Reels: 3 Foucault: 0

Reels: 3 Foucault: 0
Reels: 3 Foucault: 0

Kahramanlığın üstünlüğüne talip değil artık genç insanlar. Onları, figüran olmanın konforu cezbediyor. Ekran karşısına geçip gösterebildikleri otistik gözyaşları ve öfkeleri dışında hiçbir sahici semptomları yok.

Yeni doğmuş bebekler kendilerini besleyen kişiyi severler. Çocuklar yemeği pişiren ya da getirenden ziyade, açlıklarını gideren o yemeğin kendisine sevgi beslediklerinde, bu durumu bir olgunlaşma belirtisi sayarız. Yetişkinlikteyse süreç tersine işler.

Gençlik; umudu ve tehlikeyi belinde silah gibi taşımak demektir aynı zamanda. Arzunun bir gölge gibi peşimizi bırakmadığı ama bir türlü de sabaha ulaşılamayan bir karanlık gibi biraz. Aydınlık, gölgelerin kıyameti demektir. Ve gençken hiçbir şey kendiliğinden aydınlık değildir. Bir gölgeler Rönesans’ı olarak gelir bizi bulur, bize bir dünya oluşturur. Gençlik; çocukluğumuzu ihtiyarlığımıza bağlayan bir betimlemedir. Usta edebiyatçılar bilir ki; fazla betimleme yapmak, az betimleme yapmak kadar kolaydır. Hatta belki de daha kolaydır. Kolay olanı çocuklarda ve ihtiyarlarda görürüz. Onlar betimleme fabrikaları gibi çalışırlar. Oysa sokaklarda, caddelerde akan hayat; optimum tasvire ulaşır ve bir eylemlilik üzerine kuruludur. Gençlik bir berceste gibi; çocukluk ve ihtiyarlıksa on dokuzuncu yüzyıl romanları gibi betimler.

Özellikle betimleme metaforunda ısrar etmemin bir sebebi mutlaka var. Çünkü dijital dünya sözün itibarını rehin aldığından beri dilin özel imkânları görüntünün sıradan imkânlarına dönüştü. Kamera oluşturduğu gerçekle, gençlik tanımını da metamorfoza uğrattı. Kameranın icadından sonra betimleme bir hayal dizaynı değil, gerçeğin pürüzsüzleştirilmesi olarak anlam kazandı. Bir neo-betimleme olarak fotoşoplar sadece tek kişilik hikâyeler meydana getirmeye yaradı.

Genç, eylem gücü olan demek. Hayalleri olan demek. Hayallerini eylemlerinin jeneratörü yapan demek. Tekno-kültürel habitat tek tek hepimizi birer çevrimiçi yaratıklara dönüştürüp bizi ya yaşlandırıyor ya bebekleştiriyor. Çevrimiçi dünya, eyleme yeteneğimizi kısırlaştırıp gençliklerimizi sömürüyor. Kapitalizmin mevcut son versiyonu bu konuda hiç fire vermiyor. Hiç sektirmiyor. Her ama her gün birçok insan hayatlarının ve umutlarının ne kadar sefilleştiği üzerinde düşünmeye gerek bile duymadan kavrıyor dünyayı. 7/24 çevrimiçi ağın gence tahammülü yok. Eyleyen, hayal eden failleri şeytanlaştırıyor. Sadece müşterilerden oluşan bir kompleks haline getirmeye çalışıyor yaşadığımız zamanı. Gencin hayalini kampanyaların uğultusu bastırıyor.

Yapılan bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, Z kuşağının yaşama sevinciyle mumyaların yaşama sevinci arasındaki makas giderek daralıyor. Çünkü yapılan her bilimsel çalışma bizden bir veri, bir data olarak bahsediyor. Oysa datanın ümidi yoktur. Bir yaz akşamı gün batarken çocukluğuna gidemez hiçbir data. İşte genç, bu bilimsel zorbalığın içinde kayboluyor. Ufku ve zihni dağılıyor. İnternet ezici bir çoğunlukla şahsi ve özel amaç veya hedeflerden başka amaç ve hedefler hayal edebilmekten aciz, kendi ilgi ve çıkarlarına gömülü yeni bir gençlik paterni oluşturuyor.

Dijital kültür, bireylere toplumun mevcut halini kabul ettirmek için çabalayan bir reklam ajansıdır. Devrim fikrini bloke eder. Gençliğin dönüştürücü ve yapıcı coşkusunu imha eder. Sosyal medyada devrimci özne yoktur. Kahramanın ölümü temalı entelektüel tartışmalar biraz da bu perspektiften okunmalı. Potansiyel kahramanları iğdiş edilmiş bir toplumsallıkta yaşıyoruz artık.

Aime Cesaire’in de dediği gibi; “Onlar ilerlemeden, tedavi edilen hastalıklardan, inşa edilen yollardan, geliştirilen hayat standartlarından bahsediyorlar. Bense özü boşaltılmış toplumlardan, ayaklar altına alınan kültürlerden, tahrip edilen kurumlardan, el konulan topraklardan, silinip giden olağanüstü imkânlardan bahsediyorum.” Utanmayı bilen hiçbir insan artık medeniyetin üstünlüğünden bahsetmiyor. Medeniyet, dört ayda on beş bin çocuk öldürmek demektir. Eğer yeryüzünde gerçek gençlerden müteşekkil halklar var olsaydı bambaşka bir dünyada yaşıyor olacaktık. Kahramanlığın üstünlüğüne talip değil artık genç insanlar. Onları, figüran olmanın konforu cezbediyor. Ekran karşısına geçip gösterebildikleri otistik gözyaşları ve öfkeleri dışında hiçbir sahici semptomları yok.

Teknolojinin çok suçu var. Ama en kötüsü davranışların kitlesel olarak üretilmesine imkân sağlaması galiba. Özgün, kendine has, orijinal yaşama biçimleri tarih oldu. Bunun yanı sıra davranışlarımız ve tepkilerimiz hatta duygu durumlarımız bile tek tipleşti. Robot hayatına ramak kala yaşayan canlılar olarak soluk alıp veriyoruz. Böylesi bir vasatta başkalarını gerçekten sevebilen, geleceğe dair hayalleri olan, iradesine ipotek konmamış kişilere yani gençlere acaba nerede rastlamak mümkün olacak?

Haz ve acı bedenin yüklemleridir. Yaşadığımız dünyada sinirsel sarfiyat yani stres, fiziksel sarfiyatın üstüne çıkmış durumda. Kas kaynakları, gym salonları dışında kullanılmaz hale geldi. Kas kullanımı yerini makinelerin sağladığı bitimsiz enerjinin kontrolüne bıraktı. Yürümek ve koşmak gibi en temel beden teknikleri bile gereksiz görülüyor artık. Makineler önce bedeni sonra ruhu edilgen hale getirdi, getiriyor. Bütün bu manzaranın sonucunda işsiz güçsüz kalan beden bir kaygıya dönüşüyor. Kaygı dolu bireyler arasından gençliğin kaybolup gitmesi kaçınılmazdır. Gençliğin dinamizminin yaşadığımız edilgenlikte kendine yer bulması çok ütopik ve mümkün değil.

Foucault “İktidar her yerdedir.” demişti. Ve eklemişti: “Bölüne bölüne çoğalır.” Foucault hem haklı hem mağlup. O iktidarı alaşağı edebilecek bir faili tarihe çağırmak için metin üretme heveslisi bir entelektüeldi. Zaman onun söylediklerini tuzla buz etti. İktidar mitoz bölündü akıllı telefon sahibi her kişi bir mikro iktidara dönüştü. Narsisizm, kişilik bozukluğu olmaktan çıktı ve kişiliğin yakıtı haline geldi. Skorbord, ham maddesi hayal kurmak olan sanatın ve felsefenin mağlup olduğunu ilan ediyor. Gençlik mi? O, ekranlardan anlam ve özgüven ithal etmekle meşgul. Very busy...

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım