Politik, halkçı, topraktan: Patates'in alternatif tarihi

Van Gogh, Patates Yiyenler, 1885.​
Van Gogh, Patates Yiyenler, 1885.​

Devran döndükçe Yeni Dünya'nın insanlığa hediyesi olan patatesin şanı da, İncil'de geçmeyen adı da yücelir, bu böyledir. Şeytanın yemeği unvanından insanlığın kurtarıcısı namına yükselerek iki asırdır dünya mutfağının başında sapsarı bir taç gibi parlıyor artık patates. Mutfaktan gelen leziz kokusu akılları çelmeye devam ederken, yeryüzünün yeni krallarına da aynı şeyleri fısıldamaya devam ediyor sanki; ya açlık bastırılır, ya isyan!

  • "Sana sağlıklı uzun bir yaşam, kira vermediğin bir patates tarlası ve her yıl bir çocuk dilerim."
  • (İrlandalı çiftçilerin esenlik bildirisi)

Biraz düşününce, zihnimdeki patates imgesinin kapılarının oldukça sınırlı bir alana açıldığını fark ediyorum. Resim dersinin sıkıcı ev ödevleri ile sürekli aklımı çelen kızartma kokusundan müteşekkil bir anlam bu. Yalnızca çocukluktan ibaret, evet. Bu hatırlama biçimini biraz daha genişleterek ilerlersek nasıl olur o hâlde? Agnes Varda, Dara Elerath, Francis Ponge, Jean Follain, İlhan Berk ve Vincent Van Gogh'u yardıma çağırmadan mümkün olabilir mi bu derseniz, pek sanmam. Kapıları aralamayı isterim ama yine de. Anayurdu olan And Dağları'nın eteklerinden başlayarak, Peru- Bolivya vadileri boyunca sürgünlerinden çoğaltılan yumrularıyla dünyaya ses vermiş, İlhan Berk'in ifadesiyle yeraltının en çalışkan çocuğu. Çalışkan ve bir taş kadar sessiz. Toprağın koynundan yeryüzüne filizlenen, kendi kuytusunda bir başına nefeslenen ve insanoğlunun sofrasında var olduğu günden beri her şartta hayatta kalmayı sembolize eden sarı direniş elması. Hikâyesi uzun.

F.Engels, patatesin tarihsel bağlamdaki devrimci rolünü etki alanı açısından demirle eşitleyerek okuyacaktır mesela. Tarih ile coğrafya arasında dursa da, politika ve gastronomiden ayrı değil elbette. Adının geçtiği her yerde; devrim, kıtlık, isyan, savaş ve ihtilallerle birlikte anılan patatesin tarihe yön veren büyük hikâyesindeki dikkate değer nokta, coğrafi keşiflerle başlayan tarihsel sürecin, onu tahıllardan sonra dünyadaki en önemli ürün hâline getirmesidir. Patates yaşatır, evet. Bir nirengi, bir imge, bir alternatif tarih ve bir sebze olarak patatesin, sınıfsız ve sınırsız yolculuğu biraz da böyle başlayacaktır. Yaşatarak yani. Patatesin Kristof Kolomb'la şiddetlenen küresel ekolojik depremin bir parçası olarak, Peru'dan başlayıp Atlantik'in öteki yakasına ulaşan hikâyesindeki sır, oldukça anlaşılır bir durumu resmeder.

Çünkü uzun süren kıtlık, yokluk ve açlık dönemlerinde, insanların, tokluk hissi veren ve hayat enerjisi sağlayan bu mucize karbonhidrat kaynağına dört elle sarılmaları, ölümün mümkün tek alternatifini tercih etmeleriyle ilgilidir. Patatesin kuzey Avrupa'ya ulaşıp yukarından (hükümet) aşağıya (halk) doğru bir seyirle yaygınlaşmasına müteakip (18. yüzyılın sonları), batı sınırı İrlanda'dan doğu sınırı Ural Dağları'na kadar uzanan geniş bir bölgeye beslenme alışkanlıkları itibarıyla dev bir patates ülkesi kurulmuştu bile. Sürekli artan nüfus yoğunluğu daha güzel günler için zaman kazanma yöntemi olarak, ucuz ve yetiştirmesi kolay patatesi zorunlu kılıyordu. Kraliçe Marie Antoinette, saçlarını, mor yıldızlara benzeyen patates çiçekleriyle süslediğinde, Fransız aristokrasisinin elbiselerine doğru koşan moda başlıklı bir mesajın iletildiği belliydi ama dolaylı mesaj Fransız çiftçisineydi aslında.

Aynı kraliçe gibi patates yaşatır diyordu Kral 16. Louis'in göğsüne nişan olan o mor patates çiçeği. Krallık da böyle yaşar. Ya açlık bastırılır, ya isyan! Alman topraklarında hüküm süren Prusya kralı Büyük Frederick bu cari durumu en iyi anlayanlardan biri olarak, öteki tarihe Patates Kralı unvanıyla geçmişti bile. 1844 yılında Amerika'dan gelip Dublin Limanı'na yanaşan bir geminin patatesle birlikte getirdiği zehirli mantar hastalığının yol açtığı facia, yüzbinlerce insanın açlıktan ölmesine sebep olan büyük kıtlık günlerini hatırlatıyor İrlandalılara, malûm. Ölümün tek alternatifi olan patatesin ölümün bizzat kaynağı olduğu o tuhaf zamanlardan çıkarılacak dersler de insanlık tarihine dâhildir. Patates-insan ilişkisini belirli bir zaman aralığından bakarak, emek-yokluk-hayat parantezinden kasvetli bir zarafetle gören Vincent Van Gogh'un, 1885 tarihinde tamamladığı Patates Yiyenler adlı tablosu, bu bağlamda oldukça kıymetli bir bütünlük sunar.

Bir lambanın loş tehdidi altında, kahve ve patatesten ibaret bir sofranın etrafına toplanmış aile fertlerini gösterir önce bize Gogh, belli ki uzun bir günün sonudur. Emeklerinin en acımasız karşılığı olarak yiyecekleri şey yalnızca patatestir. Yorgun ama hayatta olmanın güzelliğini de anlatır tablo. Her şeye rağmen rahatsız edici bir huzur vardır lambanın altında. Van Gogh, Theo'ya Mektuplar'da bu tarihselliğe bir mim koyarak ilerler; "Lambanın altında patateslerini tabağa el uzatarak yiyen bu insanlar, aynı ellerle toprağı da işlemişler. Resmimin, çiftçinin elleriyle çalışmasını ve bu kadar namusluca kazandığı besini yüceltmesini istedim."

SEVGİLİ PATATES!

Patates uyumlu, sınırsız ve iklimsizdir. Darwin'in günlüğüne yazdığı "aynı bitkinin, altı aydan fazla yağmur damlasının düşmediği Orta Şili'nin steril dağlarında ve güney adalarının nemli ormanlarında bulunması oldukça dikkat çekicidir." şeklindeki notu bu evrenselliğe ait erken bir gözlemdir. Soğuk dağlardan, tropikal ovalara, karanlık kuytulardan, Sahra altı Afrika'sına kadar geniş bir coğrafyada varlığını sürdüren ve her hâliyle içinde lezzetli bir öz barındıran bu politik sebzenin, şair İlhan Berk'in satırlarında bulduğu hayat, bitmeyen bir sonsuzluğu anlatıyor belki de; "Patatesi sevmem. Oysa bütün dünyada patates yenir, her yerde yetişir, sınır tanımaz; uluslararası bir ailedendir. Bir sınıf adamı değildir, sınıfsızdır, toplumcudur. Böylece bütün halkçı özellikleri taşır. Bu da az bir şey değildir. Patatesi sevmem ama bayılırım biçimine. Gerçi ressamlar onu tablolarına pek sokmamışlardır, üzüm, armut, elma gibi bir yeri yoktur onların gözünde ama biçimini düşünüyorum da yakındır diyorum günümüzün resminde boy göstermesi.

Oval, yuvarlaktır. Ovallik, yuvarlaklıksa çağdaş resmin vazgeçilmez biçimlerindendir. Yalınlığı en kısa yoldan anlatır. Yalnız biçimi mi? Ya rengi? Toprağın en diri rengi ondadır; toprakla böylesine haşır-neşir başka hangi bitki vardır? Yeraltlarının en çalışkan çocuğudur. Bir yalvaç sessizliğiyle görür işini. Yeraltlarından: yeryüzü! yeryüzü! diye bağırır ama bir başkaldırma değildir bu. Yalvaçcadır. Dayanıklıdır sonra, bir elma gibi çürüyüp dağılmaz. Durduğu gibi de kalmaz, değişir, dallanır, budaklanır. Daha ne ister ressamlar? Bir de soğanda vardır bu özellik (o da resme pek girmemiştir). İki kardeştirler hem. Patatesi sevmemem bir nesne olarak yaşamını bir başına sürdürmemesindendir belki de. Türlü kılıklara girer ama hep aracıdır. Daha çok yemek kalabalıklığına katılmakla yetinir. Bir sürü duygusudur sanki bu yeryüzündeki yeri. Salt bir şeyi paylaşmaktır işi; kendini yitirerek, yok ederek, silerek. Anlayacağınız bir kişiliği yoktur patatesin. Patatesi sevmem.

(Ek, 1988) Sevgili patates, bu eki seni çok karaladığım, çok kötülediğim için düşüyorum. Bu 1988 yılının Eylül ayının öğle sonunda -yıllar yıllar sonra- senden özür diliyorum. Biliyorsun, kişiliğini korumadığın, uluorta her şeye karıştığın için seni sevmediğimi söyledim. Ben ki bu yeryüzünün nice sıradan nimetlerine övgüler düzdüm de bunu senden, yalnız senden esirgedim. Senin kendini hiçe saymana, ona sahip çıkmamana, dağıtmana, harcatmana öfkelendim, kızdım. Ama işte neden sonra, senin asıl büyüklüğünün bu sıradanlıkta, bu paylaşmada bu yitişte olduğunu anladım. Böylece de asıl kişiliğinin bunda yattığını gördüm. Bunun için bu kendini beğenmiş, bir ona sarılmış kulunu bağışla. Elinden tut onun; tut ki bu dünyaya bir anlam vermenin bu sıradanlıkta, bu yitişte olduğunu anlasın. Hoşçakal."

YENİ DÜNYA'NIN SON SAVAŞÇISI

Patates açlıkla ilgili bir simge olduğu için tarihsel düzlemde en doğal hâliyle politiktir. Bertolt Brecht'in, kürsüde halkına söylev çekmek için hazırlanan Adolf Hitler'in karşısına dikilmiş cesur bir patatesi konuşturduğu "Bir Büyük Karamsar Üzerine Düş" adlı şiirinde, patates kıtlığı sırasında görülen sert-politik bir rüyanın ayrıntılarına odaklanmamızı ister bizden. Patates halkı uyarır, patatesten başka bir şey değildir çünkü. Gözyaşı vadisindeki o coşkulu halka bir seçim yapmasını teklif etse de, kimse bu cesur patatesin sesini duymayacaktır bile. Halk açlığını bastıracak patatesi dinlemeyi reddederek, ona uzak hayaller satan öfkeli söylevciye bakar. Hitler kürsüde bağırdıkça, cesur patates de içine çekile çekile küçülüp en sonunda yok olacaktır. Brecht'in patates imgesini bu kadar politik bir tonda kullanabilmesini sağlayan şey, patatesin uzun yıllar boyunca insanlık sahnesinde doğrudan kurtartıcı besin kaynağı rolünü üstlenmesidir.

Brecht'in şiirindeki halk aç olsa da, bu coşkulu sözlere karnı hiç tok değildir. Evet, yoksullara patates; açlık politiktir. Politik patates, solanum tuberosum. And yerlilerinin sarı meyvesi, devrimlerin gizli kahramanı, açlık savaşçısı, toprak elması, yokluk kıran. Önce lanetlenir, ardından hayvan yemi olarak küçümsenir, tarlalardan ve şen sofralardan ayrı tutulduğu o uzun yıllar. Sonra rengi ve biçimsiz yapısı nedeniyle cüzzam hastalığı bulaştırdığına yönelik yaygın inanış bile geride kalır. Devran döndükçe Yeni Dünya'nın insanlığa hediyesi olan patatesin şanı da, İncil'de geçmeyen adı da yücelir, bu böyledir. Şeytanın yemeği unvanından insanlığın kurtarıcısı namına yükselerek iki asırdır dünya mutfağının başında sapsarı bir taç gibi parlıyor artık patates. Mutfaktan gelen leziz kokusu akılları çelmeye devam ederken, yeryüzünün yeni krallarına da aynı şeyleri fısıldamaya devam ediyor sanki; ya açlık bastırılır, ya isyan!