ‘olamadığı nokta’yı Şener Şen yaşatıyor. Neden bilmem, şu an öyle hissettim.
Türkiye’de sinema oyunculuğundan bahsederken isimlerini çok da duyamayacağınız (ya da yeterince popüler olmamayı tercih eden) iki isim var ki, isimlerini bu sayfaya nakşetmeden geçemem; Başak Köklükaya ve Melisa Sözen… Sinema oyunculuğundaki tiyatro ve televizyon etkisinden sıyrılabilmiş nadir isimler arasında yer alan Başak ve Melisa, birbirini takip eden iki kuşağın temsilcisi olarak da görülebilir, birbirine yakın, geçişken iki kulağın kesişim noktasında da değerlendirilebilir. Mustafa Hakkında Her Şey’de Başak Köklükaya yerine Melisa Sözen rol alabilirdi misal. Gerçi her iki isim de Çağan Irmak’ın filmlerinde birbirine yakın dönemde boy gösterdi. Belki bunun da etkisi var. Fekat Melisa’yı da Başak’ı da bambaşka rollerde ‘test ettik’.
- Özellikle Melisa Sözen’in, bir televizyon dizisi olan Bıçak Yarası’ndaki performansı, sinemada bile zor görebileceğimiz derecede etkiliydi. Bu rolde Başak da yer alabilirdi. Birbirinin muadili değil elbet. Ama hep birbirini besleyen iki bakış gibi gelir bana.
Sade, sahici, insani, irfani, mütebessim ve içsel sıfatlarının tamamının beyaz perdedeki temsilcisi –şeksiz şüphesiz- Setsuko Hara’dır (asıl ismi Masae Aida fekat çok da mühim değil). Ozu filmlerinin vazgeçilmez oyuncusu (ki, Ozu öldükten sonra sinemayı bıraktı) Setsuko, -elbette Ozu sinemasında yer almış olmanın eşsiz kıymetiyle- sinema tarihinin nadide simaları arasında yer alıyor. Tokyo Hikayesi, Erken Gelen Yaz veya Geç Gelen Bahar… Rol aldığı Ozu filmlerinin tamamına bir karakter kattı ve aynı şekilde bu filmlerde şekil aldı. Sinemanın ve oyunculuğun ne denli hayatın içinde olduğuna dair bir kariyeri ve hayat hikayesi var Setsuko’nun. İbret olası…
Bir Fransız, Marion Cotillard… Son dönem Hollywood filmlerinin gözdesi olmakla beraber oyunculuğunu Avrupa filmlerinden çok da net şekilde gösterdi. Siz onu Müttefik’in afişinde Brad Pitt ile el ele durduğu için tanırsınız fekat bu algı Marion’a yapılacak en büyük haksızlık.
Hollywood’a bu kadar saydırmama rağmen bunca Hollywood yıldızından bahsediyor olmam tam da sinemamızın içinde bulunduğu çaresizliğin fotoğrafı. Ne onunla, ne de onsuz…
Zira kendisini İki Gün Bir Gece filminde görmeden, Arayış’ta izlemeden karar vermemelisiniz. Kesinlikle zamanımızın en kıymetli oyuncularından. Eğer Hollywood’a hapsolmazsa sinema tarihinin de başlıca isimleri arasında yer alabilir. Benden söylemesi. Siz de iletin kendisine lütfen.
Marion ile yaşıt olmasına rağmen yıldızı daha önce parlayan ve maalesef henüz Hollywood işlerinde simasına aşina olunan Kate Winslet de oyunculuğun kitabını yazan nadide isimlerden. Titanic ile bilinse de esas oyunculuğu Tatil ve Sil Baştan filmlerinde gösterdi. Hollywood’a mahkûm kendisi. Onu çekip çıkarmak lazım bu hayattan. İlk filmimi çektiğimde kendisine teklif götüreceğim. O zamana kadar eli uzanan olursa kurtarsın bu hayattan kendisini.
Marion ile Kate’in ablası Nicole Kidman’sız bir oyuncu yazısı düşünülemez. Dogwill tek başına yeter. Yetiyor. Yetti. Hollywood bataklığından kurtarılması gereken isimlerden biri de Nicole. Hoş, Trier’i Hollywood’dan saymamalıyız. Fekat devamı gelmeli. Nicole’a Hollywood yasaklanmalı. Gelsin Türkiye’ye. ABeDe’de olmayan ne var burada! Kendisini davet ediyoruz. Biriniz söyleyiverin.
Hollywood’a bu kadar saydırmama rağmen bunca Hollywood yıldızından bahsediyor olmam tam da sinemamızın içinde bulunduğu çaresizliğin fotoğrafı. Ne onunla, ne de onsuz…
Bu bağlamda, mektubuma son verirken, yine Hollywood’dan birkaç isim daha zikretmeliyim.
Jack Nicholson çılgın çocuğumuz. Hepimizin ailesinin bir ferdi olamaz tabi ki. Öyle bir manyağı kim ne yapsın! Fekat adam iyi oyuncu. Filmimde oynatırım vallahi. Tıpkı Sean Penn gibi. Eyyamcı olan çoğunun aksine eylemci olan Sean. Özellikle Gizemli Nehir, Sean’ın zirveye yaklaştığı noktaydı. Evet, Benim Adım Sam ile hepiniz tanıyordu zaten. Ama o filmde bir Hollywood kaçakçılığı söz konusuydu. Sahiciliği kaçıran, yok eden bir Hollywood kaçakçılığı. Gizemli Nehir ise Sean’ın şansıydı.
Ve Charlie Chaplin… Bir sinema yazısında illa ki yer alması gereken isim. Chaplin ismi olmayan yazılar uluslararası hakemli dergilere kabul edilmiyor. Fekat Cins’in hakemi ümmet. Formül sorunlu. Neyse, Charlie’den illa ki bahsetmek lazım. Bir karakteri nasıl büyüttüğü ve hala yaşattığı ve ilham olduğunu unutmayalım.
- Ve elbette filmlere ses eklenmesinden sonra dile getirdiği efsanevi “Beni eskiden herkes anlardı, artık sadece İngilizce bilenler anlayacak” cümlesini de not ederek… Ha bir de; Charlie Chaplin’e en çok benzeyenler yarışmasına katılıp ikinci olduğu o malum olayı da hatırlatarak…
Son olarak…
Bazı isimler var ki, efsaneler listesinde başa oynayacakken genel listelere kendini mahkûm etti. Bunların başında Bruce Willes geliyor. Altıncı His’ten sonra neredeyse hiçbir iyi projede yer almadı. Hemen her filmi 2. sınıf aksiyon.
Haliyle, kendisini sergileyecek alanı olmuyor. Geçmişine ihanet içinde bile denebilir. Yakınında olan biri Bruce’u çimdiklesin. Kendisine gelmesi gerekiyor. Aksi halde bu minvalde yazıların bile konusu olmayacak. Vefat haberini aldığımızda Mavi Ay’dan bahsetmenin ötesine geçemeyeceğiz. (Zor Ölüm serisi de kurtaramayacak.)