Post-Mortemizm

Post-Mortemizm
Post-Mortemizm

Eğer Siyon zombi filmleri ileride sinema perdelerinde boy göstermeye başlarsa burada zombiler Holocoust kurbanları ile aynı surete bürünmüş Filistinli soykırım mağdurları değil Siyon askerleri olacaktır.

‘‘Batsın bu dünya’’

İnsanlar, dünyevi olanın uhrevi olanı bir yamyam gibi çiğneyip tükürmeye başladığını gördüklerinde ve buna ‘‘dur’’ diyecek gücü bulamadıklarında içlerinde simsiyah bir arzu dolaşmaya başlar. Aman vermez bir yok oluş arzusudur bu. İnsanın karanlık yanı olan nefsinin doymak bilmez açlığının getirdiği yıkım ve zalimlik, küresel felaketler çığırından çıktığında; mazlumun ahı gökkubbeyi inletirken vicdanın eli kolu bağlı olduğunda ve insanın yaratılışının temel öğesi olan ‘iyilik’, yokuluş tehdidi ile karşı karşıya kaldığında bu istek kıvılcımlanır insanın ruhunda. İnsanın vicdanını azap alevleri sardığında, dünya ile birlikte içindeki her şeyin yok olmasını dilemeye başlar içten içe. Orhan Gencebay’ın nam-ı diğer Orhan Baba’nın dediği gibi , ‘batsın bu dünya’ diye bir feryat yankılanır içimizin derinliklerinde.

Işığı yiyen karanlığın durdurulması için dünyadan ve içindeki her şeyden feragat etmektir bu. Her şeyin ölümlü olduğu bu sınırlı dünyada, yaşanan sınırsız zulmü tek durdurma yolu bu gibi görünür çünkü. Artık insani sınırlar ihlal edilmiştir. Yürek dayanmaz iyiliğin katline. Bu ahlaksız yıkım ancak başka bir yıkım ile sonlandırılabilir artık. Topyekün bir yok oluş cezası ile durdurulabilir bu çivisinden çıkmışlık. ‘‘Dünyanın batması’’ tek çaredir artık. Pire için yatağı yorganı yakmak gibi; zulmün artışını, zararlı olanın istilasını durdurmanın tek yolu budur çünkü. ‘Dur’ deme arzusunun nihayi sonucudur bu. Dünyanın içindeki her şey ile birlikte yok oluşu olan kıyamet elbette imkânsız bir hayal değil, her an gerçekleşebilecek bir gerçeklik. Kadrajı geniş tutarsak evrenin bile içindeki her şey ile birlikte her an yok olma ihtimalinin olduğunu bilmek, göz önünde bulundurmak için ezoterik bir bakışa da sahip olmaya gerek yok. Uzayda serseri kurşun gibi dolaşan bir göktaşı gezegenimizin kıyametini gerçekleştirmeye yetebilir ki Terier’in Melankoli adlı filminde, bir gezegenin dünyaya çarpmasına ramak kala bir dönemi, seküler bir kıyamet senaryosunu seyrederiz.

Eskatoloji, Dünya’nın sonuna ilişkin olayların öğretisidir. Yunanca “son şeyler” anlamına gelen “eskhato” kelimesinden türeyen eskatoloji, içinde bulunduğumuz dünyanın sonunun ve yıkılışının öğretisidir. Sonu kısa, net olan uzun bir hikayedir kıyamet. Ve ‘‘ölümlerden ölüm beğenmek’’ gibi bir eylemi gerçekleştirebileceğiniz uçsuz bucaksız senaryoların kol gezdiği bir diyardır. Başka bir yazımızda onun bir haritasını çıkaracağız. Seküler eskotoloji ve ilahi eskatolojinin dehlizlerinde gezineceğiz; bu geniş arazinin şimdilik bir kısmı bu yazıyı ilgilendiriyor: Ölmeyen ölülerin çürümüş gırtlaklarından hırıltılar saçarak ve ayaklarını sürüyerek gezdiği tekinsiz bir dünya ile.

Ruhun katli

Zombi kavramının Karayipler’in yerel batıl inançlarından dünyaya yayılmaya başlaması 1800’lü yılların son dönemine denk gelir. Amerikalı tüccarların Haiti’ye olan açgözlü ilgisi ile de Amerikan edebiyatına giriş yapar. ‘‘Zombie, ABD’nin ucuz romanlar basan yayınevlerinin matbaalarından fışkırıp dalgalar halinde yayılan anonim söylemin ürünüdür’’1 ilk olarak bu romanlar, zombiyi efendisine köle eden voodoo büyüsü üzerine tekrarlanan folklorik unsurlar üzerinden yazılmaya başlandı. İlk olarak 1900’lerin başında yani türün ilk döneminde, emperyalizmin bir eleştirisi olarak metaforlaştı. Köleliğin ve sömürgeci mülksüzleştirmenin katliamlarla dolu içeriğinin muallak yaratığı olarak karşımızda duruyordu. Kölelik ve kontrol nosyonu emperyalist düzenin toplumsal bir yansımasıydı. Bu ölü olmayan ölü, hükmetme ve kontrol hırsı ile dolu efendisi tarafından yönetilen bir kölenin temsili idi.

1945’lere gelindiğinde metafor mutasyon geçirdi. Zombinin temsili artık kölelikten ibaret değildi. Artık tarlalarda çalıştırılan, işkence ve zulümle yaşamı elinden alınmış ruhu katledilmiş bir bedenden ibaret değildi. Zavallılık özelliği yitip gitmişti. Kütleden kitleye doğru bir yol alışa girdi. Yaşanan her iki dünya savaşı da dünya algısını değiştirince zombi bir ‘imkansız kavram’ olarak yeni bir metafor ile zenginleşti. Artık yeniden canlanmış bedenlerin, toprağın altından çıkarıp tüm kokuşmuşluğu ve doyumsuzluğu ile yaşayanlara saldıran bir yaratığa; nihilizmin yıkıcılığını kendi varoluşunun asıl nüvesi yapan bir güruha dönüşmüştü. Topluluk özelliğini yitirmişti onlar sadece bir güruhtu. Kavramın, artık modern dünyanın alegorik figürlerinden birine dönüşmesi de bu değişim ile başlar. İlk çıkışında sömürülenin metaforu iken, artık sadece ezilen bir kitlenin tanımına sığmamaya başlamıştır.

Uzun yıllar süren ve dünyayı bir cehenneme çeviren savaşın son demlerinde İngiliz ve Amerikalı askerler, Bergen- Belsen toplama kampına ulaştı ve burada on binlerce tutsak ve gömülmemiş ceset buldular. Bu dehşetengiz görüntü insanı insan yapan bütün etik ve ilahi duyguların yitirilişinin korkunç manzarası idi. (Emperyalizm ile birlikte Afrika ve diğer kıtalarda bu tür zulüm alışılageldik bir şeydi ama ilk defa Avrupa medeniyetinin göbeğinde yani arka bahçede değil altın varaklı salonun tam ortasında kan gövdeyi götürmüştü ve modern insan için bu hiç yakışık alır bir şey değildi.gerçi daha sonra avrupa Srebrenitsa katliamı’na ev sahipliği yapacak, bunu da daha sonraları Holocoust kadar olamasa da pek cansıkıcı bulacaktı. )

Bu soykırım vahşetinin ardından Amerika’nın yeni ve görülmemiş bir silah ile Hiroşima ve Nagasaki’i şehirlerini yok edişiyle de insanlık yeni bir dehşet çağına giriş yapmış oldu. Bir dehşet çağından diğerine çığ gibi büyüyen bir vahşet ile karşı karşıya kalınmıştı. Fotoğrafın ve televizyonun icadı ile dehşet artık olduğu yerde kalmıyor görüntüleri ile tüm dünyayı dolaşıyordu. İnsanlık can çekişiyordu ve artık ruhun ölümü yakındı. Metafizik varoluş sonlandığında yani insani değerler kaybolduğunda geriye yürüyen bir ceset yani mezar-ı müteharrik kalır.

  • 1 [ Zombiler, Kültürel Bir Tarih, çev. Begüm Kovulmaz, Küy yayınları, 2016]

Ruhsuz insanlar ordusu: Nazi zombilerden Siyon zombilere

Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi bir zombinin var olabilmesi için en önemli şart ruhun yokluğudur. Bu yokluğun kitlesel düzeye varması, doymak bilmez bir yıkım hırsını da zembereğinden boşaltır. Zombilerin yeni bir yüzü vardı artık: Doymak bilmeyen bir açlıkla önüne gelen her şeyi yok etmek ve kendine dönüştürmek (çürümüş ve kokuşmuş ruhsuz bir toplum inşaası) dürtüsü ile hareket eden ve dünyayı ele geçirmeye çalışan bir yürüyen ölüler ordusuydu onlar artık. Nazi zombi filmlerinde de o yüzden Holocoust’a uğrayan Yahudi ırk yerine ki onların görünüş olarak zombiye daha çok benzemelerine rağmen (çünkü toplama kapmlarındakilerin açlıktan kemikleri çıkmıştı, işkence ve kirden korkunç bir haldeydiler; diri görünümünden çok uzaklaşmışlardı) nazi zombi filmlerinde zombiler, türlü işkencelerden kanı çekilmiş zulme mağruz kalmış Holoucost mağdurları değil, afili üniformaları ve kolluklarında gamalı haçları ile sağlıklı ve güçlü şekilde dolaşan Nazi askerleridir. Çünkü içerdeki çürüme ile ilgilidir zombilik. Nazilerin merhametsiz ve kibirli bakışlarında en ufak bir merhamet göremezsiniz; o gözlerin ardında ruhun ışığı çoktan sönmüştür. Mağdurların gözleri ise hala canlıdır ve insani olana dair bir ışık taşır. Şu an yaşanan duruma bakıldığında da eğer Siyon zombi filmleri ileride sinema perdelerinde boy göstermeye başlarsa burada zombiler Holocoust kurbanları ile aynı surete bürünmüş Filistinli soykırım mağdurları değil Siyon askerleri olacaktır. Zombi kimliğinin son noktada geldiği durum budur: vahşi kapitalizmin kudurmuş atına binip dört nala oradan oraya koşturan; kıyameti başlatmak için her elinden gelen ahlaksızlığı ve vahşeti kendine hak gören ve bunu seçilmişlikle aklayan bir yıkım ordusu.

Modernizm’den sonra, sınırları muallak, yapısı kaygan ve manası şekilsiz bir akım yükseldi, post-modernizim dedik bu akıma. Bir virüs gibi her yeri saran bu akımın ardından gelecek akım ne olabilir ki? Hadi bir ad bulalım. Son iki yüzyıldır, yaşanan yıkım ve ölümün ardından. Sanat tükeniyor, baş yapıt kavramı ölüyor, özgün bir esere rastlamak artık imkansız gibi, sanat dalları kendilerini tekrar etmekten öteye gitmeyen eserlerle bir uzay çöplüğüne dönmüş durumda. Yeni bir şarkı üretmek için tüm nota kombinasyonları tükenmek üzere. Artık, hep aynı şarkı değil mi dinlediğimiz? Peki hep aynı hikaye değil mi okuduğumuz? Bir klişeler çölünde katloldu derinlik. Pusulasız bir kaşif, ruhsuz bir beden, tanrısız bir din adamı, ne kadar anlamlıysa o kadar anlamlı artık dünya. Bundan sonrası bir ölüm-sonrası ‘‘izm’’i olabilir ancak: Post-mortemizm.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım