Sabah uyanır uyanmaz bir suç aramak

​Sabah uyanır uyanmaz bir suç aramak.
​Sabah uyanır uyanmaz bir suç aramak.

Başımıza gelen her şey bizim yapıp ettiklerimizden dolayıdır. Başımıza gelen her şeyden biz sorumluyuz. Bu cümle bir suçlama gibi görünse de temelde mesuliyeti alan, Allah’ın insana verdiği halledebilme kabiliyetine işaret ediyor. Başkalarına göre mutlu olan, mutsuz olan hiç kimse hür değildir. Buna insanlar gibi ülkeler de dahildir.

Okuma yazma seferberliği yahut okumaya dair bir övgü gördüğümde gülüyorum. Okumak insanın kendiliğini onurlandıran bir şey olsaydı kesinlikle herkese sunulmazdı. Bugün okumak, bir insanı olumsuz etkiye açık hâle getirmek, bir insanı dönüştürmek için kullanılıyor. Okuma yazma bilmeyen bir insanın dönüşümü daha maliyetli olduğu için herkese okuma yazma öğretiliyor. Okuma yazma bilmeyen insanı dönüştürmek için kullanılan bomba, defter kitaptan daha pahalı çünkü. Ayrıca okumak deyince aklınıza kitap okumak geliyorsa yolun başında bile değilsiniz demektir. Okumak; kitaptan, cümleden, harften önce başlar. “Okumayı bilen bağışlanamaz”.

Türkçe’de öfkelenmekle ilgili deyimler bizi genellikle “baş”a götürüyor. “Tepemin tasını attırma”, “kan beynime sıçradı” vs. Japonca ’da ise bizi mideye götürüyor. Öfke; Türkçe konuşan bir insanın beynini etkilerken, Japonca konuşan bir insanın midesini etkiliyor. Bu arada baş yani kafa erkeği, babayı ve dışarıyı temsil eden bir organken, mide ise kadını, anneyi ve içeriyi temsil ediyor. Biz öfkelendiğimizde patlarız. Bir Japon ise içine atar. Dil, her şeydir. Japon olsaydık öfkelendiğimizde midemiz yara alacaktı. Türkçeyi unuttuysak, içe attıysak, midelerimiz çoktan etkilenmiş olabilir. Çünkü içine atmak Türkçede çok yaygın ifade imkânı bulan bir durum değil. Dil ile ifade edilemeyen her şey biyolojik bir çıktıyla gösterir kendini. İçe atılan, dille ifade edilmeyen, bedenle atılır. Bunu bir arkadaşıma anlattığımda beni desteklemek adına şu örneği vermişti: “Türkler kafaya sıkar, Japonlar mideden harakiri yapar.”

Sabah uyandığımda yüzümü yıkar yıkamaz beynim hafıza kataloğundan bir suç aramaya başlıyor. Bir çocuk gibi beynimi izliyorum. Onu avlamaya çalışıyorum. Özellikle günün suyla olan ilk temasında yani yüz yıkama esnasında konuşmaya başlıyor. Güncel bir suçluluk bulamayınca çocukluğuma götürüyor beni. Gözüne kum kaçıp kör olan arkadaşımı neden kurtarmadığımı soruyor. Neredeyse suçu bana atacak. 5 yaşında olduğumu söylüyorum.

Kim neyden şikâyet ediyorsa sorun ondadır. Bu da ikinci mayın. Ataullah İskenderî hazretlerinde geçiyordu sanırım: Bizde olmayan bir şeyi karşımızda göremeyiz diye. O yüzden birisini tanımanın en kolay yolu eleştirdiği şeylere bakmak, şikâyetlerini dinlemek. En kök formumuzla oradayız. Ama aynı zamanda şikâyet edebilen, o sorunu çözebilme ehliyetine sahiptir. Bu bilinç seviyesidir. Bilinç, şuur, şair. Sadece hasta ve mağdur olduğunda sevilen çocuklar, yetişkinliklerinde de sevgi ihtiyaçlarını karşılamak için farkında olmadan bu hayat biçimini devam ettiriyorlar. Bu bir yaşam formu haline geliyor. Türkiye şu an bir insan tipine benzeseydi bu insan tipine benzerdi.

Şiddet (fiilin ve duygunun fiziksel bağlamda etkisinin arttığı hâl) dünyada her zaman vardı ve sonsuza kadar da devam edecek. İnsanın şiddeti bitse, yaratılmanın son şiddeti olan kıyamet var. Şiddeti yalnızca olumsuz anlamda kullanıyoruz. Fakat iyiliğin, çalışmanın, koşturmanın, rollerin de şiddeti vardır. İyi bir baba olmanın şiddeti, bir inşaat işçisinin taşa vurduğunda çıkardığı sesin şiddeti gibi. Kural 1: Şiddet ortadan kalkmaz. Kural 2: Dışarda şiddet yoksa, şiddet içerdedir. Eğer bizler bütün gün masabaşı işlerde çalışıyorsak, gündelik şiddetimizi gerçekleştirmiyorsak (ağır kaldırmak, koşmak, uzaktaki birine bağırmak) o şiddet ifade edilmediğinde içeriye döner. Bu yüzden modernliklerini tamamlamamış yahut bundan “mahrum!” kalmış topluluklarda psikolojik sorunlar daha azdır. Çünkü şiddet dışardadır. Panik Atak hastası bir Afgan hayal edebiliyor musunuz? Peki fiillerle dolu bir dil olan Türkçe ne diyor bize? Türkçeye teslim olacak mıyız? Serbest kalacak mıyız?

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım