“Şair” Ahmet Cevdet Paşa
Bir beyti anlamak için beş-on dakika veya biraz daha fazla lügat karıştırmak falan, size zor gelir mi bilmem. Ama bana soracak olursanız en zevkli işlerdendir. Masrafını da zahmetini de korur; demedi demeyin. Aldığım lezzetten siz neden yoksun kalasınız diye söylüyorum bunları.
Yalnız bizim değil, dünya tarihinin de emsalsiz hukukçularından biri, Ahmed Cevdet Paşa. Üst düzey hem de bayağı bir üst düzey bürokrat. Sadrazam olmasına ramak kalmış. Kisvesini dahi yanında bulunduruyor, her an ferman gelebilir diye, gelmiyor fakat. Durum Nâbî üstadımın dediği gibi yani:
Ne himmet kâr-gerdir ne taleb ne hüsn-i isti’dâd Sezâ-yı bezm-i yâr olmağa da âdemde baht ister
Şöyle demek olur;
[İpi göğüslemek için çok çalışmak da, çok istemek de, yüksek kabiliyet sahibi olmak da lâzım belki ama kâfî değil; şansın olacak şansın; kâğıdın gelecek yani.]
Cevdet Paşa diyorduk. Ben sözü fazla uzatmasam iyi olacak. Merak edenler ufak bir araştırma ile her sahadaki başarılarını, derinliğini ve sayması zor eserlerini (Mecelle’yi hazırlayan heyetin başında meselâ; sonra Kısâs-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ gibi hacimli eserin sahibi vs, vs, vs.) kolayca bulabilir.
Cevdet Paşa diyorduk. Şunu demesem olmaz; bu adam aynı zamanda hatırı sayılır bir şair ve esasen bu yazı Paşa’nın müthiş bir beyti sebebiyle yazıldı.
Ancak şunu demesem olmaz; bu adam aynı zamanda hatırı sayılır bir şair ve esasen bu yazı Paşa’nın müthiş bir beyti sebebiyle yazıldı.
Böyledir işte, bir beyit görürsünüz, şakülünüz kayar. Sendelersiniz. İnceden ince bir yerinize dokunmuştur. Ve minel garâib. Hoş görün n’olur. Dünyada neler oluyor adamın derdine bak falan demeyin yazar için, olmaz mı?
- İşte o beyt:
- Meğer sermâye-i şâdî imiş kûy-i dilârâda Sirişkim nakdini hâk ile mağşûş etdiğim demler
Sözün burasında bir şey daha söyleyeyim mi?
Bir beyti anlamak için beş-on dakika veya biraz daha fazla lügat karıştırmak falan, size zor gelir mi bilmem. Ama bana soracak olursanız en zevkli işlerdendir. Masrafını da zahmetini de korur; demedi demeyin. Aldığım lezzetten siz neden yoksun kalasınız diye söylüyorum bunları. “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” değil mi ya...
Sözü yine uzattık. E ben n’apiim laf kendi geziyor, kafasına göre. Yetişmeye çalışıyorum. Kolay mı?
Şöyle diyor beytinde Paşamız:
[O sevgilinin civarında idim ben. Uzaktan uzağa görebilmek için çırpınır; göremeyip üzülüp ağlar ve o hâlimi ıstırap olarak yaşardım. Çok ağladım. Gözyaşlarım topraklara karıştı. Fakat şimdi çok uzak düştüm o yârdan. (Dilârâdan. Kelimeye bak. Gel de ağlama. Dilârâ.) Meğer o ağladığım günler ne mesut ne bahtiyar günler imiş. Göz menzilinde olsa; hep nemli gözlerle beklesem; zararı yok göremesem. Ama şimdi ondan da mahrum durumdayım. Âaah! Ah!]
Uzunca müddet Arabistan çöllerinde vatan hasreti çekmişti Cevdet Paşa ve o günlerde söylemişti böyle sözleri.
Yaşanmadan olmuyor herhalde.
Benzer bir hikâyemiz vardır âcizâne. Ağladım dilârâm için ve hiç göz göze gelemedim. Ama şimdi o yok. Gitti dâr-ı bekâya. O mesut günleri şimdi içim sızlayarak yâd ediyorum.
Ah Paşam senin dilârân kimdi kim bilir. Artık onu da sana orada soracağım.
Saklamaz herhalde Paşa değil mi? Tabii ya. Orada saklı gizli yok.
Yahyâ Kemâl’in vedâ gazeli muazzamdır. Beş beyt. Son beyti şudur:
Tekrâr mülâkî oluruz bezm-i ezelde Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler
Prof. Dr. Ömür Ceylan dostum -ki tanımakla bahtiyar olduğum güzel insanlardandır kendisi- taştîr* etmiş gazelin tamamını. Meselenin ek yeri şu ki; son beyti taştir ederken şu mısra var iyi mi:
Bir hayli gecikdik ise de va’d-i ecelde
Dostlarla buluşacağız inşallah orada. Biz biraz geciktik, kusura bakmayın ama az kaldı.
Ah Ömür Hocam ah. Ömrüne bereket... “Edebiyatımız, gamdan saadet devşirmeyi öğretir bize” kabilinden bir şey söylemişti konuğum olduğu bir programda, dokuz sene önce.
Yahu Allah aşkına ben daha ne yapayım. Şiirin neşvesini arayana yerin altından üstünden ustaları jurnalliyorum size.
Gözlerini de, bütün variyetini de kaybedip, hanımı bile kendisini terk ettiğinde eski mutlu günlerinin yâdıyla ağladığı günlerde, kimsesizliği ifade meyanında, Kanuni dönemi şairi Aşkî demişti ki:
- Taşradan kimse gelir deyû sevinir cânım Bir seg-i âvâre uğrar ise bir gün kapıma
- [Bir serseri köpek kulübemin kapısını tıkırdatsa sevinecek hâldeyim.]
Elimiz değmişken bu yazıya sebep olan beytin devamı birkaç beyte daha baksak bize kızan olmaz herhalde.
Şurada birkaç mısra ile uçuştayız. Kime ne zararımız var, öyle değil mi?
Bana zindân olur Mısr’ın serâyı yâda geldikçe O Yûsüf-hüsnü hasretle der-âgûş ettiğim demler
[Dedik ya kavurucu sıcakların hüküm sürdüğü yerde İstanbul hasreti içinde Paşamız ve diyor ki; o güzel yüzlü ile beraber geçirdiğim vakitleri hatırladıkça içinde bulunduğum saray bana zindan oluyor, zindan. Tabii, Mısır ve Hazreti Yûsuf ilintisi gözden kaçmamalı. İnternet sayfamda Hazreti Yusuf kıssasını ‘Tavsiye Ettiğimiz Kitaplar’ faslında dikkatlere sunmuştuk. Şiirimizin tadına varmak için o kıssa önemli.]
Aceb gülşende olsun hâtır-ı ahbâba gelmez mi Hezârı âh u feryâdımla hâmûş ettiğim demler
[İstanbul’daki dostlarım bahar mevsiminde gül bahçelerinde bizi hatırlasınlar bari, hani feryatlarım bülbülleri sustururdu.]
Tararken turresin yâdına gelsin bâri cânânın O sevdâ ile aklım hâne-berdûş ettiğim demler
[O sevgili de, bari saçlarını tararken hatırlasın ki, o zülüflerin sevdasıyla aklımı dağıtmıştım.]
Zülüf dağınık ya, ona tutulan da dağılıyor...
Gelince yâda Cevdet ağlarım sadrı keremkârın Der-i lütfunda ekdârı ferâmûş ettiğim demler.
[Sultanımın yanında kederlerimi unuttuğum anları hatırlayıp ağlıyorum şimdilerde.]
Allah ondan razı olsun, siz de hatırladınız mı Hazreti Ebûbekr’in “Çok oldu ki ağladım; gün geldi ağladığıma ağladım” sözünü...
*Taştir:
1.Beytin arasına üç mısra ile girip beş mısradan ibaret bir kıt’a yazma işinin edebiyattaki adı.
2.Yarma.