Şam Üniversitesi eski öğretim üyesi Mahmout El-Hüseyin: Türkiye, muhacirlerin hicret edebilecekleri tek kale...

Suriye’de çocuklar için çocukluk devresi diye bir gelişim çağı yok.
Suriye’de çocuklar için çocukluk devresi diye bir gelişim çağı yok.

Suriye’den ayrılıp Türkiye’ye gelirken maddi hiçbir şey yanıma alamadım. Çünküsavaştan çıktık. Mahallemizi bir anda tanklar bastı, Her yere bombalar yağdı.Ne yapabilirdim? Çocuklarımı kucakladım ve evden çıktık. Çünkü kaybedecekvaktimiz yoktu. Sadece ruhumuzla çıktık oradan.

Saliha Betül Usman, ‘böyle olur CİNS dergisinin okuru’ dediğimiz güzide okurlarımızdan sadece birisi. Karabük Üniversitesi’nde öğrenci.

Usman, gelişmelerini her akşam haberlerde gördüğümüz, sonuçlarını ise her gün sokakta karşımızda bulduğumuz Suriye meselesini anlamak için Mahmout El- Hüseyin’le Suriye’den kalanları konuşmuş. Reel politiği umursamadan, uluslararası dengelere girmeden insanların hikayesini konuşmuş. Bu odur.

Mümkün mü bilmiyorum ama şu soruyla başlamak isteriz: ‘Suriye’de çocuk olmak’ hakkında neler söylenebilir?

Şu an Suriye’deki çocuklarla bildiğimiz ‘çocuk’ kelimesini bağdaştırmam mümkün değil… Çocuk dünyaya geldiğinde her şey onun için hazırdır. Çocuk; merhamete ve ilgiye muhtaç olan, anne ya da babasının sevgisiyle yaşayabilecek olan bir varlık...

Çocuklar bazen 3 bazen 4 gün aç kalırlar ki yedikleri otların çoğu zararlı. Otlar ki mayınların üzerinde. Anne çocuğunu doyurmak uğruna hayatını tehlikeye atıyor.


Bu anlattığım çocuk tarifiyle Suriye’deki çocukların hayatı aynı değil. Suriye’de çocuklar için çocukluk devresi diye bir gelişim çağı yok. Hemen büyümek zorundalar, yoksa ölecekler. Çocukluklarını yaşamıyorlar. Savaş türlerinden en zoru yaşanıyor şu an Suriye’de. Savaş merhametsiz, toplum merhametsiz. Çocuklar oyunsuz, eğitimsiz ve yemeksiz yaşıyor. Anne çocuğuna yemek bulmak pahasına kolunu kesmesi mümkün olsa kolunu feda edebilir. Annenin çocuğuna otlardan başka verecek bir şeyi yok. Çocuklar bazen 3 bazen 4 gün aç kalırlar ki yedikleri otların çoğu zararlı. Otlar ki mayınların üzerinde. Anne çocuğunu doyurmak uğruna hayatını tehlikeye atıyor. O otlar, hangi çocuk için yeterli olur ki? Sağlık yok, ilaç yok, hava yok!

Dünyada bir benzeri daha olmayan bir çocukluk yani…

Üzgünüm, evet. Bombaların, gökyüzünden nasıl geldiğini tahmin edemezsiniz. İnsan farketmeden bombalar düşüyor. Anne dışarıda, cocuk evin içinde bombanın altında. Neler hissedersiniz? Bir şey yapamıyorsunuz. Dünya ne kadar zalim... İnsanlar, zulmü gördükleri halde susuyorlar. Suriye’de çocukları anlatmaya kelimeler yetmez. Çocukluk kelimesi yaşamlarıyla uyuşmuyor; onlara hayat gerek. Eğitim gerek; kiminin babası kiminin annesi vefat etmiş halde. Onların sevgiye ihtiyacı var. Ben Şam’da imam iken camiden çıktığımda etraf çocuk cesetleri ile doluydu. Müslüman olarak kurban keserken bile ne kadar merhametle davranıyoruz. Ve çocukları bir anda öldürmüyorlar. Matkap gibi şeylerle onlara işkence ediyorlar.

Türkiye’de Suriyeli olmak size neler hissettiriyor?

Öncelikle bütün insanlar hangi şehirde doğduysa en çok orayı sever. Mesela siz Kocaeli’de doğmuşsunuz. Belki de orası Türkiye’nin en güzel şehri değil. Ama size sorsak en güzel yerin memleketiniz olduğunu söylersiniz. Neden? Çünkü siz orada doğdunuz; yaşamın, anıların, çocukluğun, yaşadığın bütün her şey kalbinde yazılı. Asla unutamayacağın anılar... Kişi nerede dogduysa en çok orayı sever ve özler. Ben Şam’da dünyaya geldim, orada yetiştim. Hissettiklerim, hasretim, sevgilerim... Kalbim de şehrime dönmek için çarpıyor.

  • Türkiye elbette bizim de topraklarımız oldu, bize kapısını açtı. Bu yüzden hepimiz kardeşiz ki kalplerimiz bir çarpıyor. Hiçbir fark yok aramızda.

Suriye ve Türkiye, adeta büyük bir fedakarlık hikayesi yazıyor. Suriyelileri muhacir, Türkiye'dekileri ensar olarak adlandırmamız gerekir…

Bundan söz edebilmemiz için öncelikle ensar ve muhacir kavramlarının ne anlama geldiğini gerçek manada bilmek gerek. Mesela kardeşim, amcam, dayım, annem dara düşse evimi onlara açarım. Sen de evini aç kardeşim. Hayır! Evini değil kalbini açmalısın. Kardeşlik bunu gerektirmez mi? Türkiye’nin doğusunda kardeşlik samimiyetini daha çok görebiliyoruz. Bize karşı herkes sıcakkanlı, adeta merhametle bakıyorlar bize. Ama batı kısmı medeniyetin gelişmesiyle beraber bakışlarını da değiştiriyor, davranışları farklılaşıyor.

Suriye’de çocukları anlatmaya kelimeler yetmez.
Suriye’de çocukları anlatmaya kelimeler yetmez.

Gaziantep, Maraş şehirleri tebessümle karşıladı bizi. Malesef bazı kısımlar tam tersi. Mesela Türkiye’ye ilk geldiğimizde bize, bodrum katta bir ev gösterdiler. Küçücük ve sadece bir tane penceresi olan bir yerdi, Rutubeti de cabası. 100 lira olan kirayı bize 400 lira dediler. İşte bu nokta da ensar ve muhacir kardeşliginden ne yazık ki bahsedemeyiz.

Türkiye’ye getirmeye değer bulduğunuz ne vardı?

Maddi ve manevi olarak ayıracak olursak maddi hiçbir şey yanıma alamadım. Çünkü savaştan çıktık. Mahallemizi bir anda tanklar bastı, her yere bombalar yağdı. Ne yapabilirdim? Çocuklarımı kucakladım, üzerimdeki eşofmanlar, ayakkabısız bir halde evden çıktık. Çünkü kaybedecek vaktimiz yoktu. Eşim altınlarını bile alamadı. Sadece ruhumuzla çıktık oradan. Manevi olaraksa Türkiye’ye gelirken anılarımı, fikrimi, ilmimi, kalbimi getirdim. Zaten şu bir gerçek ki Türkiye, dünyadaki tüm Müslüman muhacirlerin hicret edebilecekleri tek kale…

En çok neyi özlediniz?

Görev yaptığım camim... Orası benim hayatımdı. 5 yaşımdan beri orada yetiştim; namaz kıldım; Kur’an’ı orada öğrendim. Büyüdüğümdeyse oraya imam oldum. Orada yaşadım. Evimi, ailemi, akrabalarımı, komşularımı özledim. Çoğu vefat etti. Arapça öğretmenliği yaptığım okulumu özledim. Yerle bir oldu. Oradaki hayatımı özledim. 35 yaşıma kadar oradaydım, aslında her şeyi özledim. Umarım tekrar görebilirim.

Türkiye’de karşılaştığınız zorluklardan bahseder misiniz?

Dil, en büyük zorluktu bizim için. Sosyal hayatımız bir de... Çünkü Suriye’de bir mahallede 400-500’den fazla kişi birarada yaşarken her gün, her hafta muhakkak görürdüm onları. Farklı evlerde yaşıyor olsak da hepsi evimin sahibi gibiydi. Ziyaret eder; ziyaret edilirdim; hasta olduğumuzda yardımcı olurlardı. Mahallem adeta ailemdi. Türkiye ise aynı Avrupa gibi.

Türkiye, dünyadaki tüm Müslüman muhacirlerin hicret edebilecekleri tek kale…
Türkiye, dünyadaki tüm Müslüman muhacirlerin hicret edebilecekleri tek kale…

Mesela kendi komşumla apartmanda karşılaştığımda selamımı zor alıyor. Bazen telefonla konuşuyormuş gibi yapıyor. Hayat zor; ben makine değilim ki. Camiler, soğuk ve muhabbetsiz. Herkes ibadetini yerine getirip bir an önce ayrılıyor oradan. Oysa sevgi, saygı ve muhabbet insana kendini iyi hissettiriyor.

Türkiye’ye nasıl geçebildiniz peki?

Askerler tarafından kurulan 40’dan fazla kontrol noktaları vardı. Bu yüzden oradan çıkmamız çok zor oldu. Gördükleri anda öldürebilirlerdi. İnsanların eşlerini yanlarından alıyorlar ve ailelerine zarar veriyorlar. Yol risklerle doluydu. Çıkabilmek için künyemizi değiştirdim. Bulunduğum bölge tehlikeli bölge olarak adlandırıldığı için terörle yargılanıyorduk. Bu yüzden şehrimi onların sevdiği sehirle değiştirmek zorunda kaldım. Türkiye’ye ulaştığımızda ise yeniden doğduk… Türkiye bize hayatımızı verdi…

Türkiye’de yaşayanların Suriyeli kardeşlerimize karşı tavırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

  • Bazıları iyi davranırken bazıları kötü davranıyor. Mesela emniyette bir memur yabancılardan nefret ediyor. Bakışlarıyla adeta hakaret ediyor bize. Ama bazıları var yürekleri merhametli, gözleri ise yüreklerinin temsilcisi.

Bazıları Türkiye’nin başına her şey Araplar yüzünden geldi derken bazıları hepimiz kardeşiz diyerek bize insan olduğumuzu hatırlatıyor. Tıp fakültesi dekanı olan komşumun, evimdeki tüm noksanları onarırken onun dekan olduğundan habersizdim. Musluğumu tamir ediyor; dolabıma bakım yapıyor, eşyalarımı yeniliyor. Kısaca bütün parmaklarımız bir değil; iyisi de var malesef kötüsü de…

Türkiye’ye ulaştığımızda ise yeniden doğduk… Türkiye bize hayatımızı verdi…
Türkiye’ye ulaştığımızda ise yeniden doğduk… Türkiye bize hayatımızı verdi…

Mahmout El-Hüseyin

27 Şubat 1978’de Şam’da doğdu. İlkokul ortaokul ve liseyi burada tamamladı. 1996 yılında Şam Üniversitesi’nde Arapça Edebiyatı bölümünü bitirdi. Humus’taki Ebu’l Baka el-ukberi üniversitesinde Kuran i’rabları üzerine yüksek lisans yaptı. 1998-2002 yılları arasında Mısır’daki el-Ezher üniversitesinde usulü’l fıkh eğitimini tamamladı. 2003-2012 yıllarında Şam’daki Osman Camii’nde imam hatip olarak göreve başladı.

Aynı senelerde Birleşmiş Milletler‘de Arapça öğretmenliği yaptı. Mart 2011 tarihinden itibaren Suriye’de başlayan savaş için imamlığını yapmış olduğu camilerden halkı gösteriye davette bulundu. Askeri istihbarat tarafından defalarca hapse atıldı ve işkencelere maruz kaldı. Bütün yaşanılanlara, şehrin bombalarla yıkımına şahit oldu. 2013’de hapisten çıktıktan sonra Türkiye’ye geldi. Burada gönüllü olarak insani yardım kuruluşlarında çalıştı. 2013’den beri Karabük Üniversitesi ilahiyat fakültesinde Arapça ve Kuran’ı Kerim dersleri okutmanlığı yapıyor.

Saliha Betül Usman

26 Haziran 1995 yılında Kocaeli’nin Gölcük ilçesinde doğdu. İlkokul ve ortaokulu burada bitirdi. Anadolu lisesinde okumaya hak kazandığı halde liseyi açıktan sınavlar ile vermeyi tercih etti. Şu anda Karabük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğrenciliğine devam ediyor.