Peyami ve Nazım eski iki dost
Peyâmi Safa ve Nazım Hikmet’in asıl kopuşunun başladığı, aralarının açıldığı olay, Peyâmi’nin Cumhuriyet gazetesinde 27 Ekim 1932 yılında yayımladığı “Bugünkü Türk Şiiri” başlıklı yazısıdır. Bu yazıda dönemin Türk şiirini değerlendiren Safa, hem Nazım’ın adını zikretmemiş hem de onun şiir düşüncesini eleştirmiştir.
Peyâmi Safa ve Nazım Hikmet’in dostluğu 1928 yılında başlamış, birbirlerinin siyasi fikirlerinden ziyade ürettikleri edebi eserler bu dostluğun pekişmesine neden olmuştur. Hatta Peyâmi Safa, Cumhuriyet gazetesinde çalıştığı günlerde Nazım Hikmet’in yazdığı bir şiiri gazetenin sütunlarında yayımlamasından ötürü gazeteden ayrılmak durumunda bile kalmıştır. Daha sonrasında Nazım Hikmet’in de aralarında bulunduğu Resimli Ay gazetesinde çalışmaya başlamıştır. Bu birliktelikten ötürü zaman zaman Bolşeviklikle de suçlanan Peyâmi Safa, kendisinin “siyasi vadide hiçbir mâzisi” olmadığını ve “Resimli Ay’da büsbütün ayrı bir edebî taarruz cephesi alan arkadaşlarımın siyasî kanaatlerine iştirak ettiğimi gösteren bir tek delil var mıdır? Hatta edebî kanaatlerimde de onlardan ayrıldığımı bu sütunlarda yazmadım mı?” diyerek kendine yöneltilen suçlamaları reddetmiştir. Sonraki günlerde yazdığı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanını ise Nazım’a ithaf etmiş ve Nazım’ı “şair ve coşkun arkadaş tarafıyla” sevdiğini söylemiştir. Resimli Ay kapandıktan sonra da Nazım Hikmet ve çevresi ile irtibatını kesmeyen Peyâmi Safa, Bir Tereddüdün Romanı’nı tefrika etmeye başlamasıyla birlikte ise ilk kopuşların sinyallerini vermeye başlamıştır: “Sonra ben ve benim olduğum zümre de bir tereddüt içindeyiz. Elimizdeki bu kadehler ve gecelerimizi dolduran bu çılgınlıklar nedir? Bütün sanatkâr dediğimiz bu sınıf ve münevver dediklerimiz hep tereddüt geçiriyorlar: İnanmakla inkâr arasında tereddüt”.
Peyâmi Safa ve Nazım Hikmet’in asıl kopuşunun başladığı, aralarının açıldığı olay ise, Peyâmi’nin Cumhuriyet gazetesinde 27 Ekim 1932 yılında yayımladığı “Bugünkü Türk Şiiri” başlıklı yazısıdır. Bu yazıda dönemin Türk şiirini değerlendiren Peyâmi Safa, hem Nazım Hikmet’in adını zikretmemiş hem de onun şiir düşüncesini eleştirmiştir. Bu yazının bir diğer önemli kısmı ise “bize bu yolda bir şiirin ümidini veren ve kendisinde bir deha tomurcuğu sezdiğimiz genç ve yeni bir imzadan gelecek makalemde bahsedeceğim… Cep defterinize kaydetmeniz için bu ismi şimdiden söyleyebilirim: Cahit Sıtkı.” diyerek Cahit Sıtkı’yı edebiyat dünyasına tanıtmasıdır. Bu olaylardan sonra Peyâmi ve Nazım’ın arasının açıldığı muhakkaktır.
Sonraki yıllarda Peyâmi Safa hem adını hem de yazar kadrosunu güncellemiş olan Tan gazetesinde de yazmaya başlamıştır. Gazetenin o günlerde diğer bir önemli ismi ise Orhan Selim müstearıyla yazan Nazım Hikmet’tir. Araları açık olan iki eski dost artık aynı gazetenin sayfalarında karşılıklı sütun sahibi olmuşlardır. Peyâmi Safa’nın sütununun başlığı “Düşündükçe”, Orhan Selim’in yani Nazım Hikmet’in ise “Bu da Benden”dir. Bir süre sonra Nazım Hikmet sütununda 7 Haziran 1935’te “Kahve ve Gazino Entelektüelleri” başlıklı bir yazı yayımlamıştır. Bu yazıda, girdiği gazinoda muhabbet eden dört “gazino entelektüelinin” konuşmalarını aktarmış ve sonunda: “Bu da gösteriyor ki, ben çocukların uçurdukları şeytan uçurtmaları kadar boş ve hür ve yüksek ve sınırsız ve çerçeveden uzak ve bilmem ne entelektüelliği anlayamayacak kadar dar kafalıyım.” diyerek alaycı bir üslupla yazısını bitirmiştir. Bu yazı Nazım’ın neyi kastettiğini tam olarak belirtmemekle birlikte üç gün sonra, 10 Haziran 1935 tarihinde “Eski Dost” başlıklı yayımladığı yazısı niyetinin tam olarak ne olduğunu belli eder hale getirmiştir. Nazım bu yazısında, “Eski dost düşman olmaz” sözünü merkeze alarak, atasözlerinin hepsinin doğru olmadığını, bu sözlerin ozanca bir dilek olduklarını, dostluğun şarap gibi olmadığı ve yıllandıkça tadının artmadığını yazmıştır. Yazının sonunda da: “Bunun için de düşmanların büyüğü çok kez eski dosttan çıkar. Eski dost düşman olur, hem de nasıl!” diyerek bitirmiştir.
Nazım Hikmet’in bu yazıları yayımladığı günlerde Peyâmi Safa ile Nurullah Ataç arasında ‘tenkit’ meselesi üzerinden bir tartışma yaşanmaktadır. Peyâmi, bizdeki ‘tenkit’ bahsinin bir ‘kıskançlık ilmi’ olduğunu; Türkiye’de yazılan tenkitlerin, kendi yazdıklarının bile tenkitin asıl manasına uygun olmadığını dile getirmektedir. Bu tartışmanın sıcaklığını koruduğu günlerde Nazım Hikmet, 17 Haziran 1935 tarihinde “Ben Münekkidden Yanayım” başlıklı bir yazı yayımlamıştır. Yazıda, yaptığı işe güvenenlerin münekkidden çekinmeyeceğini, çekinmeyince de münekkide çatmayacağını çünkü çatmanın saldırmak ve korkmakla çoğu zaman aynı duygunun iki aykırı görünüşünden başka bir şey olmadığını dile getirmiştir. Devamında: “Bence, münekkidin en kötüsü bile müspet iş görür. En kötüsü bile bir temizleyici, bir yol açıcıdır. Kaldı ki, iyisi liderdir. Yapıcıdır.” demiştir. Yazının sonuna doğru da Nurullah Ataç’a sataşanların onun farklı yönünü tutturduklarını dile getirerek, Peyâmi Safa’nın artık açıktan karşısında durmaya başlamıştır. Nazım’ın bu açıktan meydan okuması bir sonraki 20 Haziran 1935 tarihli “Çizmeden Yukarısı” yazısı ile devam eder.
Nazım’ın bütün bu hücumlarına Peyâmi Safa’dan artık bir cevap gelmiştir: “Sürü Adamı”. 23 Haziran 1935 tarihli yazısında Peyâmi isim vermeden böylelerin ne düşüncesinde ne hareketinde ne de söylemlerinde kendisi olamayacağını, örneğini kendinde değil dışarıda aradığı için muayyen bir fikre, akideye bağlanıp kalacağını, böylelerinin bir fert olup fakat şahıs olmadıklarını, bu tür sürü adamlarının yüz bin tanesinin tek bir şahsa muadil olamayacaklarını söyleyerek sert bir yazı ile cevap vermiştir. Bu yazıya cevap çok gecikmeden ertesi gün gelir. Peyâmi’nin sürü adamına Nazım “Küçük Adam” der. Nazım bu yazısına “Bir küçük, bir kısır, bir küçüklüğünden ve kısırlığından mustarip adam vardır.” diyerek başlayan üç paragraflık yazısında Peyâmi’nin fiziksel özelliklerini alaylı bir üslupla ağaca, gemiye, gramofon plağına benzetmektedir.
Bu iki eski dost arasındaki tartışma artık dönemin edebiyat dünyasında hayli konuşulur olmuştur. Öyle ki Peyâmi Safa’nın jurnalcilikle suçlanmasına kadar gidecektir. Peyâmi, Nazım’a ve kendisine yöneltilen ithamlara artık Tan gazetesinden değil de ağabeyi İlhami Safa’nın neşriyat müdürü olduğu Hafta gazetesinden cevap verecektir. Biraz Aydınlık başlığı taşıyan seri yazılarının ilki 8 Temmuz 1935 tarihinde yayımlanır. İlk yazıda, Nazım Hikmet’le olan tanışıklıklarını, dostluklarını anlattıktan sonra daha öncesinde desteklediği, yardım ettiği bir kimseyi neden şimdi jurnal edeceğini sorar ve onun bir jurnalcisi varsa kendisi olduğunu söyler. Nazım’ın o dönemde konuşmasıyla, giyim kuşamıyla, hal ve hareketleriyle tam bir Bolşevik gibi davrandığı çok açıktır. Peyâmi Safa, bir hafta sonra 15 Temmuz 1935 tarihinde yayımlanan ikinci yazısında Nazım’ın Jakond ile Si- Ya- U şiiri için Resimli Ay’da “bütün materyalist iddialarının aksine gayet romantik, lirik, cıvık, hassas bir şair” diyerek yazdıklarını bu yazısında da tekrarlar: “Nazım, su katılmamış burjuvadır. Ve en sahte tarafı komünist tarafıdır.”.
Peyâmi Safa’nın bu iki yazısının yayımlandığı günlerde Naci Sadullah, “Nazım ile Konuştum” başlığı ile Nazım Hikmet ile bir röportaj gerçekleştirir. 17 Temmuz 1935 tarihinde Yedigün gazetesinde yayımlanan röportajda Nazım, Peyâmi Safa’yı birçok noktada eleştirdikten sonra ortaya bir iddia atar ve Peyâmi’nin mason locasına girebilmek için üç defa başvuru yaptığını ve her seferinde de reddedildiğini söyler. Bu röportajdan sonra Biraz Aydınlık serisinin üçüncü yazısı yayımlanmış ve Peyâmi Safa, Nazım’ın iddialarına cevap vermiştir: “Bundan dokuz sene kadar evvel, yani ilk gençliğimde akrabam ve dostlarım arasında bulunan bazı masonların ısrarı üzerine mason olmayı düşünmemiş değildim”. Başvuru yaptığını kabul eden Peyâmi, bunun üç kere değil bir defa olduğunu söyleyerek iddiaları yalanlamış, başvuru yapmasına rağmen bazı görüşlerinin masonlarla uyuşmadığını hatta onları hicveden yazılar yazdığını söylemiştir.
Nazım Hikmet, Naci Sadullah ile yaptıkları röportajın ikinci kısmında yine Peyâmi’yi casuslukla, jurnalcilikle suçlamış ve onun bir ajan olduğunu söylemiştir: “Bâbıâli caddesine düşen her gencin ilk öğrenmesi lazım gelen bir parola vardır: Susun Peyâmi geliyor!”. Peyâmi Safa, kendi yazı serisinin dördüncüsünde Nazım’ın bu dediklerini alaylı bir üslup ile karşılamış, Nazım’ın aklını oynattığını, onun “gayr-ı mes’ul bir adam” olduğunu ve ona cevap vermenin artık gereksiz olduğuna hükmetmiştir. Sonrasında üç yazı daha yazarak toplam yedi yazı ile “Biraz Aydınlık” serisini bitirmiştir. Tartışmanın sonlarına doğru Nazım Hikmet, 1 Eylül 1935’te Aydabir dergisinde “Bir Provokatör Üstünde Hiciv Denemeleri” başlığını taşıyan şiirini yayımlamıştır: “Sen bu kavgada bir nokta bile değil bir küçük, eğri virgül bir zavallı vesilesin!”
Peyâmi Safa’dan bu şiire cevap 23 Eylül 1935 tarihinde Hareket gazetesinde yayımlanan “Cingöz Recai’den Nazım Hikmet’e” başlıklı yine bir şiir ile gelmiştir:
- “Gel bakayım
- güle lüle, kıvrım kıvrım, samur saçlı
- pamuk tenli, al yanaklı sarı papam,
- gel bakayım anam babam,
- gel bakayım yetimlikle maytap eden paşazadem,
- güzel ödem!”
Bu tartışma; arası açılmış iki eski dostun, bütün yaşanmışlıklara, mücadelelere rağmen birbirlerine güttükleri ve içlerinde biriktirdikleri öfkenin, kinin ve nefretin bir sonucu olarak edebiyat tarihindeki yerini almıştır.