Roman anlamak için değil, hissetmek için okunur

Roman anlamak için değil, hissetmek için okunur
Roman anlamak için değil, hissetmek için okunur

Roman okuyan çocuğa sorulacak doğru soru, “Ne hissettin?” olmalıdır. Roman anlamaktan çok hissetmeye hizmet eder. Bir şeyler anlamak, öğrenmek için roman okumak keçi boynuzu yemek gibidir. Yani çok çaba sarf eder, az ürün elde eder kişi romanı anlamak için okuyorsa.

Roman okuduktan sonra nedense hep bir bulut çöküyor üzerime. Bulutun dağılması iki gün sürüyor. O buluttan geriye kalanlar okumamın ganimetleri herhalde diye düşünüyorum.

Bizim lise çağlarımızda roman okumayı boş iş olarak gören hocalarımız vardı. Onlar, roman okuyunca ne anladığımızı sorarlardı. Biz de ıkına sıkıla anladığımızı anlatmaya çalışırdık. Oysa roman okuyan çocuğa sorulacak doğru soru, “Ne hissettin?” olmalıdır. Roman anlamaktan çok hissetmeye hizmet eder. Bir şeyler anlamak, öğrenmek için roman okumak keçi boynuzu yemek gibidir. Yani çok çaba sarf eder, az ürün elde eder kişi romanı anlamak için okuyorsa. Ama kişi hissetmeye alışırsa, okuduğu metinden hissesini de alıyor. İşte yazının başında söylediğim benim hissiyatım her romandan sonra bir bulut oluyor; ama dediğim gibi iki gün içinde o bulut dağılıyor. Sonra artık roman kafamda dönüp durmaya başlıyor. Bir hafta on gün sonra ise herhalde kafamda, kalbimde gerekli yeri buluyor. Ve roman duruluyor. Artık sahneler daha belirgin, diyaloglar kalıcı olmaya başlıyor.

Bazı okurlar romanın ilk cümlesini hiç unutmazlar. Bende cümle cümle bir iz kalmıyor. Daha çok nakış gibi bir hal oluyor. Sanki roman zihnime, kalbime nakışlar bırakıyor. O nakışlar sonra hiç umulmadık yerde karşıma çıkıyor. Bu arada beni en çok etkileyen yüzlerdir. İnsanların yüzleri ve tavırları bir araya gelip manalar oluşturuyorlar; ama elleri ve kıyafetleri ve hatta mekânlar bile o kadar kalıcı olmuyor. Hele tabiat tasvirleri tamamen silinip gidiyor. O sebepten tabiat tasvirleri sadece romana başlamaya bir peşrev gibi geliyor bana. Tabiat tasviri bitecek ve gerçek roman metni ile karşı karşıya kalacağım gibi hissediyorum.

Liseden kalma alışkanlıkla roman okumaya mesafeli olan ben şimdi bir iş bir aş gibi şifa gibi roman hikâye okuyorum. İş gibi okuyorum çünkü ben de yazıyorum. Aş gibi okuyorum gerçekten zihnimdeki boşluğu doyuruyor roman ve hikayeler. Şifa gibi okuyorum çünkü aklıma takılan sorular havada asılı cevaplanmayı beklerken romanın sayfaları arasında kendilerine cevaplar buluyorlar.

Bir başka mesele de hatırat okumak. Romanda yaşadıklarımı hatıra okurken yaşamıyorum. Hatıra okumayı bitirince herhangi bir bulut yüklenmiyor omuzlarıma. Hatıra okuduktan sonra bir ses çıkarmam gerekse ve bir tek o sesle hissiyatımı anlatmam gerekse “hımm” derdim herhalde. Buradan da anlaşılıyor ki hatıra okumaktaki amaç hissetmek değil, anlamak, öğrenmektir. O sebepten “hımm” diyorum. Hatırat okumayı alışkanlık haline getirmişleri gözlemliyorum. Bir meslek grubuna ait kişilerin hatıralarını okumayı tercih edenler olduğu gibi türlü çeşit insanın hatıralarını okuyan insanlar da var. Aslında mesele biraz da yorulmaktır. Yani her hatıratı okuyunca bir yorgunluk oluyor gibime geliyor. Onun için yavaş yavaş seçmece yapıyorlar.

Roman okurken de seçmece yapılır ama ilginç olan şu ki ne kadar çok roman okursanız bu sizde bir karışıklığa veya yorgunluğa sebep olmaz. Bahçeye her renkten çiçek dikmiş olursunuz. Yorulmak hatırat okumaya mahsus bir durum; çünkü hatırat anlamak için okunur ve anlamak insanı yorar. Böylesi bir yorgunluğun ilacı da herhalde yine kurmaca metin okumaktır.

Hatırat yazmanın genel geçer kuralları var mıdır? Yoksa kişi lafa istediği yerden başlayabilir mi? Bence hatırat yazmanın bir kuralı yok. Türkçe düzgün olsun yeter; ama roman, hikâye yazmanın kuralları vardır. Nerden çıkmıştır bu kurallar? İnsanlar yaza yaza öğrenmiştir bu kuralları. Araştırmacılar kurmaca yazmanın kurallarını anlatırken hepsi bu kuralın ilk kez kimin tarafından ortaya konduğunu söyler. Yani roman yazarken, hikâye yazarken uygulanan kurallar yol açıcı, öncü yazarlar tarafından ortaya konulmuştur. Yani önce metin ortaya konur, sonra o metinden yazım teknikleri çıkartılır. Araştırmacılar, uzamanlar bu tekniklerin hepsini bilebilir ama son teknik budur diyemezler. Çünkü yazar adedince yeni teknik ortaya çıkma ihtimali vardır. Hani meşhur tabir vardır ya “kuramdan roman çıkmaz” ama romandan kuram çıkıyor herhalde diyebiliriz.

Kişi hatırat da okusa roman da okusa hissetmenin kıymetini bilmelidir. Ve artık roman okuyanlara ne anladın demek yerine ne hissettin diye sorulmalıdır.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım