Sağir Art Studio Uganda

Sağir Art Studio Uganda
Sağir Art Studio Uganda

İlk defa işitme engelli biriyle karşılaşmanın verdiği acemilik ve mahcubiyetlenasıl iletişim kuracağımı düşünürken birden bana sarılmıştı, birdenve sevimlice. Üzerimden acemiliğimi bir anda söküp almıştı. Telaşla, hepyanında taşıdığı çantasından kâğıt kalem çıkarıp kâğıda bir şeyler karalamayabaşladı: “Otursana, biraz konuşalım.”

Onunla Uganda’nın başkenti Kampala’da tanışmıştım. Yıl 2013.

Kampala’daki Türk Sena Vakfı’na her gün bilgisayar kursuna katılmak için geliyor, aynı zamanda vakıfta yapılan hayır faaliyetlerine katılıyor, kısacası tüm zamanını burada geçiriyordu.

Adı Denis’di. 20 yaşındaydı. Katolik’ti. Güzel sanatlarda okuyor, çok güzel portre çizimleri yapıyordu ve “sağır”dı.

Onunla tanıştırırken öyle demişti bana Osman, kulağıma eğilip, gizli bir sır verir gibi: “O sağır.”

İlk defa işitme engelli biriyle karşılaşmanın verdiği acemilik ve mahcubiyetle nasıl iletişim kuracağımı düşünürken birden bana sarılmıştı, birden ve sevimlice.

Üzerimden acemiliğimi bir anda söküp almıştı. Telaşla, hep yanında taşıdığı çantasından kâğıt kalem çıkarıp kâğıda bir şeyler karalamaya başladı. “Otursana, biraz konuşalım.”

Ve bundan sonra her muhabbetimiz dört kişilik olacaktı: Ben, Denis, kâğıt ve kalem.

Görmeliydiniz. Küçük kare bir masada karşılıklı oturmuş, tek kelime bile etmeden saatlerce kâğıda yazarak birbirimize soru soruyorduk. Bir o ben bir ben yazıyordum.

Nesin, kimsin, ne yapıyorsun, nerde yaşıyorsun, okul bitince ne yapacaksın, hayalin ne?

Artık her buluşmamız aşağı yukarı böyle geçiyordu Denis’le. Vakıfta buluşuyorduk. Kurs bitip herkes sınıftan dağıldıktan sonra, o ağır ter kokusunu yarıp Denis’in yanına gidiyor, güneş batıp o ev yoluna koyulana kadar devam ediyorduk konuşmaya.

Yine bir gün, yine hararetle, yine telaşlıca yazarken, yine alnımızdaki o küçük ter damlacıkları ardı ardına kâğıda bırakırken kendilerini, Denis aynen şunu yazmıştı kâğıda: “Müslüman olmak istiyorum.”

Karşı pencereden sızan güneş ışığından gözlerimi kısıp başımı kaldırdım. Emindi, gözlerinden ıskaladığı bir şeylere yetişmenin telaşı vardı. Gözlerinin içine baktım, derinlerine. Ciddi misin dedim evet dedi, emin misin dedim evet dedi.

Denis. 20 yaşındaydı. Kuruşu kuruşuna zorlanarak üniversite parasını ödüyordu. Sağırdı. Denis, 20 yaşındaydı. Yetimdi. HIV hastası yaşlı bir annenin yedi çocuğundan biriydi. Dilsizdi. Ciddiydi ve emindi.

Hemencecik üzerimdeki şoku atıp, kalemi aldım yazmaya.

“Repeat after me.”

“Ashadu”...

“İllallah’’...

“Ve ashadu”

“Rasulullah.”

Ben yazıyordum o benden sonra tekrar Kelime-i Şehadeti yazıyordu. Öyle ya hikâyemiz kâğıtla başlamıştı ve öyle de devam etmeliydi. Sonra dudaklarımı oku ve tekrarla dedim.

Ses çıkarmayarak sadece dudaklarımı oynatarak Kelime-i Şehadeti söyledim, o da tekrarladı. İlk defa o an duymuştum sesini. Hırıltıya benzer bir ses çıkmıştı boğazından.

Gülümsüyordu ve ben ilk defa sesini duymuştum. Hep sesli gülecekti bundan sonra, sadece gülerken sesini duyacaktım.

Kısa süre sonra güneş yine batmaya başlamış, gece şehre çökmeye başlamıştı. Ve ben o gece hiç uyuyamamıştım. Nasıl yani ya? Nasıl? Burada ekvatorun ortasında, bambaşka bir dünyanın içinde, kalbi şakır şakır şakıyan dili düğümlü birisi beni nasıl böyle şaşkına çeviriyordu?

Boğazım kurumuş, üzerimdeki tişört terden cımcılık olmuştu. Sonraki gün, beni gördüğünde telaşla beni çekip sınıfa götürdü. Korkmuştum. Acaba ailesini Müslüman olmasına razı gelmemiş miydi? Acaba vaz mı geçmişti? Kâğıdı çıkarıp yazmaya başladı: “Şimdi ben Müslüman oldum ya, adımı değiştirmem gerekiyor mu?”

Ohhh, demek problem buydu, “zorunlu değil ama bu genel bir durum, istersen değiştirebilirsin” dedim. “Yeni bir ad koyalım bana” dedi.

Bir an düşündükten sonra, “senin adın Bilal olsun dedim. Bilal sahabeydi ve Allah vergisi çok güzel bir sesi vardı, senin de Allah vergisi bir yeteneğin var dedim.”

Sevdi. Yine güldü. Yine duydum sesini.

Günler, aylar, yıllar geçiyor ve Bilal hayatta kalmak için mücadelesini sürdürüyordu. Uzun yıllar geçmesine rağmen hala konuşuyor, dünyalarımızı paylaşıyoruz.

Bilal okulunu bitirdi. Türkiye’de okumak için Türkiye burslarına başvurdu ama kabul edilmedi. Belki Türkiye’de dilsizler için üniversite yok, belki bursiyerleri belirleyen kurul engelinden dolayı Türkiye’de sorun yaşayacağını düşündü. Bilmiyorum. Ama Bilal vazgeçmedi. Her gün hayatın karşısına çıkardığı tüm zorluklara rağmen hayallerini gerçekleştirmek için çabalıyor.

Ve başarıyor. Hep hayali olan sanat stüdyosunu açtı yakın zamanda. O güzel resimlerini çizmeye devam edecek, grafik işlerini öğrenecek, vesikalık fotoğraf çekecek. Akşam evine mutlu dönecek ve annesine ilaç alabilecek kadar parası olacak.

Ama hayat bu ya, tam rahat bir nefes alacakken bu sefer yeni bir sorun çıkardı karşısına.

Bilal, küçük ekmek teknesi ile evi arasındaki uzun mesafeden dolayı her gün yaklaşık 12 km yolu tepiyor. Geçenlerde bir bisikletim olsa iyi olurdu dedi. Bir bisikletim olsa, onunla giderdim işime, daha iyi olurdu. Bir bisikleti olsa...

Sen Cins okuru, Bilal’in bir bisikleti olsa iyi olurdu. Bil istedim.