Şam’ın fethine tedirginlikle sevinmek

Şam’ın fethine tedirginlikle sevinmek
Şam’ın fethine tedirginlikle sevinmek

Biraz da bu doğrusu. Yarım yüzyılı aşan Baas diktatörlüğünün yıkılışı, farklı yorumlarla ele alındı ve alınıyor da hâlâ. Coşkuyla sevinenler, korkuyla sevinenler, tedirginlikle sevinenler ve aynı sırayla üzülenler… Doğrudan üzülenlerle ilgili bir şey söyleyecek değiliz, Allah belalarını versin. Sevincine korku ve endişe düşenlerin, her seferinde tarihi bir kalıp olan “masada kaybeden Osmanlı” imajının sınırlarına hapsedildiği de açık. Onlar da bir kenarda dursun; fakat “büyük resmi okuyan” Kemalistler ile tersinden Kemalistleri not etmek gerekir. Rusya ve İran mahreçli bu pislik, mış gibi yapıp statükoyu devam ettirmek isteyen bir muğlaklık oluşturuyor.

Evet tedirginlikle seviniyoruz. Coşkumuza endişe eşlik ediyor daha doğrusu. Geldiğimiz güzel yerden geri düşmeyelim istiyoruz. Bu tedirginliği besleyen şey de tarihe çok geç kalmış olmamız. Bir an önce olsun istiyoruz çünkü çok bekledik. Gözümüzün önünde bir sürü şey olurken doğrusunu bilip de hiçbir şey yapamamış olmanın hüznü, kalbimizi yordu çünkü. Olacakları Allah bilir elbette. Yarın, gayrete bağlı fakat. Ümit bizim.

Ancak şunu hatırda tutmak lazım; “bugün” itibariyle “dün”den daha iyi bir yerdeyiz. Dünyayı iki kere savaşa sürükleyen ve İslam dünyasının tam ortasında bir Yahudi devleti kuran aklın bizzat kurduğu bir Suriye yok artık yanı başımızda. Milyonlarca insanı mülteci durumuna düşüren ve Türkiye’ye gelmelerini sağlayan ve ardından Türkiye’deki milyonlarca insanı onlara düşman edip, tarih boyunca birlikte yaşamış bir topluluğun arasında giderilemez bir nefret oluşturacakları bir iklim de yok bugün itibariyle. Üstelik Fransızların inşa ettiği eğitim müfredatıyla “Türklerden nefret ettirilmek istenen” insanların ülkesi burası. Dolayısıyla Siyonizm’in planı mevcutta olan şey değil, Türkiye ile Suriye’nin savaşı idi. Ellerinde patladı ama…

Sadece yüzbinlerce kadın ve erkeği, en rezil işkence yöntemleriyle öldüren sapkın bir rejimin yıkılmış olması bile tek başına, bunu gerçekleştiren insanlarla birlikte sevinmeyi gerektirir. Ama bunu konu bile etmemize gerek yok.

Evet, “bugün”, “dün”den daha iyi bir yerdeyiz. En kötü ihtimali bile satın aldığımızda, “yarın”, “bugün”den daha kötü bir yere gerileriz. Ancak her halükârda -inşallah- “dün”den daha iyi bir yerdeyiz.

Paralı İran milislerinin “bu Siyonizmin oyunudur” ithamına, “Siyonizmin oyunu bizzat sizsiniz” diyerek geçebiliriz ancak yine de sorulabilecek binlerce sorudan birini soralım; Baas’ın tüm dünyayı saran küresel uyuşturucu ağına, nefret ediyormuş gibi yaptığınız büyük Amerika neden ses etmiyordu, neyin karşılığında? İsrail’in güvenliği mi yoksa?

Evet yeni durum için yeni planları olacak elbette. Yarın, gayrete bağlıdır, dediğimiz yerde burası tam olarak. O yeni planlarına yeni mukavemetler hazırlamamız gerekecek. Allah kuvvet versin de hazırlayabilelim. Ve zaten bizim duamız, “İngiliz-Amerikan Medeniyetinin belasını bizim elimizden bulması” değil midir?

“Türkiye üzerine hesabı olmayan tek millet”

“Türkiye üzerine hesabı olmayan tek millet Türklerdir” demişti İbrahim Paşalı. İronisinin gücü, yine de acıtıcı gerçekliğinin üzerini örtmüyor bu sözün. Son zamanların değil, son uzun zamanların konusu bu. Türkiye’nin siyasal anlamda başına gelen şeyler sırasında Türkiye’de mukim bazı zevatın aldıkları pozisyon, demokrasiyi içselleştirmiş tek memleketin bizim memleket olduğunu ihdas ettiriyor hepimize. Acayip bir şey bu. Siyasal Nusayricilik Türk medyasında ve daha doğrudan ifade edersek cemiyet hayatında bütün köşe başlarını tutmuş. Ümidimiz, tüm bu örtülü düşmanlıkları not eden bir yerin varlığı. Devlet aklı falan, öyle bir şey çalışıyordur inşallah.

“Hatemi'lerin Hüsrev olanı”

Yaşı dolayısıyla bir şey demek istemiyorum aslında. Yanlış anlaşılmasın; büyük olduğu için değil, yaşlı olduğu için zihni melekelerinin sadece uhrevi olarak kendisini kurtaracağını düşündüğü romantik bir dini okumanın eline hapsolmuş olması dolayısıyla… Suriye’nin kuruluşu, Hafız Esad darbesi ve sonrasına dair yüzeysel bir okuma yapabilen birisi bile Esad rejiminin ve ona kayıtsız destek veren İran rejiminin ne mal olduğunu bilir; ama Hüseyin Hatemi bunu hâlâ bilmiyor. Bilmiyor değil aslında, buna inanmıyor. Bu bağnazca inanışını tahkim etmenin yolunu da -İran’ın da iyi kullandığı- Siyonizm karşıtlığı numarasıyla gideriyor. “İran, İsrail’e karşı. Dolayısıyla İran’a karşı olan her şey, İsrail lehinedir” diye ancak geri zekâlılara ve akli melekeleri zayıflamış olanlara mahsus bir denklemle dünyaya bakıyor. Suriyeli muhalifleri, onlar İran’ı sevmiyor diye sevmiyor mesela. Bütün bunları inancının konusu yaptığı için bir şey demiyorum ancak en azından sessiz kalması gerekirdi, radikal bir şebbiha gibi propaganda faaliyeti içinde olmamalıydı; ama bunda ısrar ediyor. Bu cümleleri, ona yönelik kurmamızın sebebi, yaptığı propaganda faaliyetidir. İstediğini söylediği için istemediği şeyleri işitecek. Meseleyi başka şekilde yorumlamasın diye her zaman söylediğimizi de yine söyleyelim; “Biz, Hatemi’lerin sadece Hüsrev olanını seviyoruz.”

Türk medyası, haberciliğin kalitesi ve Samet Doğan

Samet Doğan’ı tanıyorsunuzdur, savaş muhabiri ve romancı. Peki niye anıyoruz burada? Çünkü imkân olsaydı şöyle bir hayali gerçeğe dönüştürecek bir eğitim modeli kurmak isterdim: Türk medyasındaki gazetecileri ve özellikle dış haberler servisindeki gazetecileri bir yere toplayıp, Samet Doğan’dan biraz habercilik biraz da konuya giriş dersi almalarını sağlamak isterdim. Sizin de bundan mustarip olduğunuzu biliyorum, şu kadar tarihi olayın tam eşiğinde bulunuyoruz. Tüm medyayı dolaşıyoruz “ne oldu ne oluyor ne olacak” diye. Wikipedi bilgisinden ileri bile demiyorum, onun bile gerisinde bir yığın uzman her yerde saçma sapan okumalar yapıyor. Konuyu bilen yok, bölgeyi bilen yok, olayı bilen yok. Medyamız inanılmaz kötü durumda. Sadece Samet Doğan da değil elbette, ama sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar nitelikli insanımız var toplamda. En azından Suriye bağlamında. Onlar da ana akımda yer bulamıyor. Millet olarak tarih yazarken, bu tarihi yazacak kimsemiz yok.

İsmet Özel Türkiye'dir

Gerçeğin bir konusu olarak bunları söylemek zorundayız; Biliyorsunuz İsmet Özel’in bilmem kaç yıl önce yapılmış bir konuşmasından bir cümlelik bir yeri kesip sosyal medyada tekrar dolaşıma soktular. Konu, Özel’in Esed’le ilgili sözleri. Kuytularına sinmiş halde çıkıp saldırmayı bekleyen sırtlan mekanizması bu cümleyi kesip, yeniden İsmet Özel’i öldürmeye çalıştı. Çalışsınlar, “yel kayadan ne aparır”, herkes işini yapacak, bunda sorun yok; ancak sınırı ve bağlamı belirleyelim. O sırtlan mekanizması, meseleye ne Müslümanların lehine olarak ne de bu coğrafyada yaşayan insanların lehine olarak dahil oldu. Topa girip İsmet Özel’i bir kez daha öldürmeye çalışmalarının sebebinin, Türkiye lehine verdiği savaşta İsmet Özel’den intikam almak olduğunu biliyoruz. Bu vesileyle daha önce söylediğimiz şeyi yine söyleyelim: Türkçeye, Türk düşüncesine ve dolayısıyla Türkiye’ye yaptığı katkıları düşündüğümüzde, Allah ve Resulüne aykırı olmamak şartıyla, İsmet Özel bu topraklarda istediği her cümleyi kurabilir, kurmalıdır ve kuracaktır da… Çünkü İsmet Özel Türkiye’dir. Sitem etmek, kırılmak yahut onu eleştirmek hakkı, Türkiye’ye onunla aynı samimiyetle sadakat duyanların uhdesindedir. Buradan “İsmet Özel eleştirilemez” yargısı çıkaracaklara da önden söyleyelim, bunu söylemiyoruz. Elbette eleştirebilir ve hatta reddedebilirsiniz. Bana ne. Bunu kendi kelimelerinizle ve Türkiye fikrine sadakatle yaptığınız sürece sorun yok. Uyanık olalım, sırtlan korosuna katılmayalım.

Tesadüf diyebiliriz

Tevafuk da. Şam’ın fethinin hemen ertesi günü. E-Kitap arşivimde bir kitabı bulmak için aranırken karşıma “TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt 1” çıktı. Malum, Birinci Meclis’in gizli celse kayıtlarını ihtiva ediyor eser. Görünce ilk cildi açtım, tarih, 24 Nisan 1920. Daha ilk satırlar… Suriye’den birkaç heyet, Meclis’e başvuruyor. Bir kısmı, “kendi dahillerinde müstakil olmakla beraber” diğer kısmı, “Bize hiçbir şekil ve surette istiklâlin lüzumu yoktur, biz halifemiz ve padişahımıza merbut olarak Camia-i Osmaniye dahilinde bulunacağız” şeklinde… Hakan Albayrak ne demişti: “Bir de halifemiz olsa…”

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım