Perde açılıyor: Seyredenler ve seyredilenler
Bakarız, görürüz ve sonrasında seyrederiz, algılarız ve anlarız. Yalnızca bakanlar, seyredilmesi mümkün şeylerin farkına varamazlar ve gördükleri kadarına inanırlar. Seyredenler ve seyrettiklerini anlayanlarsa, seyri mümkün olmayan şeylere de uzanırlar. "Görmeden inanmam" diyenlere karşın gördüklerinin yanında hiç görmediklerinin üzerine kurulu inancı/felsefesi olan insanlar gibi.
Göz, yalnızca dış dünyaya bakmamıza izin verir. Bir organ olarak içe bakıştan mahrumdur. Ayna veya yansıma olmadan kendimizi ne görebilir ne de neye benzediğimizi tam olarak kavrayabiliriz. Bireysel olarak bize ait olan ve nereye bakacağımız konusunda emrimize itaat eden gözlerimiz, kendimiz hariç her şeyi görmeye muktedirdir. Bizi görenler ise kendimiz dışındaki her şeydir. Kendimize hiç bakmadan ve kendimizi hiç seyretmeden bu dünyadan geçip gidiyor muyuz? Belki de başkaları hakkında ortalığı bu kadar velveleye vermemiz ve davranışlarının gözümüze batması, pasif ve kıskanç gözler olduğumuzdandır. Aynı zamanda içe bakışın, dışa bakışa nazaran soyut kalması ve yalnızca ikincil gözlerden görülebilmesi bizi kendimizden daha da uzaklaştırıyor olabilir. O hâlde kendimize dönüp bakmamızı ve iç dünyamızda neler oluyor ve biz dışarıdan nasıl görünüyoruz sorularına cevap vermemizi sağlayacak şey nedir? Başka gözlerdeki yansımalarımızla kendimizi yargılayarak mı yoksa bir depersonalizasyon durumunda kendimizi yabancı bir varlık gibi izleyerek mi?
Kendimizi tanımlamakta ve nasıl göründüğümüze karar vermekte zorlanıyor oluşumuz, kendimize dair kesin ve direkt bir bakış yakalayamadığımızdan olabilir. Oysa başkalarına karşı fazlasıyla emin yaklaşırız ve ne olduklarını "biliriz". Herkes hakkında bir görüşümüz ve yorumumuz mutlaka vardır ve peşin hükümlü olma konusunda zorluk çekmeyiz. Bu sırada kendimize bakmayı o kadar ihmal ederiz ki, ancak bir gün aynada bir yabancı gördüğümüzde farkına varırız.
Bakarız, görürüz ve sonrasında seyrederiz, algılarız ve anlarız. Yalnızca bakanlar, seyredilmesi mümkün şeylerin farkına varamazlar ve gördükleri kadarına inanırlar. Seyredenler ve seyrettiklerini anlayanlarsa, seyri mümkün olmayan şeylere de uzanırlar. "Görmeden inanmam" diyenlere karşın gördüklerinin yanında hiç görmediklerinin üzerine kurulu inancı/felsefesi olan insanlar gibi. Bu insanlar, soyut arayışlar ve içe bakışın yoğunlaştığı, seyreden ve seyredilenin kimi zaman karmaşıklaştığı bir boşlukta asılı kalırlar. Onlar için, seyretmek yalnızca gözle yapılan bir eylem olmaktan çıkar. Bulutlara bakan ve hava durumunu kestiren veya bulutları fotoğraflayarak becerisini bakılan/ görülen konuma koymadan yalnızca seyretme eylemini gerçekleştirenler, bulutların geldiği ve gittiği tüm evreni keşfetmek üzere bir tefekküre başlarlar. Çıkardıkları manalar ile şuur elde ederler. Hayatını yalnızca bakmak ve görmek üzerine kuranlar ise perdeyi hiç aralamadan koltuklarında zamanın dolmasını beklerler.
Seyreden kişi, anlamı bir bütün olarak idrak etme şansına sahip olur. Seyir, gizlenene de ulaşabilmek için perdenin aralanmasıdır. Bakan gözden farklı olarak gözlemleyen ve seyreden göz şunu da anlayacaktır: Gördüğü her göz kendi gözü, her hareket kendi hareketi ve her varlık kendisidir. Her an kendisini seyrettiğini fark ettiği anda, herkes bir olacak ve bir kendisi olacak. Hem seyreden hem seyredilen olmanın diyalektiği içinde, kendisindeki biri ve seyrettireni aramaya yönelik bir gaye edinecektir. Perdenin arkasında bulacağı o "bir", tüm seyretmelerin, seyredilmelerin ve gözlerin sebebi olacaktır. Uçlarda kalmayı tercih edenler ise ya bakan kıskançlar olacaklardır ya da kendisini göstermek uğruna her şeyini feda edenler.