Put kırma töreni: Ataol Behramoğlu ve sessizlikler
Özeleştiri yapmak, kendilik algısı gerçekçi kişilerin işi.Yapay gerçekliklerin içinde kendine loca ayırtan herkes, suçu; kendi idea’sına göre karanlıktan kalmış kesimde arayacaktır.
“Aydın” denilen öznenin hangi mertebede olduğu Tanzimat Fermanı’nın bir avuç bürokrata okunduğundan beri tartışılagelmiştir. Aydın, ışığını Doğu’dan alıp Batı’ya mı verir, Batı’dan alıp Doğu’ya mı verir meselesi entelektüel tarihimizde hayli yer işgal etmiş bir sarsıntı. Bu diyalektlere verilen her cevap yeni yeni sorulara gebe olmakla beraber, günümüzde “politik doğruculuk” adı altında gelişen “fincancı katırlarını ürkütmeme” tavrı bütün duruşların silikleştiği bir alanda kendisini gösteriyor. Geçmişte, sosyal sınıfların cemiyete tahakkümünü tamamen ortadan kaldırmayı amaçlayanlar, anti-Amerikancılar, “Yankee Go Home!” diye haykırarak gökyüzüne çeviklik katanlar bugün neo-liberal sermayeyi ürkütmemenin telaşı içindeler. Belki de hep öylelerdi, emin olamıyoruz bundan. Bu şüphelerimizi destekleyecek argümanlara rastlayabiliyoruz. Enis Akın’ın bir otomobil reklamından hareketle yaptığı tespitler, şüphelerimizi derinleştirecek cinsten.
2006 yılında bir otomobil markası “GO” [GİT] adında bir reklam kampanyası başlatır. Turgut Uyar, Ataol Behramoğlu ve Metin Altınok’un şiirleri vardır reklamda. Turgut Uyar’ın Uzak Kaderler İçin, Metin Altınok’un Sondeyiş şiirleri.
“Sosyalist” şair?
“Can Dündar 02 Eylül 2006 tarihli Milliyet Gazetesinde “GO” kampanyasıyla ilgili olarak “Sadece o şiirlerin değil, şairlerinin de ideolojik olarak karşı oldukları bir tüketim kampanyasında kullanılmasını yanlış buluyorum” diye yazarken, bu şairlerin birinin hayatta olduğunu ve şiirlerinin bir reklamda kullanılmasına hiç de “ideolojik olarak” karşı olmadığını (hatta bilfiil bundan maddi kazanç elde ettiğini; etmiş olduğu olasılığını) göz ardı ediyordu. Devrimci gençliğinde ressamları bir petrol şirketinin açtığı resim yarışmasını protestoya çağıran “sosyalist” bir şair, eğer şiiri bir otomobil markasının reklamına izinsiz alınmış olsaydı herhalde sesini yükseltirdi.” Enis Akın’ın bu itirazı son derece yerindedir. Üstelik bugün sosyal medyada mısralarını yanlış paylaşan ya da kendisine ait olmayan sözleri paylaşan okuyucuları sürekli uyaran şair aynı hassasiyeti o reklamda göstermemiştir. Reklamda Behramoğlu’nun Ben Mi? Evet… şiirinden mısralar bazı mısralar atılmıştır. Şair bunun karşısında sessiz kalmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 4-6 yaş arasındaki kız çocukları için düzenlediği Kur’an Kursu Şenlikleri’ni Cumhuriyet gazetesinin “Çocuklar Risk Altında” haberini paylaşarak bir kötülük timsali olarak yansıtan Ataol Behramoğlu’nun; ailesi tarafından henüz 2 yaşında LGBT yürüyüşlerine götürülen ve küçük yaşlardan itibaren barlarda sahne alan Desmond Napoles için söyleyeceği hiçbir şey olmayacaktır. Zira Behramoğlu’nun “Go Home!” dediği Yankee’nin evimize çöreklenmesiyle hiçbir sorunu yok. Neo-liberal küresel sermayenin “Senin olanın içini oy ve oluşan koca oyuğun kenarında söylem üret.” ideali, Türkiye İşçi Partisi üyeliği 1962 yılında başlayan Behramoğlu için göze hoş gelen bir “freedom” hareketi.
Demokles’in kılıcını görüp susmak
Şair, şiirinde “Duvarlara çarparak büyüyor düşüncelerim.” diyor. Duvarlara çarpa çarpa büyüdüğüne inanılan bu yüksek ideal, bugün hangi çeperi zorluyor? Sınıfsız bir toplumun savunuculuğunu yapmış birinin “köylü, çıkarcı-tutucu kasabalı, yoksul-bilinçsiz varoş, bugün işi tıkırında euro sahibi yurt dışındaki Türk, piyon olarak kullanılan mülteci ve parayla T.C. yurttaşlığı alan zengin- gerici Arap” gibi ne olduğunu kimsenin anlamadığı, kendisine de sorsan temellendiremeyeceğinden emin olduğumuz sınıfsal yapıları, seçim üzerinden bölüp üstten bakan bir kent soylu anlayışla hedef gösterdiği tweet hatırımızda. Çünkü tutucu biri mutlaka çıkarcıdır, yani mesela Halide Edip’in, Yakup Kadri’nin romanlarında Yunanla iş birliği yapan mutlaka o köyün veya kasabanın din adamıdır. Bu “tutucu” adam kendi sınıfsal konforu için düşmanla iş birliği de yapar, feodal ağanın halkın üzerinden büyüttüğü sermayeyi peşkeş çekmesine de göz yumar. Bu yave her zaman kabul görmüştür. Ucuz ve basit kategorize etmelerle çarkını işleten zihin, yüzyıl sonra bütün değişkenler farklı olsa da kendisini gösterecektir. “Yoksul-bilinçsiz varoş” yani sahip olduğu o yüce hasletlere ve imkanlara sahip olmadığı için, Behramoğlu’nun bir sınıf etiketiyle aşağıladığı kesim. Hani sınıflar arasındaki çizgiler belirsizleşmeli, sonunda yok olmalıydı ve hani proleteryanın zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi yoktu? 70’lerdeki halkın dostları, deve dişi gibi adamlar olmalarının kendilerine verdiği Demokles’in kılıcı vasfıyla fildişi kulelerinden sınıflar inşa edip cemiyetin mensuplarını bu sınıflara mahkûm ediyorlar.
Kültürel emperyalizmin nüfuz etme araçlarını dizilere ve filmlere evirdiği şu zamanlarda, Disney+’ın Atatürk dizisini yayın programından kaldırmasına çok şaşırıldı. Halbuki şaşırılacak bir durum yok, her şey naylondandı o kadar. Durumun kendine içkin dinamikleri gereğince olması gereken, oldu. Lakin şaşırılacak durum şurada: Güzel ülkemizin ışığını nereden aldığı meçhul aydın, iklim aktivisti, LGBT savunucusu, özgürlüğün gösteri peygamberliğine soyunmuş kesimi yarınlar yokmuşçasına sustu. “Düşüncülerimi söylersem dünya ayağa kalkar.” gibi ilkokul çocuğunun ödev yapmama bahaneleri inandırıcılığında argümanlarla kendilerini aklamaya çalıştılar.
Cumhuriyet’in ‘Militan’ sesi Ataol Behramoğlu
Peki, Cumhuriyet’in militan sesi Ataol Behramoğlu, bu dizinin yayını konusunda yapılan engelleme karşısında sesini çıkardı mı? Cevabı herhalde biliyorsunuz. 70’lerin başında samimiyetle anti-Amerikancılığın, anti-emperyalizmin sözcülüğünü ve hatta Halkın Dostları ve Militan gibi dergileri çıkararak kalemşörlüğünü yapan Behramoğlu, Ermeni diaspora lobisinin; nüfuzunu kullanarak bu dizinin yayınını engellemesi karşısında hangi sayhayı kopardı? Bu sayha koptu da biz mi duymadık? Tabii ki hayır, hiçbir şey kopmadı. Her şey, politik doğruculuğun yumuşacık ve konformist kucağında seyrediyor; çünkü Behramoğlu sayha koparsa hâkim sermayenin kültür endüstrisi onun da daralan yerini yakıp yıkacak. Ömrünün bakır çağında Cumhuriyet’teki küçücük köşesini muhafaza etmek, fincancı katırlarını incitmekten çok daha konforlu. Behramoğlu’nun derdi neo-liberal sistemin insanın vicdanını, ahlakını, öz saygısını öğütücü vasıflarına savaş açmak değil; özgürlük temini adı altında toplumun kolektif bilincini yok etme hareketinin küçük bir sesi olma.
70’lerdeki büyük idealleriyle değişim, dönüşüm ve diyalektik materyalizmin bütün gereklerinin savunucusu olan Behramoğlu, genel başkanlığının 12. yılında kaybettiği seçim sayılarıyla traji-komik bir duruma düşen liderin en başta gelen destekçisi oldu. Çünkü onun için, kalp işareti yapan, bütün özgürlüklerin kapısını güler yüzle aralayan birileri gelmeli ve ülkeyi karanlıktan kurtarmalıydı. Rüyadan acı bir şekilde uyandı. Zerre öz eleştiri yapmadan sessizliğe büründü. Kitleleri olmayacak şeyler inandıran her “aktivist”in yaptığı gibi… Zira özeleştiri yapmak, kendilik algısı gerçekçi kişilerin işi. Yapay gerçekliklerin içinde kendine loca ayırtan herkes, suçu; kendi idea’sına göre karanlıktan kalmış kesimde arayacaktır.
Katı olan her şey buharlaşırken kendine ayrı bir bilinç sahası kurgulayıp oradan Demokles’in kılıcını sallayan herkes de buharlaşacaktır.