Sahra çalısı

Bir şekilde maskenin maskesi düşmüştü. Çocuk, bir sahra çalısı olmaktan vazgeçmişti. Seçimini yapmış ve maskeyi çıkarmıştı. Artık kök salmaya hazırdı.
Bir şekilde maskenin maskesi düşmüştü. Çocuk, bir sahra çalısı olmaktan vazgeçmişti. Seçimini yapmış ve maskeyi çıkarmıştı. Artık kök salmaya hazırdı.

Her şey gibi, şerrin yayılışı da hızlandı. Popülaritesi de arttı. O gün o küçük çocukların taktığı sinema tarihinin ikonik katillerinin maskeleri bunun en masum kanıtıydı. Çevredeki küçük çocuklara verdikleri o tedirginlik hissi haylazca hoşlarına gitmişti, kendilerini güçlü ve tehditkâr hissediyorlardı o maske yüzlerindeyken.

Sanırım üç yıl önce, bir mart günüydü. O zamanlar, iki yaşında olan kızımı Bostancı sahilindeki çocuk parkına götürmüştüm. Kışın soğuğu baharın güneşiyle yoğurulmuştu, dallar iyimserliğin çiçek açmış hâliydi.

Arabayı parkın bir köşesine yerleştirdik. Şevval hemen koşup karıştı yaşıtlarının arasına rengârenk boyalı kaydırağın merdivenlerinden tırmanıp beklemeye başladı sırasını. Ben de çocukların cıvıltılarını dinleyerek izlemeye başladım onları. Derken iki büyük çocuk geldi koşarak sahilin oradan. Şaşkınlıkla bakakaldım bu iki çocuğa. Sekiz dokuz yaşlarındaydılar. Birinin yüzünde 13. Cuma adlı korku filminin sapkın karakteri Jason'ın, diğeri ise -bir istismar sineması örneği de olan- Saw (Testere) adlı filmdeki katilin maskesini takıyordu. Ok gibi fırlayıp kaydırakların merdiveninden çıktılar ve tepedeki tünele girip gözden kayboldular. Parktaki cıvıltılar birden kesildi. Şevval koşarak yanıma geldi.

Plastik maskelerinin göz oyuklarından, televizyonun beyaz, tabletlerin mavi ışığı ile yıkanmış, popüler kültürle zehirlenmiş iyi/ kötü, doğru/yanlış kavramları tarumar olmuş; birer çift boş bakış süzülüyordu şimdi benden tarafa.

Küçük çocuklar anlamlandıramadıkları bu suretlerden yayılan uğursuzluğu o saf ruhlarında hissetmiş olacaklardı ki kaydırağa yaklaşmak istemiyorlardı, hepsi dağılıp annelerinin yanına sindi. Ortalık birden bir vahşi batı kasabasının ıssız meydanına dönüşmüştü. Rüzgârdan şişmiş bir poşet, sahra çalısı misali yuvarlanarak geçip gitti önümden. Keyfim kaçmış halde durumu izlerken, hali pürmelalimden aynı şeyi düşündüğümüzü anlamış olacak ki parkın bitişiğindeki kafeden bir anne yanıma yaklaştı, başıyla iki maskeli veledin durduğu tarafı işaret edip endişeli bir şekilde, "Küçük çocukar maskelerden korktular, ne yapsak?" dedi. Parkın tüm neşesi, sinema endüstrisinin tornasından çıkma, o iki melun maske ile birlikte uçup gitmişti. Bu işi incelikle kırmadan hâlletmenin tek yolu gidip maskeleri çıkarmalarını rica etmekti. Bunun üzerine, Şevval'i de alıp merdivenlerinden tırmanıp kaydırağın tünelinde oturan çocukların yanına doğru ilerlemeye başladım.

"Merhaba," dedim, "küçükler maskelerinizden korktukları için kaydırağa çıkamıyorlar, huzursuz oldular, maskelerinizi çıkarırsanız iyi olur çocuklar ya da buradan gidip başka bir yerde oynarsanız daha iyi olur." Jason ve Saw hiç oralı olmadılar. Bunun üzerine bu nahoş sohbeti biraz daha sürdürmem gerektiğini anladım. "Ayrıca eğlenmek için bu saçma maskelere de ihtiyacınız olduğunu hiç sanmıyorum." Nihayet bu lafımla dikkatlerine nail olmuştum ki, birbirlerine bakıp alaycı bir tınıda kıkırdadılar. O an göz göze geldik. Plastik maskelerinin göz oyuklarından, televizyonun beyaz, tabletlerin mavi ışığı ile yıkanmış, popüler kültürle zehirlenmiş iyi/ kötü, doğru/yanlış kavramları tarumar olmuş; birer çift boş bakış süzülüyordu şimdi benden tarafa. Karşılarına geçmiş onlara diskur çeken bu yaşlı teyzenin anlamayacağı bir düzeyde olduklarını düşündükleri için yukardan bakan bir bakışla süzmeye devam ettiler beni.

Öyle kolay başlarından gitmeyeceğimi anlamış olacaklar ki, "Bir kere" dedi beriki, "Bu Katil Jason'ın maskesi, hani 13. Cuma'nın kahramanı var ya." "Yaa," dedim, bu yaşta bir çocuğun bu tür bir filmi seyretmiş olmasına şaşırarak ve üzülerek: "Peki düşük zekalı, yok etmekten başka hiçbir özelliği olmayan, tembel ve vahşet düşkünü bir katilin yüzünü neden kendi yüzüne taktın, çok tuhaf bir seçim bu." "Jason, geri zekâlı değil," diye atıldı, yüzünden düşmek üzere olan ve kendine bir hayli büyük gelen maskeyi tutup yüzüne yerleştirmeye çalışarak. Başımı salladım olumsuz anlamda, pek bilmiş bir ifade takınarak.

 "Bu Katil Jason'ın maskesi, hani 13. Cuma'nın kahramanı var ya."
"Bu Katil Jason'ın maskesi, hani 13. Cuma'nın kahramanı var ya."

"Filmi hiç de dikkatli izlememişsin. Jason'ın her anlamda yetersiz biri olduğu filmde defalarca dile getiriliyor ve ayrıca çok çirkin dedim, o yüzden o maskeyi takıyor. Söylesene kendine neden böyle bir kahraman seçtin? Yoksa sen de mi öyle olmak istiyorsun büyüyünce, kötü ve çirkin?'' Maskedeki oyuklardan süzülen bakışın bir an tüplü televizyon ekranı gibi karıncalandığını görür gibi oldum.

Ekran karıncalandı ve sonra karardı ve uzun bir bip sesi duyuldu. Hani eski tip televizyonlarda yayın bitince çıkan o tiz bitmek bilmez sinyal sesi vardır ya. Henüz zihni ve kalbi tamamen ele geçirilmemişti belli ki. Bu sefer bakışlarımı diğerine çevirdim, "Peki, ya sen? Neden o şeyi yüzüne taktın. Dünyayı kötülüklerden kurtaran bir sürü kahraman varken. Neden bu katil bozuntusunu seçtin?" Belli ki berikinin umurunda değildim. Beni görmezden ve duymazdan geliyordu. Ta ki o can alıcı soruyu sorana dek beni yok saymaya devam etti.

  • "Sahi anneniz babanız nerede sizin?" Bir an eli ayağına karıştı Testere'nin, kekeleyerek, "Ne oldu?" deyiverdi endişeyle, "Bizi şikâyet mi edeceksin?" "Yooo," dedim. Sesli şekilde ve devam ettim içimden sessizce, ailelerini arayan gözlerle çevreyi kolaçan ederken, "Sadece bu maskeleri çocuklarının takmasına izin veren anne babayı merak ettim.

"Çocuklar son sorum üzerine keyifleri kaçmış oldukları hâlde apar topar koşarak parktan çıkıp gözden uzaklaştılar.

Önde Jason ardından da Testere pantolonunu çeke çeke tabanları yağladı. Sonunda iki büklüm durmaktan tutulmuş belimi tutarak kaydırağın tünelinden çıktım ve gözlerimi kısarak, sahilde hala topuklarını popolarına vurarak kaçmakta olan iki kafadarı izledim. Küçük çocuklar kocaman açılmış meraklı ama rahatlamış gözlerle kaydırağın tepesinde dikilen bize bakıyorlardı. Havalı ve mağrur adımlarla kaydırağın merdivenlerinden ağır ağır indim, Jason ve Saw'dan kurtarmıştım parkı ne de olsa. Artık herkes güvendeydi. Park eski cıvıltısına kavuşması uzun sürmedi. Kızım ve diğer çocuklar kaldıkları yerden oynamaya devam ettiler.

Her şey tatlıya bağlanmıştı ama şu soru aklıma takılmıştı; çocuklar, neden dünyayı kötülüklerden kurtaran kahramanlardan birinin değil de dünyayı kötülüğe boğan karanlık kahramanlardan birini kendilerine yüz olarak seçmişlerdi? Bir vahşet fikrinin cazibesi nasıl olmuştu da sinema perdesinden yayılarak küçücük çocukları bile enfekte edebilmişti.

Önde Jason ardından da Testere pantolonunu çeke çeke tabanları yağladı.
Önde Jason ardından da Testere pantolonunu çeke çeke tabanları yağladı.

Her şey gibi, şerrin yayılışı da hızlandı. Popülaritesi de arttı. O gün o küçük çocukların taktığı sinema tarihinin ikonik katillerinin maskeleri bunun en masum kanıtıydı. Çevredeki küçük çocuklara verdikleri o tedirginlik hissi haylazca hoşlarına gitmişti, kendilerini güçlü ve tehditkâr hissediyorlardı o maske yüzlerindeyken. Yaşam seçimlerden ibaret ve bu seçimler sadece bir kişinin kaderini etkilemiyor, herkesi bir şekilde etkiliyor. Peki bu seçimleri yapmamızda etkili olan faktörler ne? Selaginella lepidophylla yani nam-ı diğer sahra çalısı, acaib-ül mahlukatın en acayiplerinden bir bitkidir. Bu sıra dışı çalı, çöl rüzgârları ile başıboş şekilde oradan oraya yüz seneye yakın sürüklenerek yaşayan canlı bir metafordur. Bu köksüz, kupkuru çalı, rüzgârın önünde, Sahra'nın uçsuz bucaksızlığında sürüklenir durur. Kadim Semud rüzgarlarının elinde oyuncak olur. Başıboş şekilde ordan oraya savrularak yaşar durur.

Yılda en fazla iki kez yağan cılız yağmurun oluşturduğu su birikintilerinden birine şans eseri denk gelirse de ne âlâ, tohumunu bırakma şansına ulaşır. Sahra çalısı, tüm yaşamını avare bir şekilde kızgın çöl kumlarında oradan oraya savrularak geçirir. Bu çalı, 21. yy'da insanlara önerilen yaşam tarzının âdeta bir prototipidir. Eğer çağımıza dair bir anlam arıyorsak onu sahra çalısının yaratılışında bulabiliriz. Birileri bizden rüzgârın önüne katıp sürüklediği köksüz çöl çalıları gibi olmamızı istiyor ve bunu özgürlük olarak tanımlıyor. Peki bizi savuran o rüzgâr ne? Kök salamamanın âcizliğini ve tembelliğini özgürlük diye pazarlayan dev bir reklam ajansına dönüşmüş durumda dünya. Bir rehavet içindeki bizleri köksüz çalılara dönüştürmek istiyorlar ama bunun için zor kullanmıyorlar.

  • Zaten en kolay yol bir sahra çalısına dönüşmek. Ne de olsa kök salmak zahmetlidir, emek ister, o kökleri toprağın içinde yürütmek, sert kayaları aşmak gerekir, sert rüzgarlara fırtınalara karşı savaş vermek gerekir.

Oysa bize önerilen yaşam köksüz bir sahra çalısı olmanın kaotik konforudur. Şerrin yayılışının bu kadar hızlı olması da buna bağlı, şerri meydana getirmek kolaydır. Bir şehri inşa etmek yüz yıl sürebilir ama imha etmek bir bombaya bakar. Kök salmak uzun zaman isteyen ve zahmetli bir iştir. Jason olmak kolay, Süpermen olmak zordur. Michalengelo, bugün Vatikan'da, San Pietro Kilisesi'nde sergilenen ünlü Pieta'sını iki yılda mermerden bin bir zahmetle yontmuştu. 1972 Yılında Laszlo Toth isminde kendini İsa Mesih sanan biri esere çekiçle saldırmış ve göz açıp kapayıncaya kadar 20 çekiç darbesiyle Meryem'e ciddi hasar vermişti. Doğu Türkistan'daki 13. yy'da yapımı yaklaşık 1 yıl süren Keriya Camisi'nin Çin Kominist Partisi'nin emriyle yerle bir edilmesi iki üç gün bile sürmemişti. Şevval'le parktan ayrılma zamanımız geldiğinde, eve dönmeden önce sahil boyunca küçük bir yürüyüş de yapalım dedik. Çağımızın hammaddesi aynı zamanda zamane insanının hammaddesi ile birdi.

Polimer bizim ana hammaddemiz hâline geldi: esneyebilir, ruhsuz ve pürüzsüz. Ve ateşe dayanıksız.

Gerçeklerle yüzleştiğimizde ve emek vermek, özveride bulunmak gerektiğinde ateşe atılmış leğen gibi şekilsizleşip eğilip büzüşerek eriyoruz. Bunları düşünerek yürürken, birden, Şevval az ötede yerde rüzgarla sürüklenen bir şeyi işaret etti. Daha dikkatli bakınca bunun biraz önceki çocuklardan birinin, maskesi olduğunun ayırdına vardım. Jason maskesi takan çocuk, artık Jason olmaktan vazgeçmişti anlaşılan. Bir şekilde maskenin maskesi düşmüştü.

Çocuk, bir sahra çalısı olmaktan vazgeçmişti. Seçimini yapmış ve maskeyi çıkarmıştı. Artık kök salmaya hazırdı. O melun maske şimdi öylece rüzgârın önünde tüm anlamsızlığıyla savruluyordu. Plastiğin doğada yok olması bir yüz yılı bulurdu. Eh biri onu görüp de Jason olmaya niyetlenmediği sürece- bir yüz yıl boyunca oradan oraya savrulup duracaktı.